Korkusuz
Ümit Zileli

Sevr Antlaşması’nın önde gelen savunucusu Vahdettin’dir

Önümüzdeki hafta, 24 Temmuz’da, Türkiye’nin tapusu ve temel taşı Lozan Antlaşması’nın  100’üncü yılını kutlayacağız...

Doğal olarak Lozan’ı delmek isteyen gerici çevrelerin insanı kahkahaya boğan saçmalıklarının da yıldönümü sayılır 24 Temmuz! Öyle inciler saçarlar ki ortalığa, adeta beyninizin yandığını hissedersiniz!  Nitekim yine öyle oldu; Lozan’ın, tarihin çöplüğüne gönderdiği Sevr Antlaşmasıyla ilgili olarak Vahdettin’i savunayım derken pek komik durumlara düştüler...

Hele bir tanesine çok güldüm. Tarihten bihaber bir muhterem, can havliyle padişahını savunayım derken, aynen şu cümleyi kurmuştu:

-Sevr Antlaşması, padişah ve parlamento tarafından imzalanmadı...

Doğru, antlaşmanın anayasa uyarınca o zamanki adıyla Meclis-i Mebusan tarafından da imzalanması gerekiyordu ancak imzalanmadı... Daha doğrusu imzalanamadı çünkü ortada bir Meclis kalmamış, işgal güçlerinin baskısı ile bizzat pek sevgili padişahı tarafından dağıtılmıştı!..

Gelelim, Sevr Antlaşması’nı imzalamadığı, daha sonra memleketten kaçmadığı(!) iddia edilen Padişah Vahdettin’e... Bu iddialar çoğunlukla Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın antlaşmanın imzalanması için topladığı Şura-yı Saltanat toplantısında yaşanan bir sahneye dayandırılır. Ayan üyesi Ahmet İzzet Paşa’nın “Feryadım” adını taşıyan iki ciltlik eserinde bu sahne şöyle anlatılıyor:

-Müzakere garip bir tarzda geçti... Yalnız anlaşma kabul edilmezse İstanbul’un Yunan askerinin işgaline verileceğinden, devletin tamamen çöküş ihtimallerinden, kabul edildiği suretteyse işitip anlamadığım bazı hafifletmelerden ve menfaatlerden söz edilmişti... Ayan’dan Topçu Rıza Paşa merhum gür sesiyle itiraza kalkıştıysa da, Sadrazam onu çirkin bir şekilde susturdu ve mecliste düşünce ileri sürülemeyeceği, mesele oya konulacağı zaman kabul edenlerin ayağa kalkması, etmeyenlerin yerinde kalkması gerekeceğini kahraman bir eda ile ihtar etti. Bunun üzerine Zat-ı Şahane, “Böyle müzakere olmaz. Fayda ve zararlarına ait burada bulunanların görüşleri dinlenmelidir” buyurdular. Ferit Paşa bunun üzerine galiba daha önce konuşup anlaştığı bazı kişilerin görüşlerini sormuş bunlar da hep kabul tarafında görüş ortaya koymuşlardır. Kabul edenler ayağa kalksın denilmesi üzerine Zat-ı Şahane birdenbire ayağa kalkıp salondan çıkınca herkes de tabii olarak ayağa kalkmış, komedya da bu şekilde sona ermiştir...

Virgülüne dokunmadan alıntı yaptığım Ahmet İzzet Paşa son derece haklıydı, bu yalnızca bir komedyaydı ama aynı zamanda, koskoca milleti köleliğe ve yok olmaya mahkum eden, önceden prova edilmiş çirkin ve alçakça bir oyundu!..

Önce Padişah Vahdettin’i tanıyalım!


Aslında şu yukarıdaki satırlar, padişahın nasıl bir kurnazlığa sahip olduğunu hiçbir kuşkuya yer bırakmadan ortaya koyuyor...

Sevr’in kabul ve ret sürecini anlatmadan önce, o tarihlere geri dönüp, yaşananlara göz atmakta fayda var:

-Öncelikle Vahdettin ve Damat Ferit Paşa, İngiliz Sevenler Cemiyeti’nin 1 ve 2 numaralı üyeleriydiler. Tabii, iktidardaki Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın tüm ileri gelenleri de!..

-Yunan ordusuna “Halife’nin ordusudur” diyen, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını şeyhülislamın fetvasıyla idama mahkum ettiren, Kuvayı Milliye’nin karşısına Kuvayı İnzibatiye’yi çıkaran, tahtını korumak uğruna Boğazlar dahil tüm Anadolu’nun işgaline gıkını çıkarmayan bu Vahdettin değil miydi?..

-Türk milleti için, “Türk, dini, soyu, sopu, yurdu belirsiz karmakarışık cahiller sürüsüdür” diyen Vahdettin değil miydi?..

Bu padişah mı, Sevr antlaşmasına karşı çıkacak, tavır koyacaktı, güldürmeyin insanı. Tam tersine, Tevfik Paşa başkanlığındaki barış heyetine güvensizliğinden, has adamı Damat Ferit’i apar topar, tamtakır hazineden yüzbinlerce lira harcayıp Gülcemal vapuruyla Marsilya’ya, oradan da Paris’e koşturan bizzat padişahın kendisiydi!..

Şura-yı Saltanat toplantısında, Damat Ferit’in “Antlaşmayı kabul edenler ayağa kalksın” düsturu üzerine ayağa kalkıp odayı terk ederken, tüm üyelerin ayağa kalkacağını, sadrazam sıfatlı uşağın da bunu “oy birliği ile kabul” ilan edeceğini hesaplamamış mıydı sanıyorsunuz?!.

İşte o toplantıdan sonra, milletin ve ülkenin sonu olacak “ihanet belgesinin” imzası için Hadi Paşa ve Rıza Tevfik acilen Paris’e gönderildi ve 10 Ağustos 1920’de, Kurtuluş Savaşı kan vererek can vererek sürdürülürken, Paris’in Sevr kasabasında bir porselen fabrikasında imzalandı...

-Vahdettin tavlada kazanmıştı... Ama 2 yıl sonra satrançta kaybedecekti!

Vahdettin kaçtı, Sevr yırtılıp atıldı!


Büyük devrimci ve Türk milleti Sevr’i asla kabul etmedi...

Büyük zaferden bir kaç ay sonra, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. Padişah Vahdettin, 17 Kasım gecesi ailesi ve yardımcılarıyla birlikte, himmetine sığındığı İngilizlerin “Malaya Zırhlısı”na binerek kaçtı. Mustafa Kemal, bu kaçışı duyduğunda acı acı gülümseyerek şu yorumu yapacaktı:

-Gerçekten, neden ve nasıl olursa olsun, Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi ulusu içinde tehlikede görebilecek kertede aşağılık bir yaratığın bir dakika bile olsa, bir ulusun başında bulunduğunu düşünmek ne acıklıdır!

Bu kaçıştan yalnızca 8 ay sonra, 24 Temmuz 1923’te, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel senedi, bağımsızlığımız ve özgürlüğümüzün simgesi Lozan Antlaşması imzalandı...

-İşte, esaretten özgürlüğe, kul olmaktan yurttaşlığa uzanan “Sevr hikayesi” budur!

Lozan ise bir onur ve gurur abidesi olarak tarihe kazınmıştır!