Korkusuz
Can Ataklı

Böyle bir kanun çıkmış, kimse itiraz etmemiş, şimdi şaşırıyoruz

ANALİZ

Böyle bir kanun çıkmış, kimse itiraz etmemiş, şimdi şaşırıyoruz


Yanılmıyorsam ilk kez HDP’li yöneticilere yapılan son operasyonda farkına vardık.

Neydi o?

Gözaltına alınanların sorgulamalarına avukatlar sokulmadı, şüpheliler avukatları olmadan ifade verdiler.

Ardından Van’da iki kişinin helikopterden atıldığı iddiasıyla haber yapan gazeteciler, sabah saatlerinde evlerinden alınarak karakola götürüldü ve sorgulamalarına yine avukat alınmadı.

En basit hukuk kurallarından biri şudur; “Şüpheli kim olursa olsun avukat tutma hakkına sahiptir ve avukat soruşturmanın her aşamasında müvekkilinin yanında olur.”

Nitekim konuyu netleştiren Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesi aynen şöyle diyor;

(1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.

Görüldüğü gibi; bir şüphelinin veya sanığın avukatıyla görüşmesi için vekalet olmasına bile gerek yok.

İlk anda, kişi hangi avukatı isterse istesin, vekaletname bile vermeden yanında tutabilir.

Peki, kanun böyleyken, son günlerde bazı kişilere neden “avukatsız operasyon” yapılıyor veya yapılabilir?

Bunu merak edip hukukçulara sordum.

Dediler ki “Yasaya bir madde eklendi 2016 yılında, buna dayanarak yapıyorlar.”

Evet, 154’üncü maddenin ikinci fıkrası şöyle;

(2) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/3 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/3 md.) Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitap, dördüncü kısım; dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci bölümlerinde tanımlanan suçlar ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ile örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imal ve ticareti suçları bakımından gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hakim kararıyla 24 saat süreyle kısıtlanabilir; bu zaman zarfında ifade alınamaz.

Hani gece yarıları torba yasa adında çıkarılan yasalar vardı ya, işte bu da onlardan biri.

Yasaya oy veren AKP’liler zaten neye oy verdiklerini genellikle bilmiyorlar.

Muhtemelen muhalefet partilerinin temsilcileri de durumu fark etmemişler.

Zaten torba yasa çıkarmanın amacı bu.

Çok sayıda yasada küçücük değişiklikler adı altında aslında çok önemli yasa değişiklikleri yapıldı AKP tarafından.

Bunlar hep “iş bitirici” sloganıyla yürütüldü.

“Küçük bir değişiklik için Meclis’i haftalarca çalıştırmanın anlamı yok, işleri hızlandırıyoruz, devlet daha hızlı ve aktif çalışıyor” bahanesiyle böyle yüzlerce yasa geçirildi Meclis’ten.

İşin garip tarafı, belki ilk anda görülmese bile sonradan da mı fark edilmiyor bunlar?

Barolar neden sessiz?

Türkiye Barolar Birliği’nin başkanı bu konudan hiç rahatsızlık duymaz mı?

Zaten devleti hoyrat biçimde kullanan bir iktidar var başımızda. Bu tür yasalarla istemedikleri, beğenmedikleri, kendilerine karşı gördükleri herkesi diledikleri gibi savurabiliyor zaten. Sadece şu avukatlık konusu bile dilediklerinde daha neler yapabileceklerinin kanıtı değil mi?

Türkiye bu suskunlukla nasıl yırtacak bu karanlık günleri?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Bu kadar açık destek ayıp oluyor


Bu pazar Kıbrıs’ta seçimler var.

Aslında bu seçim 26 Nisan’da yapılacaktı ancak koronavirüs salgını nedeniyle ertelenmişti.

11 adayın katılacağı yarışta adayların yedisi bağımsız, dördü partilerin temsilcisi.

Mevcut Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı seçime bağımsız aday olarak giriyor.

Ulusal Birlik Partisi (UBP) lideri, Başbakan Ersin Tatar ve Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman da seçimde öne çıkan adaylar arasında.

Koalisyon ortağı olan ve önceki akşam hükümetten çekilen Halkın Partisi’nin (HP) lideri, Dışişleri Bakanı Kudret Özersay ve Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş da bağımsız aday oldular.

AKP Genel Başkanı, bu seçimlerde Ersin Tatar’ın seçilmesini istiyor.

Daha doğrusu bu karar çoktan verildi.

Kıbrıs’ta herkes yeni cumhurbaşkanının Ersin Tatar olacağından haberdar.

Yine de “ne olur ne olmaz” denilerek Ersin Tatar’a son dakika desteği ile büyük güç verildi.

Kıbrıs Cumhurbaşkanı Ersin Tatar salı günü saraya çağrıldı.

Amaç; Kıbrıs’a su taşıyan borulardaki arızanın giderilmesi ile ilgili düzenlenen törene katılmasıydı.

Bu tören sırasında AKP Genel Başkanı, “Maraş’ın bu hafta sonu açılacağını” duyurdu.

Erdoğan, Maraş’ın açılacağını şöyle açıkladı; “Birçok yeri rahatsız edecektir.  Ama bugüne kadar hep Kıbrıs’taki Türkler sabretti, biz sabrettik ama bu sabrın karşılığını alamadık. Adadaki Kıbrıs Türklerinin 5 asırlık varlığını kaldırmaya yönelik bir dönemde bu gelişmenin olması anlamlıdır. Çözümsüzlüğün bedeli hep Kıbrıs Türküne ödetilmek istenmiştir. Maraş da bu çözümsüzlüğün bir parçasıdır. Kıbrıs’ın geleceğini, artık hayaller yerine somut gerçekler üzerine inşa etme kararı aldık.”

Maraş’ın açılması kimi, neden çok rahatsız edecektir, tam bilemiyorum ancak bu bölgede çok ciddi İngiliz yatırımları, hatta kraliçeye ait yerler var, bunlar yeni bir sorun yaratacak mı, bunu da göreceğiz.

Maraş’ın açılacağının açıklanması, seçimlere sadece 4 gün kalan Kıbrıs’ta koalisyon hükümetinin çatlamasına da yol açtı.

Koalisyon ortağı Halkın Partisi Genel Başkanı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, “Bizim haberimiz yok, böyle şey olmaz” diyerek hükümetten çekildiğini ilan etti.

AKP Genel Başkanı’nın açıktan desteklediği Ersin Tatar ise kararı hükümet ortağına telefonla bildirdiğini söyledi.

Kıbrıs’ta garip şeyler oluyor.

Kıbrıs’ta seçilecek kişi, her zaman Türkiye’den destek almıştır.

Ancak hiçbirinde bu kadar açıktan ve pervasızca destek alan bir isim olmamıştı.

Bakalım sonunda neler çıkacak göreceğiz.

ŞAŞIRDIM

O lafı Erdoğan değil Obama söylemiş


Bugün yeni soruşturma ve tutuklamalarla yine gündeme gelen 6 yıl önceki ekim olaylarının fitili, IŞİD’lilerin Kobani’yi ele geçirmek üzere olduğu sıralarda ateşlenmişti.

HDP’lilerin protesto çağrıları üzerine çıkan/çıkarılan olaylar sonunda ne yazık ki çok sayıda kişi hayatını kaybetmişti.

O günlerde AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “Kobani düştü düşecek” sözleri büyük yankı yaratmış hatta kimileri “Protestoların başlamasına bu sözler neden oldu” bile demişlerdi.

Yıllar sonra bu sözün nasıl sarf edildiği çıktı ortaya.

Hürriyet gazetesinin saraya yakın yazarı Abdülkadir Selvi, Erdoğan ile o dönemin Amerika Başkanı Obama arasındaki telefon konuşmasını yazdı önceki gün.

Selvi’nin, “Aldığım bilgilerden derledim” dediği konuşma şöyle;

Obama: IŞİD, Kobani’ye ilerliyor. Sizin müdahale etmenizi bekliyoruz.

Erdoğan: Biz Kobani’den 200 bin sivili aldık.

Obama: Bunun için Türkiye’ye teşekkür ediyoruz. Ama IŞİD ilerliyor. Sizin müdahale etmeniz lazım.

Erdoğan: Biz sivilleri aldık. Orada PKK terör örgütünün Suriye uzantıları kaldı.

Obama: Ama Kobani düştü düşecek.

Erdoğan: Bu ısrarınız niye anlamıyorum. Biz oraya peşmergeleri sokabiliriz. Özgür Suriye Ordusu’nu sokabiliriz.

Obama: Biz IŞİD’e karşı direnişleri için onlara silah yardımı yapacağız.

Erdoğan: Yanlış olur. O silahlar teröristlerin eline geçer. IŞİD’in de eline geçer.

Benim söyleyeceğim şu; Erdoğan o gün “Kobani düştü düşecek” derken “Bunu bana Obama söyledi” dememişti, kendi görüşü gibi sunmuştu.

İkincisi, bu olaydan sonra Amerika bölgeye askeri olarak indi, PYD’yi güçlendirmeye başladı, on binlerce TIR dolusu silah, mühimmat ve teçhizatı PYD’ye verdi. AKP iktidarı ısrarla, “Bunu kabul edemeyiz, bu teröre destek anlamına gelir” dese de bunun önüne geçemedi. Galiba sonuçta burada bir Kürt devleti kurulmasına da razı geldi bile.

YENİ ÖĞRENDİM

İdlib’de hiç de hoş olmayan olaylar yaşanıyor


Gazetecilik öldü, öldürüldü.

Artık haber peşinde koşulmuyor, iktidarın istediği haberler kopyalanarak kamuoyuna sunuluyor.

Özellikle dış dünyada bizi de ilgilendiren haberlerin çoğu bilinmiyor ya da bunlar istenildiği şekliyle aktarılıyor.

Irak’ta, Suriye’de, Azerbaycan’da neler olup bittiğini tek gözle izliyoruz mecburen.

Diyeceksiniz ki, “Yandaş medya yapmayabilir, siz neden yapmıyorsunuz?”

Doğru, bunu söyleyenler haklı ancak birincisi olanaklar kısıtlı, ikincisi artık öyle bir hava oluşturuldu ki, iktidarın istemediği haberleri vermek vatan hainliği ya da casuslukla eş değer hale getirildi.

Biraz haber yaptığınız an başınızı derde sokmuş oluyorsunuz.

Bugün size nispeten zararsız bir haberden söz etmek istiyorum.



İdlib’de hoş olmayan şeyler yaşanıyor.

Öncelikle Suriye ve Rusya, günlerdir IŞİD’li teröristlere yönelik saldırılar yapıyor. Daha kapsamlı bir operasyonun Türkiye’nin engeline takıldığını ileri sürüyorlar. Bu nedenle İdlib’deki Esad taraftarları, Türkiye’nin kurduğu gözlem noktalarının çevresinde her gün protesto eylemleri yapıyor.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Bunlar hâlâ terör faaliyeti içinde mi yoksa yeni mi fark edildiler?


Sabah erken saatlerde haberlere bakarken yeni bir FETÖ operasyonuna rastladım.

Adana merkezli 12 ilde yürütülen terör örgütü FETÖ soruşturması kapsamında, aralarında öğretmen, doktor, polis ve hemşirelerinin de bulunduğu 24 kişi hakkında gözaltı kararı çıkarılmış.

Şafak vakti gerçekleştiren operasyonlarda 24 kişi gözaltına alınmış.

Operasyonlar Adana merkezli, İstanbul, Diyarbakır, Gaziantep, Tokat, Nevşehir, Samsun, Kilis, Batman, Şırnak, Mersin ve Osmaniye’de Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele ekipleri tarafından yapılmış.

15 Temmuz’dan beri bitmeyen operasyonlara tanık oluyoruz.

Burada anlamadığım ve merak ettiğim konu şu;

Her gün yeni bir cemaat operasyonu yapıldığına göre, bu örgüt, faaliyetlerine hâlâ devam ediyor demektir.

Ancak nedense bunun ne olduğunu bilemiyoruz.

Benim tahminime göre AKP iktidarı, FETÖ tehlikesinin hep başımızda olduğunu göstermek için, evvelden beri cemaatçi olduklarını bildiği insanları bu tür operasyonlarla topluyor.

Yandaş tetikçi medyamız, bu kişilere yönelik operasyonları duyuruyorlar ama nedense sonuçlarını hiç vermiyorlar.

Muhtemelen bunların çoğu serbest bırakılıyor, bazıları hakkında dava açılırken, çoğunun hakkında dava bile açılmıyor.

Buna karşı toplumda “FETÖ hâlâ var, Allah muhafaza her an darbe yapabilir” algısı diri tutuluyor.