Başını bile dik tutmakta zorlanıyordu artık... Ziyaretçi yasağı da konulmuştu. Ancak o gün iki önemli isim huzura alınmıştı; zamanın önde gelen iki siyasetçisi Namık Kemal Zeybek ve hep liderinin yanında yer almış olan Şevket Kazan...
Milli Görüş siyasetinin 40 yıllık önderi Profesör Dr. Necmettin Erbakan zorlukla Zeybek’e doğru dönerek adeta tek maddelik vasiyetini söyledi:
-Kemal Bey, vatan elden gidiyor. Bunlar Siyonistlerin emrine girdi. Memleketi bunlardan kurtarın yoksa Türkiye yok olacak!..
1970’de Milli Nizam Partisi’ni kurarak siyasete atılan Milli Görüş Hareketi’nin 42 yıllık lideri bu konuşmadan kısa bir süre sonra 27 Şubat 2011’de 84 yaşında hayata gözlerini yumdu...
Kendisine adeta bir vasiyet gibi söylenen bu sözleri Namık Kemal Zeybek, Ulusal Kanal’da Sabahattin Önkibar’ın programında açıkladı. Önkibar bu sözleri Aydınlık gazetesindeki köşesinde de yazdı... Erbakan yıllarca yanında saf tutan eski talebelerinin teslim alındığını ve Türkiye’nin bunların elinde yok olacağını söylüyordu...
-Hem de son nefesinde!..
Zor yıllar!..
İnatçı ve hırslı bir siyasetçiydi Erbakan...
Uzun yıllar merkez sağın kucağında serpilip gelişen İslamcı hareketin artık kendi partisini kurma zamanının geldiğine inanıyordu. Bu fikri destekleyen arkadaşları ile Milli Nizam Partisi’ni kurdu. Ancak partinin ömrü uzun olmadı; 1971, 12 Mart Muhtırasının ardından kapatıldı. Erbakan ise Almanya’ya gitmek zorunda kaldı.
Askeri vesayetin kalktığı 1973’de Türkiye’ye dönüp Milli Selamet Partisi’ni kurdu bu kez. 4 yıldızlı bazı generallerin sırf Süleyman Demirel’in oylarını bölsün diye Erbakan’ı Türkiye’ye çağırdığı ve parti kurmasına göz yumulduğu anlatıldı sonraları!..
Bu kez talihi yaver gitmiş, seçimlerde yanılmıyorsam 48 milletvekili çıkararak TBMM’de üçüncü parti olmuştu. Ecevit liderliğindeki CHP ile koalisyona “Evet” diyerek kadrolarının ilk kez devletle tanışmasını sağladı...
Fırtınalı yıllardı; iktidarı paylaşmasında bir kaç ay sonra Kıbrıs Barış Harekatı yapıldı. Bunun da semeresini paylaştı doğal olarak. Bu koalisyon bozulduktan sonra Milliyetçi Cephe hükümetlerinde iktidarı Süleyman Demirel ve Alpaslan Türkeş’le paylaşacaktı. Sokak kavgalarının cinayetlere dönüştüğü, suikastların birbirini kovaladığı sürecin büyük bölümünde iktidara ortaktı...
12 Eylül darbesi ile diğerleri gibi onun da partisi kapatıldı. Bir süre İzmir Uzunada’da gözaltında tutuldu. 1982 anayasası gereğince 10 yıl siyaset yasağı aldı. 1987’de yapılan halk oylamasıyla tekrar siyasete döndü ve arkadaşları tarafından kurulan Refah Partisi’nin başına geçti...
En büyük başarıyı ise 1995 seçimlerinde yakaladı; Refah Partisi yüzde 21.37 oy oranıyla birinci parti oldu. Doğruyol Partisi ile yapılan koalisyonda çok istediği Başbakanlık koltuğuna oturdu. 1994’te İstanbul Büyükşehir Başkanlığı’na seçilen Tayyip Erdoğan ile hep mesafeli oldu. 1990’ların başında adeta gökten zembille inip Refah Partisi’ne katılan Abdullah Gül ile daha yakın çalıştı.
Bir yıl süren koalisyon aynı zamanda 28 Şubat süreci olarak geçti tarihe. Milli Güvenlik Kurulu’nun o tarihte yapılan toplantısında 18 maddelik ünlü bildiriyi imzaladı. Parti yandaşlarının, çalışma arkadaşlarının aşırılıkları, askerle sürtüşmeler sonucu 30 Haziran 1997’de istifasını vermek zorunda kaldı. Daha sonra Refah Partisi kapatıldı ve 5 yıl siyaset yasağı getirildi.
Yılmadı, bu kez Fazilet Partisi’ni kurdurdu. Ancak yol arkadaşım dediği bir grup milletvekili ve ağır top olarak adlandırılan kişiler Erdoğan ve Gül öncülüğünde partiden koparak AKP’yi kurdular.
-Erbakan’ın “memleketi bunlardan kurtarın” diye işaret ettiği işte bu gruptu!..
“İslamcılar yok oluşlarının tarihini yazıyor!”
Erbakan üzerine çok sayıda kitap, makale yazıldı...
Yazılan ve söylenenlerin ortak yargısı “İslamcı evet ama bir o kadar da millici” şeklindeydi... ABD’nin defalarca “birlikte çalışma” teklifine hep direndiği, bu nedenle üstü çizilerek “yenilikçi” sıfatına layık görülen grupla işbirliğine gidildiği anlatılıyordu!..
Erbakan sağlığında AKP’yi en sert eleştiren, adeta terden yere vuran siyasetçiydi. İktidarı “ABD’nin, İsrail’in emrinde olmakla” suçluyordu. Bu görüşünde yalnız da değildi. Mesela, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, aynen şunları söylüyordu:
-Türkiye’de varoluş davasıyla yola çıkan İslamcılar, şu anda kendi yok oluşlarının tarihini yazıyorlar!..
Ağır değil mi? Daha bitmedi; Kırbaşoğlu, İslamcıların daha önceki iktidarlarda neyi kınadılarsa şu anda tek tek hepsini yaptıklarını, baskı, dışlama, kutuplaştırma, yolsuzluk yapıldığını belirttikten sonra şöyle diyordu.
-İslam insanlara dayatılmaya başlandığı zaman artık İslam olmaktan çıkar. Artık o firavun düzenine dönüşür!..
Zaman tam da “Başkanlık Referandumu” öncesiydi. Hayır oyu verecek olanlara “İslam inkarcıları” denilmesini talihsiz bir söylem olarak niteleyen İlahiyatçı profesör, niçin
“Hayır” denildiğini de şöyle açıklıyordu:
-Halbuki karşı çıkanlar böyle kokuşmuş, dejenere olmuş, yolsuzluklara batmış bir dindarlıktan illallah ettiği için karşı çıkıyor!..
Günümüze geldiğimizde değişen birey yok; yine din üzerinden en seviyesiz saldırılar, yalanlar acımasız bir dille sürdürülüyor...
-Konuşmayan, konuşamayan, sürekli baskıya maruz kalanlar da 14 Mayıs’ı bekliyor...