Et ve Süt Kurumu Genel Müdürü Mücahid Taylan’ın, Macaristan’da ortağı olduğu bir şirket üzerinden kuruma et sattığı iddiası, yıllardır konuşulan et ithalatı meselesini yeniden ülkenin gündemine koydu.
Bu ülke, her gelen bakanın “bitireceğiz” dediği; ama her yıl artarak sürdürülen bir ithalat politikasına mahkum edildi.
Sözde amaç belli: Regülasyon.
Et stoğunu artırmak, fiyatları düşürmek, vatandaşın sofrasına uygun fiyatla et koyabilmek.
Peki bu hedef gerçekleşiyor mu?
Hepimiz biliyoruz: Hayır!
Bunu anlamak için TÜİK tablosuna, grafiklere, raporlara bile gerek yok.
Mutfağımıza bakmak yetiyor.
Taylan iddialara yazılı açıklamayla yanıt verdi.
Macaristan’da şirketi olduğunu kabul etti; ancak Türkiye’ye satış yapmadığını savundu.
Ama dört kişilik bir şirketin birkaç yılda nasıl milyonluk iş hacmine ulaştığına, Polonya üzerinden üçüncü bir şirket aracılığıyla yapıldığı iddia edilen satışlara hiç değinmedi.
Ve daha da dikkat çekici bir şey oldu.
“Bakın burası çok önemli”...
Taylan’ın ve ESK’nın art arda yaptığı açıklamalar, Tarım Bakanlığı’nın veya Bakan İbrahim Yumaklı’nın hiçbir resmi hesabından paylaşılmadı.
Sanki bakanlık kendisine bağlı kurumunun açıklamasına bile mesafe koydu.
Muhalefet konunun TBMM’de görüşülmesini istedi.
Şaşırtmadı: AKP reddetti.
Oysa ortaklığı gündeme getiren CHP’li Erhan Adem çok net bir maddeye işaret ediyordu:
399 sayılı KHK.
Bu kararname, KİT yöneticilerinin kendi kurumlarının faaliyet alanına giren ürünleri üreten veya satan şirketlerde ortak olamayacağını yazıyor.
Yani tartışma “Türkiye’ye satış yapıp yapmadığı” meselesi değil; böyle bir ortaklığın zaten yasak olmasıydı.
★★★
Ve Tarım Bakanı Yumaklı...
Dört gün boyunca sessiz kaldıktan sonra AKP Grup Toplantısı’nda görüldü.
Muhabirlerin ısrarlı sorularıyla karşılaşınca cevap vermek zorunda kaldı.
Kendi bakanlığı açıklama yapmamışken, “Gerekli açıklamayı yaptık” dedi.
“İddia edenler iddialarını ispat etmekle mükelleftir. Herhalde bakışları başka yere çevirmek için yapıyorlar” diye ekledi.
Peki Sayın Bakan...
O zaman siz söyleyin, işin doğrusu ne, bakışlarımızı nereye çevirelim?
0,094 kg’lik bir dilim sucuğun 150 liraya satıldığı market rafına mı?
O markette 45 lira olan marulunu 2 liradan satamayan üreticinin tarlasına mı?
İçinden ne çıktığı belli olmayan taklit–tağşiş ürünlerin bitmeyen listesine mi?
Kanserojen diye Avrupa kapısından dönen ama nasıl imha edildiğine dair neredeyse hiçbir şeffaflık olmayan depolara mı?
Sütü para etmediği için gözyaşları içinde gebe ineklerini kesime gönderen besicinin ahırına mı?
Şap salgınının kol gezdiği hayvan pazarlarına mı?
Sarıldıkları zeytin ağaçları için attıkları çığlıklar iş makinelerinin sesiyle bastırılan köylülerin tarlalarına mı?
Sayın Bakan...
Gerçekten soruyorum: Biz nereye bakalım?
Para, para, para: Kapatalım gitsin
Cemal Kaşıkçı 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda kelimelerle tarif edilemeyecek bir vahşilikle katledildiğinde dünya ayağa kalkmıştı.
Uluslararası raporlar Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ı işaret ediyor, “Emri bizzat verdi” iddiaları yazılıyordu.
Sonrasında büyük bir imaj çalışmasına girdi Suudi Arabistan.
Ve yıllar sonra Beyaz Saray’da aynı soru yeniden gündeme geldiğinde, bu kez sahne bambaşkaydı.
ABD Başkanı Trump, Oval Ofis’te Selman ile bir araya gelmeden önce gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Selman “ABD’ye 1 trilyon dolar yatırım yapacağız” dedi.
Ve tam bu açıklamanın ardından iki lidere Kaşıkçı sorusu yöneltildi.
Selman diplomatik bir dille “Çok acı verici, çok büyük bir hata” dedi.
Ama asıl kırılma Trump’ın sözlerindeydi.
Trump bir anda Selman’a kalkan oldu. “Selman’ın haberi yoktu” diye girdi söze.
“Bahsettiğiniz kişi zaten tartışmalıydı, böyle şeyler olur, konuyu kapatalım gitsin” diye devam etti.
İşte tam o anda Trump, uluslararası alanda yıllardır sorgulanan bir cinayete, kendi ağzıyla meşruiyet vermiş oldu.
Bir gazetecinin vahşice öldürülmesini, devletlerin çıkar hesabı içinde “normalleştirdi”.
Bir yanda 1 trilyon dolarlık yatırım vaadi...
Diğer yanda “böyle şeyler olur” diyerek kapanan bir dosya.
Bu tablo, ABD’nin insan hakları konusundaki tutumunun ekonomik çıkarlarla nasıl şekillendiğini apaçık gösterdi.
Paranın ağır bastığı yerde, hukukun nasıl hafiflediğini gözler önüne serdi.
Bunun sonucunu tahmin etmek zor değil.
Bugün Bin Salman, yarın İsrail Başbakanı Netanyahu, ertesi gün bir başkası...
Hayatlar, cinayetler, adalet talepleri...
Bir trilyon dolarlık yatırımın gölgesinde kaybolup gidiyor.