Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump’la yaptığı kritik görüşmede kameralara yansıyan bir ayrıntı vardı: Trump’ın yakasındaki F-35 tipi bir uçak rozeti.
Türkiye, Rus uçağının düşürülmesinden sonra Moskova ile yeniden barışırken, hala hiç kullanılmayan S-400 hava savunma sistemi almış; Washington ise buna tepki olarak Ankara’yı, ortak üretimine dahil olduğu ve 1,4 milyar dolar ödeme yaptığı F-35 programından çıkarmıştı.
Aradan yıllar geçti ama F-35 dosyası hala Türkiye–ABD ilişkilerinin en sancılı başlıklarından biri.
Trump’ın yakasına iliştirdiği rozetin “tesadüf” olmadığı açıktı.
Gazetecilerin F-35’lere dair bir sorusu üzerine de broşun ima ettiği mesajı neredeyse kelimesi kelimesine dile getirdi.
“Türkiye ile F-35 konusunda kolayca anlaşma yapabiliriz ama önce Erdoğan’ın bizim için bir şey yapması gerekiyor.”
Ne olduğunu söylemedi. Ama rozet, suskunluğu tamamladı.
★★★
Biraz geriye gidelim.
ABD’nin unutulmaz Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, yıllar önce “broş diplomasisi” diye bir kavramı dünya siyasetine armağan etmişti.
1997–2001 yılları arasında Washington’un en güçlü kadınlarından biri olarak görev yapan Albright, zekasını ve ince mizahını broşlarına taşıdı.
Yakasındaki broşlarla adeta ikinci bir dil yarattı. Konuşmadan konuştu.
Saddam Hüseyin’in ekibi tarafından yılana benzetildiğinde, Irak’a giderken yakasına yılan broşu taktı.
Mesajı açıktı: Hakaretiniz ulaştı, not ettim.
Rusya ziyaretinde ise bu kez üç maymun broşunu kullandı: Çeçenistan’da olup bitenleri görmüyor, duymuyor, konuşmuyorsunuz.
Kimi zaman kelebekler ve güvercinlerle barışı, kimi zaman füzeler ve kılıçlarla tehdidi anlattı.
Onlarla rest çekti, niyetini ortaya koydu.
Broş kutusu adeta küçük bir diplomasi arşivine dönüştü.
Yıllar sonra bu koleksiyonunu sergiledi, anılarını “Broşlarımı Okuyun” adlı kitabında topladı.
Albright için broş, bir süs değil; uluslararası ilişkilerin sessiz ama güçlü bir
cümlesiydi.
★★★
Bazen uzun bildiriler, sayfalarca anlaşma metinleri, basın toplantıları değil; yakaya takılan küçücük bir broş, tüm mesajı özetliyordu.
Yine öyle oldu.
Trump’ın F-35 rozeti de bir diplomatik aksesuar olarak belli ki aynı çizginin
devamıydı.
Ancak önemli bir farkla.
Albright broşlarıyla ince mesajlar veriyordu.
Trump ise rozetiyle adeta ticari bir pazarlık yaptı.
Rozeti takarak meselenin kendisi için önemini
vurguladı.
Yani “rozeti” doğrudan pazarlık masasına koydu.
Peki Trump, F-35 rozetiyle Türkiye’ye hangi mesajı vermek istedi?
Türkiye’den ne istedi ki, rozeti takacak kadar önemliydi?
Cevap hala belirsiz.
Kamuoyunun bilgilendirilmesi gerektiği aşikar.
Ama şu kesin: Söz uçar, rozet kalır.
Sofrada açlık var, sağlık yok
Gıda enflasyonu rekor kırıyor. Markete gidenin cüzdanı yanıyor, filesi yarım doluyor.
Artık et, süt, peynir değil; domates, biber, patlıcan bile lüks kategorisinde.
Don, kuraklık, yanlış tarım politikaları derken soframızdan her gün bir şey eksiliyor.
Ama mesele yalnızca doymamak değil; yediklerimizin kalitesi de alarm veriyor.
Veriler yeni açıklandı: Türkiye, Avrupa Birliği’nin hızlı gıda ve yem uyarı sistemi RASFF’te gıda ihlallerinde zirveye oturdu.
İlk 9 ayda 384 bildirim.
Bize en yakın ülke, 223 bildirimle Çin. Aramızda %72 fark var!
İhraç ettiğimiz meyveler, sebzeler, kuruyemişler; pestisit ve aflatoksin kalıntılarıyla geri dönüyor.
Yani soframız hem pahalı, hem sağlıksız.
Daha da vahimi şu: Dışarıya gönderilen ve geri dönen ürünlerin ne kadarının iç piyasada tüketildiğini kimse bilmiyor.
Yüksek fiyatlarla aldığımız yiyecekler, sağlığımıza kalıcı zarar verme riski taşıyor.
Sonuç ortada: Hem doymuyoruz, hem de doyduğumuzu sandığımızda aslında vücudumuza zehir alıyoruz.
Türkiye’nin tarım politikası artık yalnızca ihracatçının karına değil, tüketicinin sağlığına da odaklanmak zorunda.
Çünkü gıdanın değeri sadece fiyatla değil, güvenle ölçülür.
Sofrada hem açlıkla hem hastalıkla mücadele etmek bu ülkenin kaderi olmamalı.