Korkusuz
Can Ataklı

Siz çakmak hikâyesini bilir misiniz?

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Siz çakmak hikâyesini bilir misiniz?


İşler giderek daha da kötüleşiyor.

Tabii demokrasi yok, hukuk yok, insan hakları yok, parlamento yok, hükümet yok.

Ne var bunların yerine?

Tek adam rejimi var.

Her şey bir kişiden soruluyor.

85 milyonluk ülkede karar veren tek kişi olunca işler sağlıklı yürür mü?

Yürümüyor tabii.

Yürümediği gibi kimse de sorumluluk üstlenmiyor.

Ekonomi batık, işsizlik müsilaj gibi sarmış her tarafı, hayat pahalılığı artık bel bükmüyor resmen belleri kırdı geçti, okyanustaki ada ülkeleriyle bile kavgalıyız, dışarıda üç kuruşluk itibarımız bile kalmadı.

İşin en fena tarafı da devletin bütün birimleri tek adama biat etmiş durumda ve en küçük bir tökezlemede hepsi ortalıktan yok olacağı için sorumlu da bulamayacağız.

Tek adam rejiminin ucube bir sistem olduğunu, eninde sonunda tıkanacağını ve bedelini hep birlikte ödeyeceğimizi anlatmak için çok çabaladık ama hile hurda yapılan referandumu aşamadık, şimdi bugün herkes pişman olmasına pişman da nasıl çıkacağını bilemiyor kimse bu durumdan.

Şimdi sizlere bir hikâye sunmak istiyorum.

Aslında pek çok kere yayınlanmış.

SÖZCÜ’de Mesut Parlak Hocamın köşesinde görmüştüm.

Bu ucube rejimi sanıyorum daha iyi anlatan bir hikâye bulmak çok zordur.

Okuyun bakalım bana hak verecek misiniz?

Köyün birine eski zamanda bir çakmak getirmişler, çakmak o kadar kıymetli ki, sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanmaması için güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş. Köylüleri toplayıp bu ateş aletini kime verelim diye sormuşlar, köylüler de muhtarı salık vermiş, “İhtiyaç duydukça alır, ateşimizi yakarız” demişler.

Muhtar çakmağı alınca -ateşin sahibi olarak- giderek saygınlığı artmış, etrafında dalkavuklar, yağcılar toplanmaya başlamış. Saygı arttıkça muhtarın kibri de büyümüş.

Etrafından daha çok saygı, daha çok korku beklemeye başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş. Dalkavukların da tahrikleri ile ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış, kiminin evini, kiminin tarlasını yakmış.

Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş. Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamışlar. Ticaret durmuş, köye gelen çerçicilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken muhtarın köyü giderek gerilemiş.

Muhtarın köylülerinden biri kendileri gerilerken, çevre köylerin niçin geliştiğini merak edip çevre köylerden birine gitmiş.

Oradaki zenginliği, bağı bahçeyi görünce sormuş; “Sizde çakmak yok mu?”

Köylüler; “Var” demişler,

“Peki sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız, bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı, bizim köyde her şey tarumar oldu?”

Köylüler; “Yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?”

“Evet, muhtara verdik.”

“Eyvah! büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi?”

“Siz öyle yapmadınız mı?”

“Hayır, biz öyle yapmadık, biz çakmağı bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini başkasına verdik. Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor.”

“Desenize biz hepsini bir kişiye vermekle kendi kendimizi yakmışız...!”

Hikayeye başkaca bir yorum eklemek gereksiz değil mi?



ÇOK GÜLDÜM

İkisi “meşhur” otelli 4 pazar fıkrası


Bu hafta Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralar arasında iki tane “otelli” fıkra var.

Adını vermemiş ama bildiniz siz o oteli işte.

Haydi birlikte okuyalım o zaman...

Kaba komşum

Bu sabah son derece kısa boylu komşumu otobüs beklerken gördüm, “Haydi atla içeri seni ofisine bırakıvereyim” diye teklif ettim...
“Defol git!” diye bağırdı bana.
“Ne aksi biri” dedim içimden, ona doğru çömelerek açtığım sırt çantamın fermuarını kapatıp ayağa kalktım ve yolumda yürümeye devam ettim...

Temel ve otel

Temel günlerdir basında adı geçen oteli “Yahu nasıl bir otel bu böyle?” diye çok merak etmiş, varını yoğunu bankadan çekip otele gitmiş ve kayıt işlemlerini bitirmiş, bellboy bavulları almış, Temel delikanlıyı takip etmiş, içeri girip kapı kapandıktan sonra etrafını iyice kontrol etmiş, sinirine hâkim olmaya çalışarak “Delikanlı” demiş, “Ben o saçma merakımdan bu otele  geliyor olsam da bu aptal biri olduğum anlamına gelmez... Bu otele akılalmaz bir para ödedim.. Bana çok küçük bir oda verilmesini bir kenara bırakalım, ama bunun penceresi yok, televizyonu, dolabı yok.. Yatak yok yahu.. Delirtmeyin beni...”
Bellboy, “Efendim” demiş son derece saygılı bir ifadeyle, “daha odanıza gelmedik, bu asansör efendim!”

Otele giriş sohbeti

-Otelimize hoş geldiniz... Çocuklar beyefendinin tankını gölge bir yere alalım..

-Yolda epey tozlandı, üzerine de bir su tutuverin... Diğer arkadaşlar geldiler mi?

-Gurubunuzdan bir kişi denizden destroyerle geldi, bakın, namlusu buraya dönük açıkta demirli... Kendileri şu anda açık büfedeler... Kolunun altında roketatar, diğer eliyle salata almaya çalışan esmer beyefendi... Rus ve Özbek mafyaları ise dün geldiler... Bakarsanız burun delikleri şişmiş bir şekilde birbirlerine ters ters bakarak lobide oturan arkadaşları görebilirsiniz...

-Şu yerde yatan üzeri gazetelerle örtülü beyefendi kim? Az daha üzerine basıyordum.

-Otelimizin geçen haftaki sahibiydi... Her hafta mal sahibi değişiyor, biz de aklımızda tutamıyoruz,  hemen ilgilenelim... Çocuklar kaldırın yerdeki beyefendiyi.

Oda ücretini peşin alıyoruz... Yüz bin lira rica edebilir miyim?

-Yahu her türlü gazetecisi burada, memur maaşlısı burada, bırak oda parasını, millet koskoca otele çökerken beş kuruş ödemiyor, şimdi sen bizden oda parası mı istiyorsun?.. Alt tarafı bir gece kalacağız, otele çöker çökmez döneceğiz... Tövbe tövbe...

Toplama araba yapan baba

Delikanlı, arkadaşına babasının nasıl becerikli olduğunu, işini yoktan var ederek evlerinin geçimini sağladığını anlatıyormuş, “Seninki Cadillac’ın birinin direksiyonunu sökmüş, Ford’un radyatörünü, bir 68 Plymouth’un tamamen ön konsolunu ve ucube ama şık bir araba yapmış. Değişik bir markayı kafasından  uydurarak birine satmış, paraları toparlayıp bize getirdi. ”

Arkadaşı “Çok iyi yaa..” diye atılmış, “E, bu iş için ona ne kadar vermişler?..”
Diğeri cevaplamış; “Toplam iki yıl!”