Maksimal Türkiye!

Prof. Yalçın Küçük...
Tam 3 yıl Tv ekranlarında beraber program yaptık.
Beraberliğimiz ise daha uzun yıllara dayanıyordu.
Onun kitaplarını makalelerini 10 yıl hiç elimden düşürmemiştim.
★★★
Şöyle takas teklifleri vardı Hoca’nın...
“Kemal Tahir’i sağcılara verelim onlardan da Peyami Safa’yı alalım.”
Ne eğlenceli bir entellektüel egzersiz değil mi?
Veya...
“Elif Şafak yazarsa ben de Nicole Kidman’ım...”
Şahane...
★★★
Ama...
En ciddisi ve en meşhuru sanırım şuydu...
“Musul’u almazsak Diyarbakır’ı veririz”
★★★
Prof. Küçük, Musul’u almayı teklif ederken başka bir ülkenin topraklarına saldırıp bir fetih yapalım demiyordu.
1990’ların sonunda...
Yakın bir gelecekte... ABD eliyle kurulması planlanan “Birleşik Kürdistan fantazisine karşı bir önlem alalım” diyordu.
Eğer dağılan Irak’tan geriye kalan topraklarda söz sahibi olmazsak kendi toprak bütünlüğümüzü korumakta zorlanacağımızı söylemek istiyordu.
Ayrıca...
Musul’da tarihi haklarımız olduğunu...
Ve...
Atatürk’ün bir Musul vasiyeti olduğunu ısrarla söylüyordu.
Kürt kökenli yurttaşlarımızla birlikte, el birliğiyle orada Büyük Türkiye’yi inşa edelim...
Tezi buydu...
Bu arada... Bilmeyenler için hatırlatayım...
Yalçın Küçük, kendisi Türkmen bir ailenin çocuğuydu. Ama kürt meselesi üzerine yazdığı kitaplar ve röportajlardan ötürü 5 yıldan fazla cezaevinde kalmıştı.
★★★
İşte tam o yıllarda Yalçın Hoca’nın sık sık diline dolanan bir kavram daha vardı.
“Maksimalist Türkiye...”
Yani Atatürk’ün çizdiği sınırları kabul eden ama dış politikada sırf onunla yetinmeyen bir Türkiye...
Hoca, Cumhuriyet tarihimizi bambaşka bir okumayla “Maksimalistlerle minimalistlerin savaşı” olarak da görüyordu.
Hatta...
Öğrenci lideri olarak mücadele ettiği Adnan Menderes’i...
Yerden yere vurduğu Turgut Özal’ı...
Maksimalistler olarak görüyordu.
O yönlerini alkışlıyordu.
“Hem Adnan Bey hem de Turgut Bey Büyük Türkiye hayali kurdular” diyordu.
★★★
O günlerde...
Önce kitaplarında sonra da beraber yaptığımız tv programlarında sık sık bu teoriyi anlattı.
Maksimal Türkiye...
Yani büyümeye zorunlu...
★★★
Aradan yıllar geçti...
Bir gün Ankara’da meclisteyim...
Muhalefet kulisi ana baba günü...
Gazeteciler milletvekilleri mahşeri bir kalabalık var.
Bir anda Meral Hanım belirdi.
Akşener..!
Beni gördü ve kalabalığın içinden sıyrılıp yanıma geldi.
İki elimi birden tuttu.
“Gürkan Bey... Ben iyi bir entelektüel sayılmam...”
“Estağfurullah efendim...”
“Ama iyi bir entelektüel avcısıyımdır. Sizi uzun yıllardır sıkı takip ediyorum. Hele Yalçın Hoca’yla yaptığınız programları unutmuyorum”
“Teşekkür ederim”
“O programlarda Yalçın Hoca’nın maksimalistler/minimalistler kavramları müthiş kavramlardı. Aklımın bir köşesine yazdım.”
★★★
Meral Hanım henüz MHP’deydi.
İYİ Parti serüveni başlamamıştı.
Teşekkür ettim.
Vedalaştık.
★★★
Siirt’teki yurt gezisinde bir esnafın Meral Hanım’a “Kürdistan” çıkışını izlediğimde aklıma meclisteki o gün geldi.
Meral Hanım, kameraların önünde kırıp dökmek ve ziyareti kötü bir tartışmaya çevirmek istemedi kuşkusuz.
Alttan aldı.
★★★
Meral Akşener’in “Maksimal Türkiye” tezi aklının bir köşesinde duruyor mu?
Ben durduğunu düşünüyorum...
Yani “Büyük Türkiye...”
Yani Kürdüyle Türküyle hep beraber kurduğumuz güçlü ve Büyük Türkiye...
İşte o zaman bu gözümüzün içine baka baka ‘burası Kürdistan’ diyen gafillerle karşılaşmazdık.
★★★
Keşke Ak Parti’nin ümmetçi hayalleriyle 20 yıl kaybetmeseydik...
Keşke Fetö’nün oyuncağı bir dış politikada Amerika’ya esir düşmeseydik...
Şimdi şehitlerimiz pahasına santim santim terörü kazımaya çalıştığımız sınır dışı o coğrafyada söz sahibi olmaz mıydık?
Sahi...
Biz Büyük Türkiye’yi kuramaz mıydık?