Bir süredir ekonomi yönetimlerinin sayesinde hayatımıza bir sürü yeni kavram girdi.
Heterodoks, epistemolojik, shrinkflasyon, skimplasyon, stagflasyon...
Sadece aklıma ilk gelenler bunlar. Her biri ayrı bir ders konusu, ayrı bir tartışma başlığı.
Ama hepsi, ülkenin ekonomik ruh halini tek başına özetlemeye yetiyor.

Şimdi bu listeye Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan’ın son açıklamasıyla bir kelime daha eklendi: Optimal!

Bakan, “Asgari ücret tespit komisyonundan hem çalışanlarımızın refahını koruyan hem de işverenlerin üretim ve istihdam gücünü gözeten optimal bir seviyenin çıkacağına inanıyorum” dedi.

Optimal...
TDK’ya göre “en uygun”.

Peki markete, kasaya, kira gününe, faturaya sorsak?
“En uygun” hayat nerede, nasıl yaşanıyor, gerçekten biliyor muyuz?

Çünkü hayat pahalılığı maksimumda.
Geçim derdi maksimumda.
Borçlar maksimumda.
Kaygı maksimumda.

İnsanların günü kurtarmak için geliştirdiği küçük çözümler, hesaba kitaba boğulan saatler, borcu borçla kapatma çabası... Hepsi ama hepsi maksimumda.

Sokakta yürüyen herkesin yüzünde aynı hesap çizgisi var.
Kimse artık refahını korumaya çalışmıyor; hayatta kalmanın “optimal” yolunu arıyor.

Bir faturayı öderken diğerini geciktirmek...
Bir kredi kartından çekip diğerini döndürmek...
Kiranın arttığı ay çocuğun okul masrafından kısmak...
Bunların hiçbiri “optimal” değil; bunlar çaresizliğin günlük pratikleri.

Ekonomi literatürü büyüyor, kavramlar çoğalıyor...
Ama hayatın özeti çok daha basit:
Bu ülkede insanlar artık “Ne alsam?”ı değil, “Sepetten neyi bıraksam?”ı düşünüyor.

Ekonomide “optimal” arayışı sürüyor olabilir.
Gerçek yaşam ise çoktan hayatta kalmanın minimumuna sıkışmış durumda.

Kadınların sessiz çığlığı: KADES

Bugün 25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü. Her yıl bu tarihte raporlar, kampanyalar, açıklamalar havada uçuşur... Ama Türkiye’de karnemizi aslında tek bir veri anlatmaya yetiyor.

Dün açıklanan nüfus verilerine göre bu ülkede 43 milyon kadın yaşıyor.
Ve o 43 milyonun içinde, sessiz ama çarpıcı bir rakam var:
Bu topraklarda KADES uygulaması 8 milyon 900 bin 990 kez indirilmiş.

Bu ne demek?
Her 10 kadından 2’sinin telefonunda bir acil durum düğmesi taşıması demek.
Her 10 kadından 2’sinin kendini sokakta, parkta, okulda... Belki de evinin içinde güvende hissetmemesi demek.

Polisi arayıp adres verip derdimi anlatacak vaktim olmayabilir” diye düşünen milyonlarca kadın...
Konumundan ulaşılabilir olmakla, tek tuşla yardım isteyebilmekle bir nebze nefes alabildiğini hisseden bir ülke gerçeği...

Üstelik sadece yılın ilk 10 ayında, uygulama üzerinden 407 bin 257 ihbar yapılmış.
Bunların 260 bini gerçek.

Yani bu ülke, her gün kadınların parmak uçlarına sıkışmış bir korku haritasıyla yaşıyor.
Sessiz bir çığlık gibi, rakamlara kayıt düşüyorlar.

Dünyanın beklediği liste ve karanlık pazarlıklar

Dünya nefesini tutmuş Epstein belgelerini bekliyor.

Cezaevinde ölü bulunan Jeffrey Epstein 18 yaş altındaki çocuklarla fuhuş ağı kurmak ve bu çocukları ünlü iş insanları ve siyasetçilere pazarlamakla suçlanıyordu. 

Konuşmadan öldü.

Yaklaşık 6 yıl sonra...

ABD Başkanı Trump baskılara boyun eğdi, Epstein hakkındaki tüm dosyaların kamuoyuna açıklanmasını öngören tasarıyı imzaladı.

Adalet Bakanlığı belgeleri 30 gün içinde yayımlayacak.

Bugüne kadar Epstein’in bir “müşteri listesi” tuttuğuna dair resmi bir kayıt bulunamadı.

Ama herkesin bildiği bir şey var:

50.yaş doğum gününde Prens Andrew, Donald Trump ve Bill Clinton’ın da aralarında bulunduğu “arkadaşlarından” gelen mektuplar dosyalarda duruyor.

Yargılamada gölgede kalan, türlü gerekçelerle üzeri örtülen ayrıntıların bu belgelerle ortaya çıkması umuluyor.

Ama işte dünyanın en “hassas” halkası yine devreye giriyor: Ulusal güvenlik.

Epstein belgelerinin bazı bölümlerinin “ulusal güvenlik” gerekçesiyle sansürlenebileceği belirtiliyor.

Ve asıl tartışma da tam burada büyüyor.

Trump’ın belgelerin yayınlanmasına izin vermesi karşılığında, kendisiyle ilgili kısımların karartılabileceği konuşuluyor.

Dünya pedofili, suç ortaklığı ve yıllardır süren büyük sessizlikle yüzleşmeye hazırlanırken; gerçeklerin ne kadarının ortaya çıkacağı, ne kadarının ise “güvenlik” adı altında törpüleneceğini bilmiyoruz. Bir yanda tarihe geçecek bir ifşa beklentisi...

Diğer yanda yine aynı duvar: Güçlülerin dokunulmazlığı.

“O sayfalar açılacak mı, yoksa güçlüler yine kendi karanlıklarını mı koruyacak?” sorusu gündemin merkezinde.