Bir önceki yazıda da değinmiştim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin duvarında, kocaman harflerle Mustafa Kemal Atatürk’e ait şu söz durur: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

Ama bugün bu sözle yaşadıklarımız arasındaki uçurum ürkütücü derecede derin.

Şu anda 17 CHP’li belediye başkanı tutuklu.
Bu isimler öyle küçük beldelerin değil, milyonların iradesinin sandıkta tecelli ettiği yerlerin seçilmişleri.

Toplamda 7 milyona yakın yurttaşın oyu, şu anda dört duvar arasında kilit altında.

Yalnız belediye başkanları değil.

Hatay’da 105 bin oy alarak milletvekili seçilen Türkiye İşçi Partisi’nden Can Atalay da hala cezaevinde.

Bu tabloya tepki olarak CHP, TİP ve EMEP bu yıl Meclis’in açılışını protesto ederek katılmadı.

Peki siyaset cephesinden nasıl yankı buldu?

MHP lideri Devlet Bahçeli yaşananları “TBMM’nin ve Türk milletinin iradesine kesif bir saldırı” diye niteledi.

Ama asıl sorulması gereken şu: Egemenlik gerçekten kayıtsız şartsız milletin midir?
Yoksa kaydı, şartı, filtresi, sınırı olan bir “egemenlik oyunu” mu oynanıyor?

“Ya bendensin, ya dört duvara mahkumsun” anlayışı mıdır egemenliğin yeni tanımı?

Milletin iradesine saldırı hangisi?

Meclis açılışına katılmayan muhalefet mi; yoksa sandıkta kazanılmış milyonlarca oyun yok sayılması, seçilmiş belediye başkanlarının cezaevinde tutulması mı?

Eğer milletin iradesi dört duvar arasına hapsediliyorsa, Meclis’in duvarındaki o yazı yalnızca bir süs, bir dekor olur. Ve tarih bu çelişkiyi kaydeder.

İyi de, tuvaletleri kim temizleyecek?

Biliyorsunuz, itibara uğramayan tasarruf; memurun servisine, öğretmenin su ısıtıcısına ve en çok da okulların temizlik görevlilerine geldi.

Sonuç ortada: Geleceğimiz olan çocuklarımız mağdur.

Okullar hijyen sorunuyla boğuşuyor.

Öğretmenler ders hazırlamak yerine ellerine süpürge almak zorunda kalıyor.

Bir seneyi aşkın süre geçti; ama hala çözüm yok.

Belediyeler destek vermek istedi, ona bile izin çıkmadı.

Ve İstanbul Valisi Davut Gül, yeni bir “müjde” açıkladı: Çevre Bakanlığı bütçesiyle 300 okula temizlik robotu alınacak!

Alınsın alınmasına da...

Sadece İstanbul’da ilkokul düzeyinde 1067 devlet okulu var.

Yani bu proje, okulların ancak yüzde 28’ine dokunuyor.

Türkiye geneline vurduğunuzda ise yüzde 0,5 bile etmiyor.

Üstelik düşünmeden hayata geçirilecek her girişim gibi bu da birçok soru işaretiyle dolu:

Bu robotlar ne yapacak?

Çocukluğumuza damga vuran Jetgiller çizgi filmindeki Rosey gibi mi olacak (keşke bütçe yetse de olsa), yoksa bahsettiğimiz bildiğimiz robot süpürge mi?

Okul temizliği sadece yer süpürmekten mi ibaret?

Tuvaletleri kim temizleyecek, sabunu ve tuvalet kağıdı kim koyacak?

İki-üç katlı binalarda robotu katlar arasında kim taşıyacak?

Ve bir soru daha: O robotların kendisini kim temizleyecek?

★★★

Halbuki Türkiye’nin en yakıcı sorunlarından biri işsizlik.

DİSK-AR’ın yeni açıkladığı verilere göre gerçek işsizlik dediğimiz geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 29,7.

Kadınlarda bu oran yüzde 39,2’ye kadar yükseliyor.

Yani ülkede en az 12,2 milyon işsiz var.

Neredeyse her üç kişiden biri işsiz.

Peki, bu kadar yüksek işsizlik varken neden bu alan bir istihdam kapısı olarak görülmüyor?

Evinin yakınındaki okulda, kısa süreli de olsa çalışacak insanlar hem gelir elde eder hem de çocuklarımız sağlıklı bir ortamda eğitim görür.

Basit bir düzenlemeyle, işsizlere temizlik kadrosu açılabilir. Hem insana yatırım yapılır hem okullar gerçek anlamada temizlenir.

Ama yok... Yine kolaycı, vitrine dönük, göstermelik çözümler.

Yine yanlış teşhisle yanlış tedaviye kalkılıyor.

Sorun kökten çözüleceğine üstü kapatılıyor.

Çözüm diye sunulan şey aslında yine palyatif, yine pansuman.

Ve bu kez mesele yalnızca bütçe ya da gösteriş değil; doğrudan çocuklarımızın sağlığı, güvenliği, geleceği söz konusu.

Robot sıraların arasına girip temizleyemez, lavaboları silemez, çöpleri boşaltamaz.

Ama iş sahibi yapılacak bir insan bunların hepsini yapar, aynı zamanda evine ekmek götürür.

Kısacası mesele şu: Gerçek bir çözüm mü istiyoruz, yoksa teknolojiyle süslenmiş bir gösteri mi?

Cevap ortada. Bu ülkede sorunlara çözüm yerine vitrin üretiliyor.

Ve akıl tutulması devam ettiği sürece, hem işsizler evde beklemeye mahkum olacak, hem de çocuklarımız pis sınıflarda eğitim görmeye.

Çözüm ise hep yanlış yerde aranacak.