Aslında, çoğu kimsenin bilmediği bir ayrıntı vardır; bu tarihten tam 3 ay önce, 10 Mayıs 1920’de yine aynı yerde İtilaf Devletleri ile barış görüşmeleri yapılmıştı!.. O görüşmeleri yapan heyette eski sadrazamlardan Tevfik Paşa başkanlığında Dahiliye Nazırı Reşit Bey, Maarif Nazırı Fahrettin Bey ve Nafia Nazırı Cemil Paşa bulunuyordu...
Galip devletler; o denli rezil, o denli aşağılayıcı ve o denli yok edici bir antlaşma öneriyorlardı ki, Osmanlı heyeti bu antlaşma tasarısını reddetti!
Hali hazırda Anadolu’nun birçok yerini, İzmir dahil işgal etmiş olan İtilaf Devletleri bu ret kararı üzerine hazırladıkları ortak açıklamada, Osmanlı Devleti’ni yerin dibine batırarak “Savaşın çıkmasında büyük sorumluluğu bulunduğunu, kendisine dostluğunu kanıtlamış devletlere büyük hainlik yaptığını, Ermeni ve Rumlara görülmemiş bir zulüm uyguladığını ve Türklerin çoğunlukta olmadığı toprakların, Türk boyunduruğundan kurtarılacağını” ilan etti!..
Yunan kuvvetleri ise yıldırım hızıyla harekete geçerek Balıkesir, Bursa, Uşak’ı işgal etti!
Bu durum Padişah Vahdettin ve kuyrukçusu Damat Ferit ile İngilizlere tapınan Hürriyet İtilafçılar’ı hem kızdırdı hem korkuttu; ya şimdi payitaht (İstanbul) tamamen ellerinden çıkarsa ne yaparlardı?
–Memleketin geri kalanı umurlarında bile değildi!
Bir memleket nasıl satılır?!.
Ültimatom niteliğindeki galip devletler açıklamasından sonra Vahdettin, bütün devlet ileri gelenlerini 22 Temmuz 1920’de düzenlediği ‘Saltanat Konseyi’nde topladı. Toplantıdan barış antlaşmasının ivedilikle imzalanması kararı çıktı!.. Resmi bildiride bakın ne deniliyordu:
–Osmanlı Saltanat Hükümeti bugün iki ihtimal karşısında bulunuyor: Ya antlaşmayı içerdiği ağır ve korkunç koşullar ile kabul etmek ya da reddetmek. Kabul edilirse İstanbul başkent kalmak üzere bilinen sınırlar içinde küçük bir devlet varlığını koruyabilecektir... Reddedilirse... Osmanlı saltanatına ve Osmanlı Hükümeti’ne son verilecektir...
İşte bu kadar! Padişah ve çevresindeki uşaklar, kendi makamlarını ve payitahtı korumak için Anadolu’nun işgalini kabulleniyordu!.. Damat Ferit Paşa soysuzunun yönetim ve gözetiminde yeni bir heyet acilen Sevr’e gönderildi. Çok önceden hazırlanmış antlaşma, Osmanlı heyetinin önüne kondu ve imzalandı. Burada yalnızca birkaç maddeyi anımsatayım:
–Rumeli’de İstanbul dışında kalan yerler Yunanistan’a veriliyordu...
-Doğu’da bir Ermenistan Devleti kurulacak, bunun sınırlarını ABD Başkanı Wilson saptayacaktı...
-Anadolu, bölgeler halinde İngiltere, Fransa ve İtalya arasında paylaşılıyordu...
-İstanbul, Osmanlı başkenti olarak kalacak ancak Sevr hükümlerine aykırı en ufak bir hareket halinde Türklerin elinden alınacaktı...
-Sevr Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden 1 yıl sonra Kürtler isterlerse ayrı bir devlet kurabilecekti...
-İzmir ve civarı resmi olarak Osmanlı egemenliğinde kalacak, ancak yürürlüğe konulması ve uygulanması Yunanistan’a bırakılacaktı... Ayrıca 5 yıl sonra mahalli parlamento bu bölgenin Yunanistan’a katılmasını isteyebilecekti...
-Türklere ana bölge olarak İç Anadolu olmak üzere, Karadeniz’e ufak bir çıkışı bulunan yaklaşık 200 bin kilometrekarelik bir toprak bırakılıyordu...
Bu son madde de aslında tam bir palavraydı; dört bir yanı düşman unsurlarla çevrilmiş, ordusu lağvedilmiş bir devletin yaşama imkanı neredeyse sıfırdı! Sevr’in nihai hedefi eşeğin bile anlayabileceği bir sona işaret ediyordu:
–Anadolu’daki Türk varlığına son vermek!
Türklerin ateşle imtihanı!..
Bu antlaşma, Meclis fethedildiği için Osmanlı Ayanı’nda görüşüldü ve Damat Ferit ile Vahdettin’in ayak oyunları sayesinde kabul edildi!..
Kurtuluş Savaşı’nı sürdüren Ankara Hükümeti, bu şeref yoksunu antlaşmayı reddetti, imzalayan ve kabul edenleri vatan haini olarak ilan etti.
Yobaz, dinci takımının, Türkiye’yi hiçbir zaman benimsememiş, batı kuyrukçusu liberal artıkların, döneklerin hep söyledikleri bir şarkı var biliyorsunuz:
–Türkiye Lozan’da büyük toprak kaybetti!..
Sevr Antlaşması’nda bize uygun görülen topraklar yalnızca 200 bin kilometrekare civarındaydı ve orada bir devletin yaşaması adeta bir mucizeydi!..
–Osmanlı, daha 1916’da İngiltere ile Fransa arasındaki gizli Sykes-Picot Antlaşması ile paylaşılmıştı bile! Sevr işin yalnızca resmi kısmıydı!..
Lozan, bu büyük kaybedişin azamisinin geri alındığı, Anadolu’nun yeniden Türk yurdu yapıldığı, Türklere onurunu iade eden bir antlaşmaydı! Misak’ı Milli sınırları yaklaşık 800 bin kilometre kare idi... 2. Abdülhamit’in kaybettiği topraklar ise bunun neredeyse iki misliydi 1,5 milyon kilometreye ulaşıyordu!
Hatay, zaten ilerleyen yıllarda Büyük Devrimci’nin dehası sayesinde Türk topraklarına katıldı.
Musul ve Kerkük ise Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişiyle hep “içinde bir sızı” olarak kaldı!. Eğer bugün bu “son vatan”da bir büyük millet olarak yaşıyorsak, bu o kahramanların yoktan var ettiği Lozan Antlaşması sayesindedir...
24 Temmuz 1923, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya sahnesinde yer aldığı gün olarak tarihe kazınmıştır!
-Hiçbir ihanet, hiçbir yalan bu gerçeğin üzerini örtmeye yetmez, yetmeyecektir!
Lozan Antlaşması’nın 100. yılında o büyük kahramanların önünde, sevgi, özlem ve minnetle eğiliyorum...