Korkusuz
Can Ataklı

İsveç'ten hasta getiriyorlar Çapa’dan kan getiremiyorlar

YENİ ÖĞRENDİM

İsveç’ten hasta getiriyorlar Çapa’dan kan getiremiyorlar


Çok sevdiğim bir dostum aradı dün sabah saatlerinde.

Kamu sektöründe önemli bir görev üstlenmiş olan dostum, hayli üzüntülü bir sesle, “Pazar günü annem kalça kemiğini kırdı” dedi.

Yaşlı tabii anne ve o yaşta kalça kemiği kırılması hoş değil.

Gerçi tedavisi var ve tekrar ayağa kalkabiliyor insan ama
ondan sonrası biraz zor geçiyor.

Tecrübe ile sabittir pek çok okurumda. Bunu biliyorum.

Böyle bir olay herkesin başına gelebilir, ama sevgili dostumun daha sonra anlattıkları ibretlik.

Ben de size aktarmak istiyorum.

Kalça kırığı hayli sıkıntılı bir durum tabii, hemen hastane aranmış.

Ortalıkta müthiş bir korona fobisi de var... Hastaneye gitmek de riskli aslında.

Ama dostum, annesini bu konudaki en uzman hastanelerden biri olan Baltalimanı Kemik Hastanesi’ne götürmüş ambulansla.

(Resmi adı farklı olabilir ama bu hastane yıllardır bu isimle bilinir.)

Uzman doktorlar ilk muayeneyi yaptıktan sonra “Ameliyat olması gerek” demişler.

Her ameliyatta olduğu gibi, bir risk faktörüne karşılık taze kan bulundurulur.

Ancak annenin kanı pek bulunan cinsten değil.

B grubu RH pozitif kan nadir bulunuyor.

Her tarafa haber salınmış tabii.

Sokağa çıkma yasağı da var.

Neyse izinler alınmış, spor kulüplerinin taraftar grupları da devreye girmişler, ameliyatta bulundurulması gereken miktarda kan bulunmuş.

Dün sabah, dostum annesine koşmuş hastaneye, ameliyat öncesinde.

Doktorlar, “Ameliyatı yapamıyoruz!” demişler.

Neden?

Çünkü Çapa’daki Kızılay Kan Merkezi’nden kan gelmemiş.

Düşünebiliyor musunuz, sokağa çıkma yasağı olduğu bir gün, bulunması zor bir kan bulunuyor, emniyetten gerekli izinler alınarak kan verecek kişiler merkeze taşınıyor, ama ertesi sabah bu kan, yerine ulaştırılamadığı için ameliyat yapılamıyor.

Dostum, “Bu sabah, gazetelerin manşetinde İsveç’ten getirilen koronalı Türk hastayı görünce nasıl öfkelendiğimi anlatamam” dedi ve devam etti;

“Taaa İsveç’e ambulans uçak gönderip bir hastayı buraya getirmeyi biliyorlar ama Çapa’dan Baltalimanı’na kan götüremiyorlar. Tabii İsveç olayında büyük bir şov yapma imkanı var.”

Bu yeni bir uygulamaymış.

Birtakım usulsüzlüklere engel olmak için, acil durumlar için şartlı olarak verilen kanlar, hasta yakınına verilmiyor ve bizzat kan merkezi tarafından yerine götürülüyormuş.

Dostum, “Bu nedenle kanı gidip kendimiz de alamadık, bekliyoruz” diye yakındı.

Bu yazıyı yazmaya başladığımda; kan, henüz Baltalimanı Kemik Hastanesi’ne ulaşmamıştı.

Gerçi ulaşsa bile ameliyat otomatik olarak bugüne kalmış durumda.

Elbette ölümcül bir durum şu an için söz konusu değil, ama yaşlı bir kadın, iki günü kırık kalçanın acısıyla geçiriyor.

Bir taraftan “Dünyada bizden başka kimse yapamaz” diye hava atılırken, öte tarafta İstanbul içinde bir kan naklini gerçekleştirememek de bize özgü bir şey herhalde.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

İsveç’ten hasta getirmek güzel de...


Yandaş medyanın olduğu kadar muhalif gazetelerin de önem verdikleri bir haber vardı dün.

İsveç’te tedavi edilmeyen bir Türk hasta, devletin gönderdiği bir ambulans uçakla Türkiye’ye getirilmişti.

Habere göre, İsveç’te yaşayan bir vatandaşımız, korona şüphesiyle
Stockholm’de bir hastaneye
başvuruyor. Hastane bu kişiye Covid-19 teşhisi koymasına rağmen evine gönderiyor.

Bunun üzerine kızları tweet atarak, “İsveçliler babamızı ölüme terk etti” diyorlar.

Bunu gören hükümet harekete geçiyor.

Bir ambulans uçak İsveç’e gidiyor ve hastayı tedavi için Türkiye’ye getiriyor.

Tabii yandaş iktidar ve yandaş medya için bulunmaz bir fırsat bu.

Manşetler, “Yeni destan, bunu bizden başka kimse yapamaz” başlıkları ile süsleniyor.

Aslında elbette gurur verici bir durum.

Ama burada bazı noktalar var.

Birincisi, vatandaşının yardımına koşan tek ülke biz değiliz.

İkincisi, bu kişi söylendiği gibi ağır bir korona hastası olmadığı gibi, görünüşte hayati tehlikesi de yok.

Üçüncüsü, İsveç Sağlık Bakanlığı, hastanın hastanede yatarken kendi arzusu ile eve çıktığını açıkladı.

Dördüncüsü, sıradan bir Türk vatandaşı olarak tanıtılan bu kişinin, Sağlık Bakanı ile yakın olduğu, ayrıca bu kişinin İsveç’te AKP temsilcisi gibi çalıştığı ortaya çıktı.

Konu iktidar propagandası için güzel bir malzeme belki ama her şey doğru çıkmayınca, insanın da canı sıkılıyor.

Bu konuda şunu söylemek isterim; Bu vatandaşımız umarım tez zamanda sağlığına kavuşur. Bu kişinin bundan sonra “Beni ölüme terk ettiler” diye yakındığı ülkeye dönmemesi gerek. Eğer bir süre sonra bu kişi İsveç’e döner ve orada yaşamaya devam ederse, yapılanın tam bir şov olduğu daha da ortaya çıkacaktır.

Son bir not daha vereyim; Türkiye’de de korona eğer akciğerlere inmemişse, hastane yerine evde tedavi uygulanıyor. 184 hattına başvuranlara, hastaneye gelmemeleri söylendikten sonra yapmaları gerekenler anlatılıyor.

BUNU YAZMAK GEREK

Faturalarınıza çok dikkat edin, fena kazık yiyebilirsiniz


Korona nedeniyle neredeyse bütün işler durunca doğal olarak herkes perişan oldu.

Hükümet ise önlem almakta tereddütlü.

Kısmi sokağa çıkma yasaklarıyla, güvenli mesafeler konusunda daha net bir tavrı var ama halkın rahatlamasını sağlayacak önlemler alamıyorlar.

Çünkü bunlar hükümeti sorumlu hale getiriyor, hükümet de bunun altına girmek istemiyor.

Güya birkaç ekonomik önlem alındı.



Bunların da ezici çoğunluğu işçiye, çalışana, dar gelirli esnafa değil, daha büyük patronlara kolaylıklar sağlıyor.

Böyle bir ortamda aileleri en etkileyen giderler doğalgaz, su ve elektrik faturaları.

Bunlara bir çare bulamayan hükümet, “Bu süreçte su, elektrik, doğalgaz kesilmeyecek” formülü bulabildi ancak.

EPDK ise korona sürecinde evlerde saat okunması yapılmayacağını, geçmiş faturalar baz alınarak yeni faturalar gönderileceğini açıkladı.

İlk günden bu konuya dikkat çektik ve “Bu konu hiç de hoş kokmuyor, buradan haksız bir kazanç çıkmasın” uyarıları yaptık.

Şimdi kötü uygulamaları görmeye başlıyoruz.

Manisa’da yaşayan eski milletvekili, Yolsuzlukla Mücadele Derneği Başkanı Tevfik Diker aradı dün.

“Evde iki kişiyiz, aydınlatma ve sıradan ev aletleri dışında elektrik sarfiyatımız çok düşük. Kış aylarında sarfiyatı artıran kombi de yok bizde. Isıtma, merkezi sistem çünkü” dedikten sonra “Korkunç bir elektrik faturası geldi bu ay” diye ekledi.

Tevfik Diker, 488 lira 79 kuruş tutan son elektrik faturasını da göndermiş.

Diyor ki, “Geçmiş aylara baktım. Aralık ayı 156 lira, ocak ayı 131 lira, şubat ayı 120 lira ve mart ayı 126 lira gelmiş (Küsuratları ben yazmadım) Şimdi birden 488 liraya çıkmış. Bu elektriği nerede kullanmış olabilirim? Demek ki geçmiş ortalamalara baktıklarını söylemelerine rağmen, hesabı kafadan yapıyorlar.”

Kıssadan hisse; Demek ki şu andan itibaren sadece elektrik değil, tüm faturalarınızı dikkatlice kontrol etmeniz lazım. Ne olur ne olmaz. Fırsat bu fırsat hepimizi çok fena yapabilirler.

KOMİK

Gece yarısı yaşanan trafik sıkışıklığı da neyin nesi?


En uzun süreli sokağa çıkma yasağı çarşambayı perşembeye bağlayan gece yarısı başladı, pazarı pazartesiye bağlayan gece yarısı sona erdi.

4 günün ilk iki günü saat 14.00’e kadar market alışverişi için “yürümek koşuluyla” sokağa çıkılabildi.

Cumartesi-pazar tam yasak vardı.

Pazar gecesi, saatler gece yarısını gösterdiğinde, İstanbul bir anda hareketlendi yine.

Yüzlerce belki binlerce araç, sanki zincirlerinden kurtulmuş gibi İstanbul caddelerini doldurdu.

Birçok yerden “trafik sıkışıklığı” yaşandığı haberi geldi.

Tamam, 4 gün evde kalmak herkesi bunalttı.

Tamam, yasağın bitmesi ister istemez bir ferahlık yaratıyor.

Tamam, yasak yoksa kimseye neden çıktığını sorma hakkımız yok.

Beni güldüren, sokağa çıkıldığında hiçbir şey yapılamıyor. O halde çıkanlar ne amaçladı? Buna cevap bulamıyorum.

Gece yarısı yasak bitti de yine her yer kapalı. Bir çay içecek, çorba yudumlayacak, dürüm yiyecek yer bile yok.

Bırakın onu parklarda, sahillerde olan bankların bile üstü kapalı, oturacak yer yok.

Sokağa çıkanlar belli ki sadece sıkışan trafikte araç kullandılar o kadar.

Ne diyeyim, Allah bunlara akıl fikir ihsan eylesin.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Şişli Etfal konusunda tek satır bilgi vermiyorlar


Hatırlayacaksınız Seyrantepe’ye inşa edilen Şişli Etfal Hastanesi’nin iki yıl önce bittiğini ancak bir türlü açılmadığını yazmıştım.

Galatasaray stadının hemen üstündeki devasa hastane, adeta çürümeye terk edildi.

Bu köşeden de Tele1’deki sabah programımdan da ısrarla, “Bu hastane neden açılamıyor?” diye sormuştum.

10 Nisan günü çıkmıştı bu yazım.

Üzerinden 15 gün geçti.

Tık yok.

Madem resmi bilgi vermiyorlar, o halde ben de duyumlarımı aktarayım.

Bu hastanenin yeri yanlış seçilmiş.

Zemin etütleri yapılmamış.

Bina kayıyormuş, bu nedenle içeri kimse giremiyormuş.

Sağlık Bakanlığı, büyük skandal ortaya çıkmasın diye çırpınıyormuş.

Ama ne çare ki, büyük ihtimalle hastanenin yıkılması gerekiyormuş.

Söylenenler bunlar.

Buna rağmen yine hiçbir açıklama yapılmayacak mı?

Milyonlarca liraya mal olan yepyeni bir hastanenin medya tanıtımı yapıldıktan iki yıl sonra, hâlâ açılmamış olmasına söyleyecekleri bir söz olmalı.