Bu ara yazılar birbirini tekrar ediyor gibi.
Her gün bir başka acıyı, bir başka ihmali, ölüme yol açan bir başka düzeni yazıyoruz.
Değişen sadece isimler.
Cümleler aynı kalıyor: Yangında öldüler, göçükte kaldılar, çalışırken can verdiler...
Sanki ülke aynı haberi sonsuza dek kopyalayıp yapıştırıyor gibi bir his var.
Ama bazen tekrar etmek, unutmamak için gerekli.
Çünkü bu ülkede ölüm sıradanlaştıkça, sorumluluk da silikleşiyor.

★★★

Bu aralar iktidar cephesinden en çok duyduğumuz kavram “milli güvenlik”.

Milli güvenlik gerekçesiyle madencinin grevi erteleniyor, gazetecilerin yayınları kesiliyor, haber siteleri karartılıyor.

O listeye bir yenisi daha eklendi.

“Milli güvenlik” denilerek, ülkenin ana muhalefet partisinin tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun X hesabına yeniden erişim engeli getirildi.

Cezaevinden gönderdiği mesajlar paylaşılıyordu o hesapta.

Muhalefetin görevi, iktidarı eleştirmek; eksikleriyle yüzleşmesini sağlamak, toplum adına denetim mekanizmasını çalıştırmaktır.
Ama savcılık “Hesap sistematik olarak dezenformasyon yayıyor” dedi.

Kapatılmak istenen “Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi” hesabının CBAdayOfisi olan ismi, “CBAdayOfisi1” olarak değiştirildi.

Jet hızıyla ona da engel geldi.

Bu kez “CBAdayOfisi11” açıldı.

Bir ülkede demokrasi, sayı sayarak ilerliyor artık.

Dijital bir kedi-fare oyunu gibi ama sonunda kimse gülmüyor.

Hesabın sonuna eklenen her 1, baskıyı biraz daha görünür kılıyor.

Oysa milli güvenlik, yalnızca iktidarın siyasi önceliklerine göre tanımlanabilecek bir kavram değil.

Gerçek tehdit, ekranlarda değil, sokakta; tweetlerde değil, yaşamın ta kendisinde.

★★★

Bugün bu ülkenin en yakıcı güvenlik sorunu; fabrika yangınlarında, inşaat iskelelerinde, taş ocaklarında, mutfakta, okulda, sokakta büyüyor.

İstanbul’un merkezinde, Ortaköy’de bir anneyle 2 ve 6 yaşlarındaki iki evladı, yedikleri yemek sonrası zehirlenerek öldü.

Midye, kokoreç ve lokum yemişlerdi.

Zehirlendiklerini fark edip hastaneye gittiler, tedavi edilip gönderildiler.

Otelden bir daha çıkamadılar.

Onlara satış yapan üç esnaf da suç makinesi çıktı.

İstanbul’un en turistik yerinde, denetim yoktu.
Gıdalarımız, geçmişi karanlık insanlara emanet edilmişti.

★★★

Sadece birkaç gün önce...

Dilovası’nda bir parfüm imalathanesinde 2’si çocuk, 6 kadın işçi yanarak öldü.
İşyeri defalarca CİMER’e şikayet edilmişti.
“Sigortasız, çocuk işçi çalıştırıyor” denilmişti.
Fabrika, İŞKUR binasının bitişiğindeydi.
Eski çalışanlar, zabıtalara rüşvet verildiğini anlatıyor uzun uzun.
İş yeri sahibinin Meclis’e dezenfektan sattığı da iddialar arasında.
Devletin gölgesinde, devletin duyarsızlığıyla işlenen bir iş cinayeti...

Yine sorumluluk alan yok.

Ordu’da taş ocağında göçük altında kalan 75 yaşındaki Ahmet Şahin’in cansız bedeni yedi gün sonra bulundu.
Emekliliğini yaşaması gereken yaşta, hala taş ocağında çalışıyordu.
Çünkü başka çaresi yoktu.

Yine kimseden çıt yok.

Ve çocuk işçiler...
Son dönemde peş peşe gelen ölümler, sistemin içindeki büyük yarayı bir kez daha gösterdi.
16 yaşındaki Alperen Uygun inşaattan düştü.
15 yaşındaki Can Yavuz sunta blokların altında ezildi.
14 yaşındaki Arda Tonbuş iş makinesine sıkışarak can verdi.
Dün Korkusuz Gazetesi’nin manşetiydi: Hepsi “Mesleki Eğitim Merkezi” (MESEM) adı altında işletmelere gönderilen öğrencilerdi.
Devlet teşvikiyle, “meslek öğreniyorlar” denilerek ağır işlerde çalıştırılıyorlardı.
Çocuk işçiliğiyle mücadele bütçesi sıfırlanmışken, patronlara milyonlarca lira teşvik aktarılıyordu.
İktidarın “eğitimde devrim” dediği sistem, çocukları eğitime değil, ölüme gönderiyordu.

★★★

Ama tüm bunların ortasında bir muhalif siyasetçinin sosyal medya hesabı “milli güvenlik tehdidi” sayılabiliyor.

Gerçek tehdidin nerede olduğu ise her gün yeniden, can pahasına hatırlatılıyor.

Halbuki bu ülkenin asıl milli güvenlik meselesi; iş güvenliği, gıda güvenliği, çocukların ve yaşlıların yaşam güvenliğidir.

Bir ülkede vatandaş gıdasından zehirleniyor, çocuklar iş kazasında ölüyor, yaşlılar geçim derdiyle taş ocağında göçük altında kalıyorsa... Tehdit dışarıda değil, içeridedir.

Devletin görevi, eleştiriyi susturmak değil, vatandaşını korumaktır.

Biz her hafta aynı cümleleri yazmak zorunda kalıyorsak eğer; utandıran tekrar eden yazılar değil, tekrar eden ölümleri normalleştiren düzen değil de nedir?