Zamanın birinde aç bir adam pazardan geçerken canı armut istemiş.

İlk tezgâhtan iki tane armut almış ve yemiş...

Meyve hırsızını gören pazar halkı adamı yakalamış, daha önceden Padişah tarafından duyurulan bir ilan gereği Saray’a çıkarmışlar...

Padişah müşfik bir ses tonuyla sormuş:

“Hırsızlığın kötü bir şey olduğunu ve cezalandırılacağını bildiğin halde niye yaptın bunu?..”.

“Karnım çok açtı ve armudu da çok özlemiştim dayanamadım Sultanım” demiş adam...

Padişah yine ve adamı kırmamaya özen göstererek:

“Armutlarını çaldığın pazarcıya parasını ödeyebilecek misin?..” diye sormuş...

Adam:

“Param olsaydı çalar mıydım Sultanım” deyip devam etmiş, “ama ülke ekonomisini kurtaracak çok değerli bir bilgiye sahibim...”.

Padişah gülmüş:

“Yahu, kendi karnını doyuramayan biri, ülke ekonomisini kurtaracak hangi bilgiye sahip olabilir ki?..”.

Adam, az önce yediği armutların çekirdeklerini cebinden çıkarıp Padişah’a verirken şöyle diyor:

“Sultanım, bu tohumları ekersen üç gün içinde filizlenip sana altın olarak dönecek...”.

Padişah bu saçma bilgi karşısında kahkahasını tutamamış:

“O halde sana dilediğin kadar çok tarla vereyim git oraya bu tohumlardan ek yetişen altınlardan hem sana da pay vereyim hem de seni serbest bırakayım...”.

“Ama sultanım” diyerek itiraz etmiş adam, “bu tohumları ekip altın olarak toplayabilmek için bir sihir var...”.

“Nedir sihir?” diye sormuş Padişah:

“Bunları hiç hırsızlık yapmamış, hiç yalan söylememiş, halkını hiç kandırmamış, ülkesine hiç ihanet etmemiş biri ekmeli” diye başlamış adam ve devam etmiş, “oysa ben zaten suçüstü yakalanmış yalancı bir hırsızım, benim ektiklerim tutmaz ama siz cihan padişahısınız, çalmazsınız, hiç çalmamışsınızdır, hiç yalan söylememişsinizdir, halkınızı hiç kandırmamışsınızdır, bunu sadece siz ekerseniz tutar...”.

Padişah’ın yüzü kızarmış, ter basmış:

“Yahu ben senin bahçıvanın mıyım, eker miyim ben bu tohumları?..” diye gürlemiş ve bakışlarını ulemaya çevirmiş, “ver bunları bizim Sadrazam’a o eksin...”.

Sadrazam’ın eli ayağı titremiş:

“Sultanım hayatımda hiç tohum ekmedim, beceremem Maliye Nazırım eksin” demiş...

Maliye Nazırı buz kesmiş...

Alnında biriken terleri elinin tersiyle silerken:

“Ben deniz sahilinde büyüdüm Sultanım, balık olsa gidip tutayım ama tohum ekemem...”.

Bir süre hiç kimse bir şey söylemeden Padişah’ın konuşmasını beklemiş:

“Hadi bakalım o zaman” diye başlamış Padişah, “bu adamın elindeki armut çekirdeklerinin altına dönüştüğünü ispat edelim”...

Kaftanının cebinden bir altın çıkarıp adamın kucağına atmış:

“Sizler de bu adama altın atın da tohumların altına dönüştüğünü hep birlikte kanıtlayalım...”.

Herkes cebinden çıkardığı altınları adama atarken Padişah:

“Efendi” demiş, “sen bana çok büyük ders verdin, belli ki fakirliğimizin, ekonomimizdeki felaketin sebebi yapılan hırsızlıklar, bunların hepsini sürgüne gönderip yerlerine tohum ekip altın biçmeye gerek bırakmayacak namuslu, çalmayan, halkımıza yalan söylemeyenleri getireceğim...”.

Günün sözü

Felek ne cömert aşağılık insanlara!..

Han hamam, dolap değirmen, hep onlara...

Kendini satmayan adama ekmek yok:

Sen gel de “yuh” çekme böylesi dünyaya...

Ömer Hayyam

KÜFÜR ÇOKTU AMA

Erşan Kuneri’nin 2. Sezon 8 bölümün tamamını izledim...

Kabareyi ve siyasî mizahı özleyen herkese:

7. bölümü izlemelerini tavsiye ederim...

O bölümün cıvıl cıvıl müziğini Cem yapmış...

Sözlerini de kendi yazmış...

Bayıldım...

Dizinin finali de çok iyiydi...

Neco’nun sesinden harika bir şarkıyla ve ortak dansla bitirdiler...

Sevgilim:

“Çok fazla ve gereksiz küfür var” diyerek bu defa izlemedi...

Ben ise:

“Hayatımız bu... Küfür saraylarda da var konaklarda da var en çok da yalılarda var” diyerek itirazsız izledim tüm bölümleri...

CERVANTES’TEN MEALEN

Şeytan giderken Don Kişot bağırdı:

“Bir soru daha soracağım sana...”.

“Sor bakalım” dedi Şeytan...

“Dün gece ormanda savaş naraları atanlar senin adamın mıydı?..”.

Güldü Şeytan:

“Elbette... Benim adamlarım çoktur...”.

Don Kişot “iyi ama” dedi, “Allah diye bağırıyorlardı...”.

Şeytan kocaman bir kahkaha attı:

“Ne sandın ya?.. ‘Şeytan’ diye mi bağıracaklardı?.. Bizim işimiz bu: aldatmak...”.

ALEVİ HEP CANLI TUTALIM...

12 Ekim günü, “Umutlarımı çürütmeye niyetim yok” başlığı altında yayımlanan yazım, bugüne kadar en çok itiraz aldığım yazım oldu...

Meğer birbirimizden nefret etmeye ne kadar meraklıymışız...

Meğer siyasi olarak nasıl da paramparça olmuşuz...

Nasıl koparılmışız birbirimizden...

Kırklareli Atatürk Lisesi’nden sınıf arkadaşım Dr. Zafer Aksöz adeta imdadıma koşar gibi bir kıssa yayımladı ortak gurubumuzda...

Hoşuma gitti...

Paylaşayım istedim...

Adamın biri hiç aksatmadan sürekli olarak bir arkadaş grubunun toplantılarına katılıyordu. Ansızın kimseye haber vermeden toplantılara katılmaz oldu.

Birkaç hafta sonra gruptan bir arkadaşı bir gece onu ziyarete gittiğinde arkadaşını tek başına yanmakta olan parlak ateşli şöminenin karşısında buldu.

Adam arkadaşını kabul etti.

Huzurlu ve sessiz bir atmosfer ortama hakimdi.

Her ikisi de şöminede kırılmış, yanmakta olan odunun etrafında adeta dans eden alevleri seyrediyorlardı.

Birkaç dakika sonra misafir olan, şömine içinde yanmakta olan odunları inceleyerek, en güzel parlak ışığı saçan odunu seçti ve maşa ile onu şöminenin kenarına koyup yerine oturdu.

Ev sahibi, olan biteni izliyordu.

Arkadaşının hareketleri karşısında mest olmuştu.

Kısa bir süre sonra, yanmakta olan o güzel alevli kısım odundan ayrıldı...

Bir an için parladı ve çabucak tamamen söndü.

Kısa bir süre önce ısı ve ışık saçan nesne siyah ve ölü bir ağaç parçasına dönmüştü.

Misafirin gelişinden itibaren aralarında çok az bir konuşma geçmişti.

Gitmeğe hazırlanmadan önce misafir olan adam, o faydasız ağaç parçasını maşa yardımı ile yanmakta olan ateşin ortasına koydu.

Hemencecik canlandı ve etrafındaki kor ateşlerin yardımı ile tutuşarak yandı.

Misafir gitmek için ayağa kalktı.

Ev sahibi:

“Ziyaretinizden ve bana verdiğiniz güzel dersten dolayı müteşekkirim. Yakında grubumuza döneceğim” dedi...

Neden bir grup hayatımızda önemlidir?

Çünkü gruba her yeni katılan üye, diğerlerinden ısı ve ateş alır.

Hatırlatmaya lüzum var ki, grubun üyeleri ateşin bir bölümünü oluştururlar.

Ayrıca hatırlamalıyız ki, biz birbirimizin alevini yakmakla sorumluyuz.

Birliği, öncelikle kendi aramızda sağlamalıyız ki ateş gerçekten kuvvetli, etkili ve sürekli olsun.

Ateşi, ateş içinde saklayın...

Aykırı düşünceler ve yanlış anlaşımalar bazan bizi üzebilir:

Bu önemli değil...

Önemli olan, bizim buradaki birbirimize olan bağlılığımız ve aramızdaki karşılıklı sevgimizdir. Biz buradayız ki birbirimize mesaj gönderelim, öğrenelim, fikir alışverişi yapalım.

Birbirimizin sevinç ve üzüntülerine ortak olalım ve bilelim ki yalnız değiliz.

Biz ancak birlikte, yan yana olursak birbirimizi tamamlarız.

Tıpkı bir zincirin halkaları gibi.

Geliniz alevi hep canlı tutalım...