Korkusuz
Memduh Bayraktaroğlu

Sizin gerçeğiniz hangisi?..

Her şeyden önce, söz vardı...

Tanrı:

“Ol” dedi ve...

Her şey peşi sıra geldi:

Varoluş...

Ve etkileşim...

Ve...

İşleyiş...



Henüz ortalıkta Allah’tan başka kimse olmadığı için...

Kimsenin ihtiyaç duymadığı bir bilgiydi bu...

Oysa...

Mademki Allah vardı...

Ve...

Var etmişti:

Bilinmeliydi...

Ve...

İman edilmeliydi...

“İnsan” fikri...

Cenabı Hakk’ın aklının en güzel yerinde...

İşte böyle doğdu...



İlk başlarda insanın tek yaptığı:

Yaratan’ına iman etmekti...

Her güzel fikir gibi...

Hiçbir şeyi sorgulamadan, kendisini var eden aklın:

Yolundan gidiyordu...



Allah’ın aklı:

Cennetti...

Bu akılda var olmak...

Aylak aylak gezinmek...

Evrenin ihtişamını seyreylemek:

Muhteşemdi...

Ama...



Henüz yalnızca bir fikir olduğu...

Ve...

Karşıt fikir de olmadığı için...

Her şeyi sadece o aklın gözleriyle görüyor...

O aklın yorumuyla anlıyordu insan...



Yani...

Aslında hiçbir şeyi gerçekten anlamıyor...

Hiçbir şeyi gerçekten bilmiyor...

Ve salt...

Konumu gereği...

Doğal olarak:

İman ediyordu...



O’nun var ettiği düzeni izliyor...

O’nun yarattığı kaosların kendi kendilerine birer yeni düzen haline gelmelerine:

Hayranlık besliyordu...

Yaratan şüphesiz tek ve gerçekti...

Ama...

O’nu şüphe etmeden...

Tek ve gerçek bulan halen:

Kendi fikriydi...



Nitekim...

Tanrı giderek bu fikrinden memnun olmadığını hissetti...

Evet...

Koca bir evren yaratmış...

Gönderdiği nice kaosların kurduğu temel düzene itaat edişlerini izlemişti...

Ama bu, sadece...

Nesnenin düzen karşısındaki:

Boyun eğişiydi...



Düzeninin, kendi aklındaki mükemmeliyeti elbette ki:

Şüphe götürmezdi...

Fakat...

Kendi aklı...

Onu kendisi için gerçek kılmaya:

Yetemezdi...



Çünkü...

Fikir, özgür değildi...

Çünkü...

Allah, kendi aklının kendisine övgüsüyle avunamazdı...

Çünkü...

Kendisinden bağımsızlığını kazanmayan hiçbir itaat:

Gerçekçi olamazdı...

Çünkü kibir:

Rabb’e yakışmazdı...



Öyleyse...

O’nun gerçek ihtişamını kendi başına ortaya çıkarabilecek...

O’na:

Bu akıldan...

Ve hatta...

Bu bilgiden bile bağımsız olarak da iman edebilecek bir canlı:

Yaratmalıydı...



Gerçekliğinin kanıtına...

O’nu ancak bağımsız yargısıyla doğrulayabilen bir canlıyla ulaşabilirdi...

Bu öyle bir canlı olmalıydı ki...

Aklını kendi suretinden yaratmalı...

Ama...

Onu tamamen özgür bırakmalıydı...





Hatta...

Önüne engeller koymalı...

Kafasını karıştırmalı...

Ve...

Meleklerinden birini de onu yoldan çıkarmakla:

Görevlendirmeliydi...



Kader, kaoslarla kendini kanıtlamış mükemmel bir yöntemdi...

Şeytan ise...

İnsanı yoldan çıkarma görevini yerine getirebilecek en uygun melek...



Peki ama...

İnsan cennetten çıkarılışıyla ilgili ne bilecekti?..



Bilmeli miydi ki?..

“Bilme” denirdi...

Ve bilmezdi...



Ama...

Bu yöntemle, insan aklı ileride gelişip -aynı kendisi gibi-:

Varlığının sebebini ve kendi gerçekliğini sorguladığında:

Durum daha da çok karışırdı...



Öyleyse...

Sebep yöntemi...

Yöntem de sebebi desteklemeliydi...

Amaç aracı...

Araç da amacı haklı çıkarmalıydı...



İşte o anda...

İnsanoğlunun karşısında bir ağaç...

Ve dallarında...

Yılan kılığına girmiş Şeytan belirdi...





Bilgi Ağacının yasak elmasını yiyen insan...

Hak ettiği cezayı bulduğunda...

Tek ve kudreti mutlak Tanrı...

Yarattığı evrende artık yalnız değildi...

“Yaratılanların en onurlusu” insan, artık...

Maddenin...

Ve enerjinin...

Ve düzenin...

Ve düzensizliğin...

Ve bütün evrenin:

Anlamıydı...



Artık o...

Bilerek...

Veya...

Bilmeyerek:

Allah için düşünecek...

Allah için öğrenecek...

Allah için çalışacak...

Allah için yaratacak...

Allah için yaşayacak...

Allah için ölecekti...



Ve en nihayet...

Cenabı Hakk’ın bahşettiği özgürce gerçek olma hakkıyla onurlananlar:

Birbirlerinin onurlarını...

Birbirlerinin özgürlüklerini

Birbirlerinin gerçeklerini...

Ve...

Birbirlerinin haklarını:

Aynı Cenabı Hak adına:

Yerle bir edecekti...

Ediyor...



Allah cemi cümlemizi:

Kula kulluk etmeyen...

Soran...

Sorgulayan...

İftira etmeyen...

Yalan söylemeyen...

Milletin rızkını çalmayan:

Âdil yurttaşlardan eylesin:

Âmin...

İnanç mı bilim mi?..


Canlarım...

Gerçek nedir?..

İnandığınız şey mi?..

Yoksa:

Bildiğiniz şey mi?..



Peki...

Bilgi nedir?..

Öğrendiğiniz şey mi?..

Yoksa:

Bilmeniz istenen şey mi?..



Peki ya inanç nedir?..

Size umut veren bilinmezlikler mi?..

Yoksa...

Bilimsel kanıtlarıyla...

Gerçeğin:

Ta kendisi mi?..



Peki...

Bilgilerinizle inançlarınızı birbirinden ayırt edebilir misiniz?..

Ve...

İnançlarınızı mı bilginize hâkim kılarsınız?..

Yoksa...

Bilgilerinizi mi inançlarınıza?..

Yoksa...

Hangisi işinize geliyorsa:

Onu mu sahiplenirsiniz?..



Bu sorular uzar gider...

Cevapları bin beter!..

Kimileri bilgisini haklı çıkarmaya çalışır...

Kimi inancını...

Kimi her ikisini birden...

Kimiyse hiçbirini...



Kimi sorana göre seçer cevaplarını...

Ve kimi ise:

Sadece korkularına göre...



Gerçeklerle ilgili fikirlerimiz, bizim:

Kim olduğumuzu...

Ve bu dünyada...

Kendimize nasıl bir yer biçtiğimizi belirlerken...

Gerçeğin kendisi asla değişmez...

Ama...



Çağlar...

Çıkarlar...

Beklentiler...

Ve...

Koşullar:

Gerçeğe inat...

Sürekli bir değişim içindedir...

Ve en büyük yalanlar da...

İşte bu değişimlerden doğar...



Allah hepimizi...

Bilimi, inançlarının önüne koyan...

Sorgulayan yurttaşlardan eylesin:

Âmin...

Uyanmak


Çıkar ittifakları fayda getirmez, ayrıştırır, ilkelerde ittifak önemlidir, ortak faydada birleştirir.

Her şey ülkem ve milletim için güzel olsun.

Açlar tok olsun, haramiler ve adaletsizler yok olsun.

Dileğim ve gayretim budur.

Mezarlıklar ayrım yapmıyor, herkesi bekliyor.

Âdil dağıtım yeri orası.

Herkesin sonunda serveti, iki metrelik toprak.

Aldığın nefesi bile, geri veriyorsan, hiçbir şey senin değildir.

Bunu unutma, iftira atma, Allah’ın lânetlediği kişi olma...

Makam için servet için, insanlığını bozma.

Haksızlık ve zulüm, kime yapılırsa yapılsın karşı çık, “şucu, bucu” diyerek ayrım yapma:

Uyanmak budur, tercih budur...



 

Kemal Albayrak

20-21. Dönem AKP Kırıkkale Milletvekili,

Ulaştırma Bakanlığı E. Müsteşar Yardımcısı

Siyasetçi palavraları


Üç milletvekili adayı, parti merkezinde oturmuş, sohbet ediyorlardı...

Söz döndü dolaştı kadın Genel Başkan’la olan samimiyetlerine geldi...

“Hanımefendi beni çok sever” dedi birinci aday ve devam etti: “Her öğle yemeğinde beraber oluruz, ülke sorunlarını tartışırız...”.

İkincisi başladı konuşmaya:

“Hanımefendi beni de her gün odasına çağırır, ülke ve parti meselelerini konuşuruz, telefon çalınca sekretere ‘meşgulüm, sonra arasınlar’ der...”.

Üçüncü aldı sözü:

“Ben de her gün Hanımefendinin odasına girerim, memleket meselelerini konuşurken, telefon çalar, açar ‘bir dakika’ der ve telefonu bana uzatır: ‘al seni arıyorlar, konuş’ der...”.



“Bunlar hangi partidendi?” diye sormayın lütfen...

21 yıl kadar önceydi...