Korkusuz
Ümit Zileli

Kahramanlarımız ve diğerleri...

Yıl 1963...

Gülhane Tıp Akademisi’nde yatan Milli Kurtuluş Savaşı kahramanlarından, İstiklal Madalyası sahibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın mide kanseri olduğu anlaşılmıştı...

Doktorlar en fazla beş, altı aylık ömür biçiyorlardı... Cumhurbaşkanlığı kontenjan senatörleri ve Milli Birlikçiler toplanıp durumu masaya yatırdılar. Ortak görüş şuydu:

-Yurtdışına gönderelim. Bir umuttur belki kurtulur!..

Ama nasıl gönderilecekti, asıl büyük sorun buydu!.. Kazım Paşa Genelkurmay eski Başkanıydı, Kazım Paşa Danışma Meclisi Başkanıydı.. Kazım Paşa Kontenjan senatörüydü.. Lakin herkesin bildiği bir gerçek vardı, aşılması epey güç bir sorun.

-Kazım Paşa’nın parası yoktu!..

Düşündüler, taşındılar, önce şöyle bir formül buldular:

-Parlamento üyelerinin tedavilerinin gerektiği hallerde yurtdışında yapılacağı, ve masraflarının devlet tarafından yapılacağı kabul edilmiş ve içtüzüğe girmişti, fakat kanun henüz çıkmamıştı...

İşte bu nedenle de uygulanması mümkün değildi!.. Bunun üzerine Milli Birlikçiler ve kontenjan senatörleri şöyle bir karara vardılar; aralarında bir fon kuracak, masrafları karşılayacak, ancak Kazım Paşaya devletin ödediğini söyleyeceklerdi! Bunu da kimseye duyurmayacaklardı, iki kişi hariç:

-Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ve Başbakan İsmet İnönü!

İkisi de Kazım Orbay’ın en yakın dostları ve silah arkadaşlarıydı...

İnönü, Koçaş’a “söz ver” dedi!


Konuyu anlatma görevi emekli Albay Sadi Koçaş’a verildi...

Koçaş, önce İsmet Paşaya gitti, durumu anlattı... Paşa itiraz etti, toplama parayla yurtdışına gönderilmesini uygun bulmadığını söyledi ve gerekçesini de şöyle açıkladı:

-Kendisi duyarsa kahrolur!

Derhal Başbakanlık Müsteşarı Haldun Derin’i çağırdı, durumu kısaca alattı ve nasıl bir formül bulunabileceğini sordu. Müsteşar anında yanıt verdi:

-Örtülü ödenekten gönderebiliriz paşam!

İsmet Paşa müsteşarın yüzüne bakarak tekrar konuştu:

-Ben onu sormuyorum, para hazır, döviz işini ve transfer imkanını soruyorum!

-O basit paşam, hemen yaptırabiliriz!

Paşa memnun bir yüz ifadesiyle “O halde sayın Koçaş parayı size getirince gereğini yapın” talimatını verdi. Müsteşar çıktıktan sonra İsmet Paşa Koçaş’ döndü ve şöyle dedi:

-Bak Koçaş, senin, benim ve Allah’ın arasında kalacak bir anlaşma yapacağız. Ben Orbay’ı toplama para ile tedaviye göndermem. Eminim ki Kazım Paşa’nın tedavisi için her fedakarlığı göze alırsınız. Ama hiçbirinizin gücü yok; benim ise var... Bu parayı ben vereceğim. Size bir çek vereyim, parayı alıp müsteşara teslim edin, döviz işlerini yapsınlar. Ama bana söz ver, paranın kaynağını kimse bilmeyecek...

-Söz paşam!

Tedavi parasını İnönü örtülü ödenekten değil kendi cebinden ödüyor, Koçaş da kimsenin duymayacağına dair söz veriyordu!

Paşa tedaviyi reddetti!


İsmet İnönü Sordu:

-Ne kadar para gerekiyor?

-Doktoru ile birlikte gidecekleri için 56 bin lira lazım...

-Ben 60 bin liralık bir çek vereceğim, eksik kalırsa yine veririm. Hiçbir şeyden kaçınmayacaksınız, hiç olmazsa son aylarını huzur içinde geçirmesini sağlayacaksınız!

İsmet Paşa, Orbay ile birlikte Sadi Koçaş’ın da gitmesini istiyordu. Koçaş kendi masrafını kendisinin yapacağını söyleyince Paşa buna da itiraz etti:

-Hayır Koçaş, sen de doktor da beraber gideceksiniz, masraflarınızı tamamen ben ödeyeceğim.

Sadi Koçaş, “Atatürk’ten 12 Mart’a” isimli anılarının üçüncü cildinde bu olayın sonunu şöyle anlatacaktı:

-Her şey hazırlandı, ama Orbay böyle bir seyahati tüm ısrarlarımıza rağmen bu seyahati kabul etmedi. Verdiği karşılık şuydu:

-Ben 78 yaşındayım, bu yaşta bir insan için, devlet bu kadar masrafa sokulmaz. Hiç ısrar etmeyin!..

Kısa bir süre sonra da vefat etti... Milli Merkez web sitesinden aldığım bu gerçek öykü, sevgili Hasan Pulur’un “Olaylar ve İnsanlar” kitabından alınmış... Altında da şöyle bir kıssadan hisse var:

-Onlar eski askerlerdi... Kurşun geçirmez Mercedesler için, Dolmabahçe’de sır görüşmeler yapmazlardı. Silah arkadaşları birer birer zindanlarda ölüme terk edilirken, sessiz sedasız izleyip, “Kasaptaki ete soğan doğramam” da demezlerdi!..

Gözlerim yaşararak yazdığım bu öyküden sonra “diğerlerini” anlatmaya yüreğim elvermedi, aynı sütunda bahsederek o tertemiz anılarının kirlenmesinden çekindim...