Korkusuz
Ümit Zileli

Nobel ödüllü yazarın “iflah olmaz” saplantısı!

Orhan Pamuk’un ilk kitabı “Cevdet Bey ve Oğulları” iyi bir kitaptı...

Sonuna kadar sıkılmadan, ilgiyle okumuştum. Gerçi neredeyse tüm diğer kitaplarında olduğu gibi, iflah olmaz bir Atatürk ve Kemalizm karşıtlığı bu romanda da kendini gösteriyordu; ancak eli yüzü düzgün ve bitirene kadar okuduğum tek kitabı da bu olmuştu!..

Sonrasında “Kar”, “Gizli Yüz”, “Kara Kitap” gibi romanlarını ya başladıktan birkaç sayfa sonra ya da ilk 50 sayfayı geçemeden terk ettim!

Pamuk, nazikçe söylenirse “intihal”, daha sert olmak istenirse “aşırmacılık” denilen boyaya da batmış “Nobel ödüllü” bir yazarımız ne yazık ki!.. Eleştirmen Oğuz Demiralp’ın, Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan ve Pamuk’un eserlerini mercek altına aldığı “Orhan Bey ve Kitapları”nda bakın bu “aşırma” meselesini nasıl anlatıyor:

-Cevdet Bey ve Oğulları’nın Thomas Mann’ın “Buddenbrooklar’ıyla”, Kara Kitap’ın Anne Maria Schimmel’in “Nur Diyarı’yla”, Yeni Hayat’ın J.G.Ballard’ın “Çarpışması’yla”, Benim Adım Kırmızı’nın Başta Eco’nun “Gülün Adı” olmak üzere başka birçok kitapla, Kar’ın Dostoyevski’nin “Ecinniler’iyle” hatta Babamın Bavulu’nun Cem Uçan’ın “Bir Sürü Kadınlı Yıllar” öyküsüyle birbirinden farklı yönlerden ama dikkat çekecek derecede yakınlığı vardı!

Ancak Pamuk’la ilgili “aşırma” tartışmalarının zirvesi Beyaz Kale romanıydı! Fuad Carım’ın bir çalışmasında geniş şekilde anlatılan, 16. asırda yaşamış Pedro de Urdemalas isimli bir İspanyol’un İstanbul anılarını yazdığı kitaba fena halde benziyordu!.. Oğuz Demiralp, Beyaz Kale için şöyle diyordu:

-Bu kitabı okuyunca gördüm ki, Beyaz Kale için gürül gürül bir esin(!) kaynağı olmuş!

Veba Geceleri!..


Orhan Pamuk, edebiyat anlamında epey süredir sessizdi...

Geçenlerde şaşaalı bir dönüş yaptı; son kitabı “Veba Geceleri” müthiş bir reklam kampanyası, “aman kaçırmayın”, “mutlaka okuyun” gazını sonuna kadar veren röportajlarla seyircinin, pardon okuyucunun huzuruna servis edildi!

Etkilenmedim desem yalan olur, hatta bir, iki arkadaşımın elinde görünce almaya bile karar vermiştim... Ancak ODA TV’de Sevda Kaynar’ın eleştiri yazısını okuduğumda ilk aklıma gelen şu oldu:

-Huylu huyundan vazgeçmez!..

Önce Kaynar’ın kaleminden kitabın konusuna bir bakalım:

Veba Geceleri, Minger adında yazarın uydurduğu bir adada geçer.... Adada veba salgını başlar. Devir Abdülhamit devridir. Kaynar’ın tam burada önemli, bir notu var: (Vahdettin olsaydı amaç en başından belli olacaktı. Romancı belli ki burada tarihle oynamış!)

Devam edelim, bu arada yedi düvelin donanmaları adayı ablukaya alır. Bunların arasında padişahın donanması da vardır. Abdülhamit (aslında Vahdettin) ve Düvel-i Muazzama iş birliği artık ortadadır. Tam da bu sırada asıl kahraman belirmeye başlar:

-Kolağası Kamil! (Romancının kendisinin çizdiği kapak resminin sağ alt köşesinde belirtilen, tek madalyalı, dikkat edilmezse görülmeyen figür!)

Yunan savaşından başka savaş görmemiş, tek madalyası olan, askeri okulu dereceyle bitirmiş, annesine ikinci evliliğinden dolayı kırgın, ince bıyıklarını yukarıya doğru tarayan yakışıklı genç subay. Romanda onun için şu satırlar da var:

-Genç subayın o anda tarihin kendisine vereceği büyük rolü aklından geçirmediği...

Kolağası Kamil’in çocukken evinin bahçesinde kargaları kovaladığı da araya sıkıştırılmıştır! Hala anlamayanlar için, vebanın korkunç boyutlara geldiği bir gün Kamil postaneyi basar, bütün telgraf sistemine el koyar ve daha sonra bir Rum eczacının amblemini taşıyan komik bir bayrağı sallayarak komutan Kamil olur... Daha sonra da Cumhurbaşkanıdır artık...

-Artık anlaşıldı sanırım. Kamil, Mustafa Kemal Atatürk, salladığı komik bayrak ise Türk Bayrağı’dır!..

“Acaba sipariş üzerine yazılmış bir roman mı?!.”


Şimdi gelelim romanı sayfa sayfa inceleyen Sevda Kaynar’ın duygu ve düşüncelerine...

-Öncelikle romanın son sayfasını bitirdiğinizde büyük romanların sonunda beliren saygı, beğeni dorukları hatta tutku belirmiyor asla. Bir tek soru gelip dayanıyor boğazınıza: Neden?

Neden Nobel almış bir Türk yazarı, o ülkenin içinde bulunduğu durumu es geçip, fikirleri ile gerçek kurtuluş çaresi olan bir büyük bir insanın, Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırasına ebedi bir saldırı düzenler? Onun heykellerini yıkan meczuplara yazarın kendi yüksek seviyesinden yollanan bir onay değil de nedir bu?

Sonra da şu şüpheyi dile getiriyor Kaynar:

-Acaba bu roman bir sipariş üzerine mi yazıldı? Kendini Türk kimliğinden soyutlamış yazara, bu utandığı kimlikten iyice soyunması için şunlar denmiş olabilir mi? “Şu Atatürk efsanesine de bi çak bakalım! Ermenileri kestik demen unutuldu, şimdi de en dokunulmaz olanı yerinden kıpırdat, senin romancılığına toz kondurmayanların önüne lezzetli bir yem at!

Veba Geceleri’ni, Atatürk’e saldırmanın dışında başkaca bir özelliği olmayan, eğreti, yüzeysel tipleri ile uzatmalı dizi film senaryolarına taş çıkartan bir roman olarak tanımlayan Kaynar, “Acaba Orhan Pamuk bu romanı yazarken ne biçim duygular içindeydi?” diye sorup ardından “Bir mızıklanma mı yoksa?” deyip yazarın ağzından şu tahminini paylaşıyor:

-Eyy Avrupa anla artık anla beni. Ben sizdenim. Onlardan değilim. Atarsan ürk benim için tek madalyalı Kolağası Kamil. Uyduruk ada, uyduruk dil. Mingerce yani. Dili geçmiş zamanın dili. Türkiye gibi. Beş yılda beş kere daha hak ettim verdiğiniz Nobel’i!..

Eleştiri yazısı, şu öneriyle sona eriyor:

-Ben olsam, Veba Geceleri gibi edebi hiçbir yanı olmayan bir romandan sonra uykularım kaçar, tüm şöhretime, saygınlığıma ve edebi kimliğime uygun yeni bir roman tasarlarım: “Veda Geceleri!” Bence bu bir borçtur, bir özür arzusudur. Bu romanla Türkiye’ye, Türk kimliğine ve onun büyük kahramanına veda edecek olan yazardan artık beklenen budur!

Kalemine sağlık...