Korkusuz
Ümit Zileli

Gönül insanlarına içten teşekkürler!..

Geçtiğimiz ay sizlerden bir hafta izin rica etmiştim...

Aslında üç haftalık bir “İstanbul’dan uzaklaşma” projesiydi benimkisi! Son iki haftasında yazılarımı gittiğim yerden yazacaktım; nereye mi gittim?

-Kangal’a!..

Hani şu, dünyaca ünlü köpekleri ve yedi kaburgalı (normalde altı kaburgalı olurmuş) koyunlarıyla ve tabi dünyada “tek” olarak ünlenen, “doktor balıklarıyla”, selenyumlu sıcak suyuyla meşhur kaplıcasıyla bilinen Sivas Kangal’dan söz ediyorum...

Pırıl pırıl bir güneşin, ancak camekanın ardından ısıttığı, aynı anda hava sıcaklığının -17’ler, -20’ler arasında seyrettiği, bir gecede yağan karın neredeyse diz boyu tuttuğu bu Anadolu kasabasında 3 hafta geçirdim...

-Giderken “Acaba sıkılır mıyım” diye düşündüğüm Kangal’dan dönerken “Biraz daha kalsam keşke” diye hayıflandığımı itiraf etmeliyim!..

Biz, büyük kentlerde yaşayanların artık bir sözcük olarak bile unuttuğu alçakgönüllülük, saygı, hoşgörü gibi geleneksel kavramların yaşadığı, yaşatıldığı, sıcakkanlı insanların ince takılmalar, espriler eşliğinde, kendisini, siyasi görüşünü bile tartışmaya açtığı masa başı sohbetlerinde “Biz bunları ne zaman unuttuk, kaybettik” diye şaşkınlığa düştüğümü de paylaşmak isterim!..

Mücevherin üzerindeki pas!


Hep Kangal’da kalmadım elbette...

Bir arkadaşım aracılığı ile tanıdığım, daha ilk günden “kardeşim” olarak gördüğüm Erol Bozkuş sayesinde önce Divriği sonra da Gürün’ü keşfettim... Seçim gezilerinde şöyle bir görüp geçtiğim bu iki ilçenin aslında neler barındırdığını gördüğümde hayretler içinde kaldım!

Mesela Divriği Ulu Camii ve Darüşşifasını “görülecek yerler” listesinin en başına yazmanız lazım. Yaklaşık 800 yıl önce, 1228-1229 yıllarında Selçuklu’ya bağlı Mengücekoğulları’nın yönetiminde  Ahmet Şah ve eşi Turan Melek tarafından yaptırılan Ulu Cami, İslam mimarisinin başyapıtlarından biri olarak kabul ediliyor ve UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor! Şu sıralarda restorasyonda ve 2 yıl daha süreceğini öğrendim...

Divriği’de 124 tescil edilmiş ve elden geçirilmiş konak olduğunu da not edin lütfen; bu anlamda Safranbolu ya da Beypazarı’ndan aşağı kalır yanı yok. Ancak bir benzetme yapmak gerekirse “mücevherin üstündeki pası silmek gerek!” Divriği’nin bakıma ihtiyacı var, tez elden!

O konaklardan birinde, ülkeyi saran demiryolu ağlarında büyük payı olan, ilk Türk uçaklarını imal edip ihraç eden Nuri Demirağ’ın oturduğunu özellikle belirtmeliyim. Bu büyük adamın epey hazin öyküsünü de ayrıca anlatmayı düşünüyorum...

Erol, daha sonra beni kendi memleketine, Gürün’e davet etti. Bu şirin kasabanın ne kadar özgün bir tarihe sahip olduğunu oraya gittiğim zaman gözlerimle gördüm. Mesela, siz Atilla İlhan’ın Gürünlü olduğunu biliyor muydunuz? Evet çocukluğunu yaşadığı ev restorasyonu yapılmış olarak orada! Hasan Hüseyin Korkmazgil, aynı şekilde; evini gezerken “Acıyı bal eyledik” şiirinin dizelerini mırıldandım... Kara kalemle yaptığı Atatürk portresinin önünde gözlerimin yaşardığını hissettim. Kendi evinde “komünist” olduğu gerekçesiyle gözetim altında tutulan büyük şairi saygıyla andım...

Daha pek çok isim var; mesela Cem Yılmaz Gürünlü, Nurettin Sözen de öyle... İki vadi arasında toprağı kıt bu yörenin insanı çözümü okumakta bulmuş! Erol, bu durumu şahane bir benzetmeyle şöyle açıkladı.

-En geride kalan benim galiba, yalnızca Yıldız Teknik mimarlığı bitirebildim!..

En büyük hayali ise Gürün’ü turistik bir yöre haline getirmek, kültür ve sanat şölenlerine açmaktı...

-Yukarıda yazdığım “mücevher” benzetmesi burada da aklıma düştü!

O güzel insanlar


Bu saydığım yerlerde birçok güzel insan tanıdım...

Mesela, Hacı Fuat Ünsal... Bildiğiniz klasik hacılara pek benzemediğini söylemeliyim; zaten hacı ünvanını alalı da çok olmamış... Müthiş hikayeleri olan, sohbeti şahane, açığı bulduğu an sözünü o boşluğa okkalı şekilde oturtmasını bilen bir “nevi şahsına münhasır” güzel adam... Keyifli hikayelerin çoğunluğu da hacı olmadan öncesine ait olduğu için ona şu teklifi yaptım:

-Sen bu hikayeleri anlatırken başına “H.Ö” ya da “H.S” rumuzunu koy, karışıklık olmasın!

O ne demek?” diye sordu. “Hacılık öncesi”, “hacılık sonrası” yanıtını verdiğimde kahkahayı bastı!..

Ağabeyi Halil Usta daha ciddi, daha ağır ve dikkatli konuşan, biraz da iktidara yakın bir kişiydi. Ama tutarlı, eleştirileri de dinleyen ancak bazen “O kadar da değil ama Ümit bey” diye karşı çıkan hoş bir insandı kısacası...

Yeri gelmişken, kaplıcada oturduğumuz masaya her görüşten insan misafir oldu. En ateşli tartışmalarda bile seviye hep yukarıda oldu, asla çıtanın altına düşmedi... Örneğin hemen yakındaki Kavak Köyü’nden “hoş geldin” ziyaretine gelen Seyit Ali Ağa ve Muhtar Mehmet bey ile konuşurken köyün çoğunluğunun Alevi, muhtarın ise Sünni olduğunu öğrenince hoşuma gitti, “Neden peki?” diye sordum, ağa şöyle bir yüzüme baktıktan sonra cevap verdi:

-İyi çalışıyor!

Hepsini anlatmam mümkün değil; mesela Gürünlü Yıldıray astsubay. Kumpas sürecinde istifa etmiş, kalenderin hası bir insan. Neye ihtiyacın olsa bir anda ortaya çıkıp halleden Rüştü kardeş, saçımı kısacık keserken hayatını o süreye büyük beceriyle sığdıran berber Mesut, Yusuf, Fatih, Merve, Selim ve diğerleri, diğer bir deyişle hepsi...

-Hepsine gönülden bir teşekkür borcum var...

Bu güzelim ülkede umudun hep var olduğunu gösteren Anadolu insanına gönülden selam olsun!..