Korkusuz
Can Ataklı

Korona daha hızlı yayılıyor ama ölümcül etkisi azalıyor

YENİ ÖĞRENDİM

Korona daha hızlı yayılıyor ama ölümcül etkisi azalıyor


Türkiye’nin en ciddi araştırma şirketlerinden Polimetre’nin en yeni araştırması geldi önüme.

Aylardır korona ile ilgili bilgileri analiz edip raporlaştıran Polimetre’nin yeni raporunun en çarpıcı sonucu şu; virüs tekrar hızlı yayılmaya başladı.

Bu olumsuz sonucun bizlere belki biraz teselli verecek tarafı ise şu: Virüs öldürücü özelliğini giderek kaybediyor, artık daha az ölüm görülüyor.

Raporun ilgili bölümünü size de aktarmak istiyorum:

1- DÜNYA GENELİNDE VİRÜSÜN YAYILMA HIZI ARTMAKTADIR.

Dünya genelinde 26 Nisan/23 Ağustos tarihleri arasında, virüsün yayılma hızı (olgu sayıları yüzde 235 (iki yüz otuz beş) artıyor. Artış Kuzey Amerika ve Afrika hariç tüm kıtalar için geçerlidir.

2- DÜNYA GENELİNDE VİRÜSÜN ÖLDÜRÜCÜ ETKİSİ AZALMAKTADIR.

Dünya genelinde, 26 Nisan haftasında yüzde 9.5 olan virüsün öldürücü etkisi, yüzde 75 azalarak 23 Ağustos haftasında yüzde 2.4’e gerilemiştir. İyileşme 5 kıta için geçerlidir.

3- 26 Nisan/23 Ağustos döneminde virüsün öldürücü etkisinin;

1.Avrupa’da yüzde 84

2.Asya’da yüzde 65

3.Kuzey Amerika’da yüzde 74

4.Güney Amerika’da yüzde 75

5.Afrika’da yüzde 71 azaldığı hesaplanmaktadır.

Buna karşı dünya nüfusunun yüzde yarımını oluşturan, Okyanusya Kıtası’nda virüsün öldürücü etkisi artmaktadır.

4- 24 Haziran 2020 tarihli raporumuzda “virüsün öldürücü etkisinin azaldığını ya da tıp dünyasının virüsün öldürücü etkisini azaltmak konusunda yeni yöntemler geliştirdiğini” yazmıştık. Şimdi aynı yorumu daha kuvvetli olarak yapabiliyoruz.

5- İncelenen 20 ülkeden, 18’inde (İtalya, Fransa, Birleşik Krallık, İspanya, Rusya, Belçika, Almanya, ABD, Meksika, Brezilya, Peru, Kolombiya, Güney Afrika, Hindistan, Japonya, Endonezya, Pakistan ve Türkiye) virüsün öldürücü etkisinin azaldığı hesaplanmaktadır.

6- Virüsün öldürücü etkisi sadece İran ve Şili’de artmaktadır.

7- Bu raporda incelenen Avrupa ülkelerinden Birleşik Krallık, İtalya, Fransa, İspanya, Almanya’da 2’inci dalganın belirtileri net olarak gözükmektedir.

8-  İncelenen ülkeler içinde virüsün öldürücü etkisinin en düşük olduğu yer yüzde 0.7 ile Japonya, en yüksek olan yer ise yüzde 9.4 ile Meksika’dır.

9- Türkiye’de virüsün “öldürücü etkisi” 22 Nisan/23 Ağustos döneminde yüzde 4.2’den yüzde 1.9’a gerilemiştir.

10- TÜRKİYE’DE KOVID-19 TESTİ POZİTİF ÇIKANLARDA ÖLÜM ORANI AZALIYOR.

23 Ağustos haftası itibarıyla, Türkiye’de virüsün öldürücü etkisi %1.9 olup incelenen ülkeler arasında ABD (yüzde 1.7), Hindistan (yüzde 1.8), Birleşik Krallık (yüzde 1.6), Rusya (yüzde 2.0) ve Belçika (yüzde 1.6) ile birlikte %1.5-2.0 dilimindedir. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de testi pozitif çıkanların ölüm oranı azalmaktadır.

Raporun sonuç bölümünün sonunda; Sağlık Bakanlığı verilerinin hâlâ uluslararası alanda güven vermediği belirtilerek “Türkiye’nin sağladığı varsayılan başarı, TC Sağlık Bakanlığı’nın paylaştığı verilerin güvenilir olduğunu kanıtlamasıyla geçerlik kazanabilir. Bunun için de yapılması gereken verinin detaylandırılarak, şeffaflaştırılmasıdır. Bu durum Türkiye’ye itibar kazandırır” deniliyor.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Adam “Bunların komünist olduğunu ne bileyim” demez mi!


Pazar günü, Çatalca’ya gitmiştik, dönüşte güya Kanal İstanbul’un yapılacağı bölgeye çok yakın Yeniköy’e indik deniz kenarında biraz soluklanmak için.

Bir koyun, bir inek otlatan bir adamla ayaküstü sohbet ettim.

Adam dedi ki, “Evimizi başımıza yıkacaklar.”

Tabii “Niye, ne oldu?” diye sordum.

Cevapladı; “Kanal İstanbul yapılacak ya, buraları yeşil alan ilan edilmiş. Bizim evler için yıkım kararı geldi.”

Yeniköy, kanalın ağzına 3 kilometre uzaklıkta.

Haritalar hazırlanmış, bölge olduğu gibi yeşil alan yapılmış, ahali ayaklanmış, onlarca dava açılmış ama iktidar hiçbir şeye aldırmadan yola devam ediyormuş.

Adam, “Yeşil alan bahane, buraları Araplara peşkeş çekmişler, bizi çıkartacaklar sonra onlara evler yapacaklar” dedi.

Ben de “Çok şikayet ediyorsunuz ama yanılmıyorsam buradan çok ağırlıklı olarak AKP’ye oy çıktı” diye biraz müstehzi biçimde konuştum.

Adam “Evet” deyince, “Sen de AKP’ye vermişsindir” diye ekledim.

Adam buna da “Evet” deyince “Samimi söyle, sen de sırf Müslüman diye oy verdin değil mi?” diye üsteledim.

Adam başını biraz kaşıdı “Evet, tamam da o zaman ben bunların komünist olduğunu bilmiyordum ki” demez mi?

İşte yıllardır anlatmaya çalıştığım bir gerçek bu.

Dinci zihniyet onlarca yıldır cahil halka komünizmi “dinsizlik” olarak anlatıyor. Bu nedenle CHP’lilere de “komünist” diyerek üstü kapalı bu propagandayı yürütüyor.

O adamın zavallı haline bakıp çok üzüldüm.

Çünkü bir taraftan evini kaybetme paniği yaşıyor, diğer taraftan inancı her şeyin üstüne çıkıyor, ama yaşadıklarına “Bunlar Müslüman” diyerek desteklediklerinin neden olduklarını görünce iyice dağılıyor.

ÖNERİ

İlle kart ya da hat sahibi ile konuşma kuralı değişmeli


Kredi kartınız veya telefon hattınız ile ilgili bir sorun mu var.

Abonesi olduğunuz şirketlerin çağrı merkezlerini arıyorsunuz doğal olarak.

Karşınızdaki kişi “güvenlik soruşturmasından” geçiriyor sizi önce.

“Annenizin kızlık soyadının 3’üncü harfi nedir?” diye soruyor örneğin.

Bütün bunlar “bizim güvenliğimiz” içinmiş.

Peki bu bilgilere sahip biri, bu telefon konuşmasını yaptığında ne oluyor?

Tabii ki hiçbir şey.

Sadece ilgili şirket kendince “kuralı yerine getirmiş ve müşteri güvenliğini sağlamış” görünüyor.

Yazacağım olay Batman’dan.

65 yaşındaki bir kadın, sabit telefonu ile ilgili bir sorun için çağrı merkezini arıyor.

Ancak Türkçe bilmediği için Kürtçe konuşuyor. Görevli anlamadığı için “Türkçe konuşun” ikazında bulunuyor.

Bunun üzerine telefonu oğlu alıyor ve annesinin Türkçe bilmediğini, kendisinin yardımcı olabileceğini söylüyor.

Ancak kural “hat sahibinin mutlaka kendinin konuşması” olduğu için bu talep karşılanamıyor.

Sonuç; Vatandaş Türk Telekom’u mahkemeye veriyor. Anayasa’nın eşitlik hakkına aykırı davrandığını ileri sürüyor ve Telekom’un Kürtçe hizmet vermesini istiyor.

Şimdi Telekom “güvenlik kuralı uygulayacağım” diyerek bir vatandaşa anlayış göstermeyince; hem anayasayı çiğnemiş duruma düşüyor hem de muhtemelen çağrı merkezine Kürtçe bilen elemanlar da almak zorunda kalacak.

BUNU YAZMAK GEREK

Bu Barış Günü’nde de savaşanlar sadece Müslümanlar


Bugün 1 Eylül.

Dünya Barış Günü.

Birleşmiş Milletler, 1981 yılında “eylül ayının üçüncü salı gününü Dünya Barış Günü” ilan etmişti, ardından 21 Eylül sabitlenmişti.

Amaç; dünya çapında çatışmaların önlenmesi ve barışın tesisi yolunda toplumların bilinçlendirilmesi.

Her 21 Eylül’de, Birleşmiş Milletler Merkezi’ndeki “Barış Çanı” çalınıyordu. Savaşlardaki insani kıyımın anısına Japonya tarafından yaptırılan bu çan, dünyanın tüm kıtalarından çocukların bağışladıkları bozuk paralarla üretilmişti. Çanın üzerine, “Çok Yaşa Mutlak Barış” yazısı var.

Ancak 2001 yılında, Sovyet sisteminin çökmesinden 10 yıl sonra, bu sisteme dahil ülkelerin de barış içinde bir dünya mücadelesi verdiğini göstermek amacıyla Hitler’in 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı'nı başlattığı tarih olan 1 Eylül “Dünya Barış Günü” olarak ilan edilmişti.

Peki, Dünya Barış Günü kutlamak savaşları sona erdirdi mi?

Büyük oranda bitti savaşlar.

Daha doğrusu yön değiştirdi, şekil değiştirdi.

Büyük çapta savaşlar yaşanmıyor artık, küçük ve geri kalmış ülkelerde vekalet savaşları sürüyor.

Ancak bunların en temel özelliği, küçük çaplı savaşların sürdüğü bütün ülkeler Müslüman toplumlara sahip.

Bu çatışmalarda sadece Müslümanlar Müslümanları öldürüyor.

Özellikle “Hristiyan” egemen ülkeler ise bu çatışmaları körüklüyor, maç izler gibi izliyor ve kendi çıkarını alıp gidiyor.

Müslüman ülkeler bu gerçeği bir fark edebilse, hem bu ülkelerin hem dünyanın kaderi değişecek ama olmuyor işte.

Nedeni, bilgisizlik mi, cehalet mi, yoksa egemenlerin oyuncağı olanların bu sayede kazandığı olağanüstü servetler mi?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Diyanet dini bir kurum, başkanı da dini bir kimlik değildir


Son zamanlarda protokolün en ön sıralarında hep Diyanet İşleri Başkanı var.

Cüppesi ve sarığı ile her yerde Diyanet İşleri Başkanı’nı görüyoruz.

Her konuda fetva veriyor, Atatürk ve Cumhuriyet’e dil uzatıyor, siyasi sorumluluğu olan görevli gibi afet yerlerine bile gidip incelemelerde bulunuyor.

İktidar sahipleri de Diyanet İşleri Başkanı’na çok özel önem verince, vatandaşın zihninde bu başkanlık dini bir makam gibi algılanıyor.

Hatta öyle ki, değeri kendinden menkul birtakım yazarlar Papa ile Diyanet İşleri Başkanı’nı aynı kefeye koyup “Papa felaketzedeleri ziyaret edince alkışlayanlar, Diyanet İşleri Başkanı aynı şeyi yapınca neden ayağa kalkıyor?” diye akla ziyan sorular bile soruyorlar.

O halde yazmak farz oldu.

Diyanet İşleri Başkanlığı dini bir kimlik değildir.

Bu kişi bir devlet memurudur ve din işleri görevlilerinin sevk ve idaresini sağlar, dini yerlerin ve ibadet mekanlarının denetimini yapar.

Vatandaşların dinle ilgili sorularına da dini bir kisve ile değil, kitaplara dayalı belgeli bilgiler ışığında cevap verir. Verdiği cevaplar “dini fetva” olarak kabul edilemez.