Korkusuz
Can Ataklı

Taksi olayının özeti; AKP İstanbul’dan intikam alıyor

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Taksi olayının özeti; AKP İstanbul’dan intikam alıyor


İstanbul’un “müzmin taksi olayı” yine çözülemedi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin taksi sayısını artırmak için 8’inci kez getirdiği öneri, AKP’nin çoğunlukta olduğu UKOME’de yine reddedildi.

Konu ne peki?

İstanbul’da işler vaziyette 14 bin küsur taksi var.

Bu sayı 1990’lı yılların başından beri hiç değişmedi.

Oysa nüfus bu sürede çok arttığı gibi İstanbul’a birçoğu orta boy Anadolu kentinden daha büyük yeni yerleşim yerleri eklendi.

İstanbul halkının taksi konusunda en temel sıkıntısı; “istenildiğinde” taksi bulunamaması...

Taksilerin kirliliği, taksicilerin hoyrat davranması, müşteri seçmesi, müşterinin istediği yere gitmemesi diğer sorunlar olarak baş gösteriyor.

İBB tüm bunları göz önüne alarak bir yandan şikâyetlere konu olan konularda denetimlerini sürdürürken diğer yandan da plaka sayısını, yani taksi sayısını artırmak istiyor.

Ancak belediye bu konuda tek yetkili değil.

Büyükşehirlerin ulaşımından sorumlu birimin adı: UKOME.

“Ulaşım Koordinasyon Merkezi”nin kısaltılmış adı.

Ne yapar onu da özetleyeyim;

Ulaşım konusunda alınan pek çok karar için yetkili mercidir. Büyükşehir içindeki kara, deniz, su, göl ve demiryolu üzerindeki her türlü taşımacılık hizmetlerinin koordinasyon içinde yürütülmesi amacıyla büyükşehir belediye başkanı ya da görevlendirdiği kişinin başkanlığında toplanır.

UKOME toplantıları, üyelerin salt çoğunluğunun katılımıyla yapılabilir.

Kararlar da açık oylamayla, toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile alınır.

Peki bu kurul neden İstanbul’da taksi sayısının artırılmasına karşı çıkar hem de ısrarla?

Hiçbir gerekçesi yok.

Belli ki “yukarıdan gelen” talimatı uyguluyorlar.

“Yukarısı” neden taksi sayısının artırılmasına karşı çıkar?

Onların da gerekçesi yok aslında.

Ama görünen o ki AKP, İstanbul’u kaybetmesinin, üstelik hezimete uğramasının acısını hâlâ yaşıyor.

Durum böyle olunca da intikam duyguları ağır basıyor.

Tepedekiler sanıyorum “Madem İstanbul bize oy vermedi, o halde çektirebildiğimiz kadar çektirelim” düşüncesi içindeler sanki.

Elbette işin bir de “tatlı para” tarafı var.

Taksi sayısı kısıtlı olunca taksi plakaları da çok değerli oluyor.

Söylediklerine göre, bir taksi plakası 2 milyon liranın üzerinde satılıyormuş.

Bu plakaların pek çoğu da AKP’li isimlerin elindeymiş.

Taksi sayısı artarsa plaka fiyatları da biraz düşecek.

O zaman AKP’liler zarar edecek.

Durum böyle olunca, kuruldaki AKP’liler çaresiz İBB’den gelen her şeye karşı çıkıyorlar.

Tabii isterlerse karşı çıkmasınlar.

Başlarına geleceği biliyorlardır mutlaka.

SORDUM ÖĞRENDİM

UKOME kimlerden oluşuyor?


İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi’nin halk yararına her atağını önleyen ve İstanbul halkının eziyet çekmesine neden olan UKOME’nin kimlerden oluştuğunu sordum.

Kurulun başkanlığını belediye başkanı yapıyor.

Belediye görevlilerinin kuruldaki sayısı 11.

Ancak AKP yaptığı değişiklikle bu kurula daha fazla görevli sokuyor.

Böylelikle UKOME’de belediyeden 11 kişi varken, AKP’den 16 kişi bulunuyor.

İstanbul’da belediye dışındaki görevlilerin dağılımı şöyle;

Bakanlıklar: 4

Jandarma Genel Komutanlığı: 1

Emniyet Genel Müdürlüğü: 1

Sahil Güvenlik Komutanlığı: 1

Liman Başkanlığı: 1

Karayolları Genel Müdürlüğü: 1

Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü ve TCDD Taşımacılık Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü: 2

Ulaştırma Hizmetleri Düzenleme Genel Müdürlüğü: 1

Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü: 1

Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü: 1

AFAD: 1

Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu: 1

ÇOK GÜLDÜM

Hepsi konuşuluyor aslında be Haşmet ama sen bu dünyadan koptun, farkında bile değilsin


Bizim medyada kötü bir hastalık vardır.

Ne bileyim belki ben bile yapmışımdır.

Yazar, yazdığı bir konuda yazanın sadece kendisi olduğunu zanneder.

Sonra da “Niye bunları kimse yazmıyor, kimse konuşmuyor?” diye etrafa afra tafra yapar.

Geçen hafta içinde saray yazarlarından Haşmet Babaoğlu’nun Afganistan’la ilgili bir yazısını not almışım.

Zamanında çok nahif, çok entelektüel, çok güzel yazılar yazan Haşmet, son 10 yıldır bambaşka biri oldu çıktı karşımıza.

Analitik kafasını yitirmiş ve her şeye sonuna kadar bağlı olduğu reisinin gözüyle bakıyor.

Haşmet, Afganistan konusunun magazin gibi ele alındığından yakınmış bu yazısında.

Herkes eli kanlı katiller ordusu dinci terörist örgütü Taliban’ı eleştiriyor ya, sanıyorum Haşmet bunun reisi için kötü olduğunu düşünüyor.

Demiş ki, “Kimse konuyu gerektiği gibi ele almıyor. ABD yenildi mi? Yoksa çekilerek Çin’e alan mı açtı? Çin, Taliban’ı destekleyerek ABD’yi bölgeden itti mi? Bunlar konuşulmuyor.”

Sonra da gerçek niyetini koymuş ortaya.

Taliban’ı kayıracak ya bakın ne yazmış;

“Küreselci medya hamur gibi yoğuruyor. Taliban’ın yönetimi ele geçirmesi ile ortaya çıkan durumu değerlendiriyorlar. Fırsat bu fırsat İslam’ı hedef almışlar. Hedef Taliban’ın üzerine odaklandırmak, düşündürmek, 4 yıl boyunca DEAŞ’ı düşündürdüler, şimdi de Taliban’ı düşündürmek istiyorlar. “

İyi güzel de durum Haşmet’in dediği gibi değil ki.

Dinci çevrelerde elbette bunlar tartışılmıyor tabii ki, onların derdi Taliban’ı şirin göstermek, ama ülkenin gerçek medyasında ilk günden bu yana Haşmet’in sorduğu sorulara cevap aranıyor.

Biraz izlese o da görecek bunu ama öylesine kopmuş ki gerçek dünyadan, galiba algılayamıyor da.

AÇIKLAMA

İSPARK Genel Müdürü: “Zararda değiliz”


Öğle saatlerinde İSPARK Genel Müdürü Murat Çakır aradı.

Niye aradığı ortada tabii, dün bu köşede yayımlanan yazımla ilgili.

”Uyarı” başlıklı yazımda, İSPARK’ın çok ciddi zarar ettiğini, kamu alacakları nedeniyle konkordato tehdidi altında olduğunu belirtmiştim.

Kurumun yine içinden aldığım bilgilere dayanarak, “Eski yönetim zamanındaki zarar giderek artıyor” diye de yazmışım.

Murat Çakır, göreve başladığı günden bu yana durumu düzeltmeye çalıştığını söyleyerek, “Zarar rakamlarımız size yanlış aksetmiş. 2019’da zararımız 42 milyon liraydı ama 2020’yi 6 milyon zararla kapattık” dedi.

Çakır, 2019 ve 2020 yıllarında pandemi yasaklarının çok ciddi bir engel oluşturduğunu da ileri sürerek, “Buna rağmen kayıp kaçak oranını da en aza indirerek zararı çok azalttık” diye konuştu.

İSPARK Genel Müdürü, park bedeli ödeme konusunda kartla ödemeyi yaygınlaştırdıklarını, bu sayede oluşabilecek her türlü usulsüzlüğün ve yolsuzluğun da önüne geçilebildiğini ileri sürdü.

Çakır, uluslararası şirketlere gizli denetim yaptıklarını da açıklayarak; “Küçük yolsuzluk yapmaya kalkışanları dahi asla affetmiyoruz” dedi.

Ben de kendisine duyarlı davranışı ve anında bilgi verdiği için teşekkür ettim.

ŞAŞIRDIM

Sahtekarlık bu kadar da açık edilmez ki


Medyadaki son kapışmalardan biri İsmail Saymaz ile Hilal Kaplan arasında yaşandı.

Görmüş olmalısınız ama çok kısaca hatırlatayım.

Saray yazarı Hilal Kaplan, geçen hafta yazdığı bir yazıda İsmail Saymaz’dan “Bylock İsmail” diye söz etti.

İsmail Saymaz da bu sıfatı yazan Kaplan’a Twitter üzerinden, “Daha iki ay önce Hilal Kaplan, ‘Ailenin Adı Yok Ya Da Neden Feminist Değilim?’ Sayın İsmail Saymaz Beyefendiye selamlarım ile diye bir kitap gönderdi bana. Hiç utanmıyor musun?” diye cevap verdi.

Saymaz, Twitter mesajında Hilal Kaplan’ın kendisine gönderdiği imzalı kitabın fotoğrafını da paylaştı.

Buraya kadar olanlar alışık olduğumuz bir tür polemik niteliğinde.

Sonrası biraz tuhaf...

Çünkü önce Hilal Kaplan’ın kitabını çıkaran yayınevi yöneticisi, “O kitabı biz imzalayıp gönderdik, Hilal Hanım’ın haberi yok bundan” diye açıklama yaptı.

İşe daha doğrusu rezalete bakar mısınız?

Bir kişi kitap yazıyor, yayınevi bazı kişilere sanki yazarı kitabı kişiye özel imzalamış gibi sağa sola gönderiyor.

Ardından Hilal Kaplan bu sahtekârlığın üzerine tüy diker gibi İsmail Saymaz’ı kendince aşağılayan bir başka mesaj daha atıyor.

Diyor ki; “Sana kitap imzalayıp gönderdiğimi düşünecek kadar zavallı durumdasın. Beyefendi olmadığını kanıtlamak için bu kadar uğraşmasaydın. Genç bir emekçiyi de zor durumda bıraktın. Bylock İsmail’e ‘Görgüsüz İsmail’ lakabını kendin eklemiş oldun. Hayırlı olsun.”

Peki yapılan sahtekarlık, kandırmaca, o konuda bir cümlesi var mı Kaplan’ın?

Yok.

Bunu yapmadığı gibi önce yayınevi yöneticisini satışa getiriyor, sonra da “Bir emekçiyi zorda bıraktın” diyerek üste çıkıyor.

Şu kadın yazardaki görgüsüzlüğe, çiğliğe, çirkinliğe, hırsa bakar mısınız?

Bunların çoğu böyle...

Çok hızlı sınıf atlayıp bir anda ulaştıkları büyük güç, başlarını döndürüyor.