Dün 10 Kasım’da bir kez daha Atatürk’ü, onun vizyonunu, bu ülke için feda ettiği hayatı andık.
Dünyanın gıpta ile baktığı bir ülke bıraktı ardında.
Bize Cumhuriyeti emanet etti.
Minnetle, ama o ağır sorumluluk konusunda sınıfta kalmanın mahcubiyetiyle nemlendi gözlerimiz.
★★★
Anmak bir tören değildi; bir ilkeyi hatırlamaktı:
“Kim olduğun değil, ne bildiğin ve nasıl çalıştığın önemlidir.”
Ama bu yıl 10 Kasım’ın ruhu gölgelendi.
Okulların tatil edilmesi, anmaların “mitingleşmesi” kaygısıyla okul bahçelerinin kapatılması, bazı okullarda güvenlik gerekçesiyle vatandaşların, mezunların veya velilerin bahçelere alınmaması...
10 Kasım 2025, bu yüzden okul bahçelerine alınmayanlar ve güvenlik güçleri arasında “Okul Muharebeleri” ile kayda geçti.
Ülkenin kurucusunu anmak bile mücadele ister oldu...
★★★
Oysa ki, en çok eğitim alanında borçluydu bu ülke Atatürk’e.
Cumhuriyet, eğitim kapısını herkese aynı hizada açmıştı.
Kız çocukları okusun, köy enstitülerinde toplumun her kesimi eğitime erişsin istenmişti.
Toplumun kaderinin böyle değişeceği, böyle değişebileceği bilinirdi çünkü...
Bugün ise tablo bambaşka.
Zorunlu eğitim kısalsın, çocuklar daha erken iş hayatına atılsın mücadelesi var.
Bir atölyede parfüm şişesi doldurmak için çalışan küçücük eller, bir kıvılcımda kül oluyor.
Bir şişe parfüm, bir candan fazla ediyor.
Parası olan çocuğunu özel okula gönderiyor.
Olmayan devlet okulunda “evrim”den arındırılmış, kurucusundan seyreltilmiş bir müfredatla sınanıyor.
Eğitimdeki eşitsizlik artık sadece sosyoekonomik değil; ideolojik.
★★★
Doğuştan değil emekten güç alan bir düzen kurmuştu Cumhuriyet.
Soyadından, kökenden, ailenin gücünden değil; çalışmandan, zekandan, emeğinden yüksel diye.
Geleceği emek belirlerdi.
Bugünse emeğin açlık sınırını aşmaya bile yetmediği bir düzen var.
Yasal olmayana, çetelere, bahse, yasa dışı kazanç yöntemlerine kayanların sayısı çok.
Fazla kazananlara hep şaibeli gözüyle bakılıyor.
Çünkü hangi taşı kaldırsan altından “illegal” çıkıyor.
Herkes kendi gücü yettiğince istismar ediyor düzeni.
Dokunduğun her kurumda bir çürümüşlük...
Huzur hakları, çift maaşlar, usulsüz atamalar, isme özel ilanlar havada uçuşuyor.
Olayın kendisine değil, rakama bakıp “ne olacak ki bundan” diyen bir rahatlık yayılmış...
Kurumlara güven en düşük seviyede.
Liyakatın yerini nepotizm almış.
Hangi kurumun çalışanlar listesi açılsa aynı soyadları uzayıp gidiyor.
Üniversiteler, belediyeler ya da şirketler...
Liyakatın ölümü, fırsat eşitliğini de öldürüyor.
Cumhuriyet’in en temel kazanımı; “hayal kurma hakkı” zedeleniyor.
★★★
Bir zamanların “okuyan kazanır” inancı, yerini “kimin bağlantısı var” şüphesine bırakmış durumda.
Sınıflar arası duvarları incelten şey eşit başlangıç çizgisiydi.
Bugün bir ülkede yoksullukta eşitlenmek gibi acı bir ortaklık var.
Ülkenin yarısı asgari ücret ve altında kazanıyor.
Yoksulluk sınırına dayanan 100 bin lira üzerinde maaş alanların oranı sadece yüzde 1.
Bugün 5 asgari ücrete 1 cep telefonu alabilen neslin tek hayali yurt dışına gidebilmek.
Başka bir gelecek değil, başka bir ülke hayal ediliyor.
★★★
Oysa Cumhuriyet sadece liyakatı değil, kural ve hukuku da merkeze koymuştu.
Aynı kurallarla, aynı sahada yarışmak demekti eşitlik.
Bugün hukuk bile “ikili”, hatta “düşman” ifadeleri önüne gelmeden anılmaz oldu.
Yasalar, kimin yanında durduğunuza, kimin rozetini taktığınıza göre uygulanıyor.
Uluslararası mahkemelerin kararları siyasi rüzgara göre gündeme geliyor.
Bir dönem “bir daha asla” dediğimiz sızma ve örgütlü çürüme vakaları şekil değiştirerek karşımıza çıkıyor.
Hakemler bahis oynuyor, Adli Tıp’ta otopsi raporları gizleniyor, doktorlar sahte ameliyatlar iddialarıyla yargılanıyor, çeteler sahte diploma dağıtıyor, o diplomaları alanlar devlete baraj yapıyor, Merkez Bankası’nın üst yönetimi stajyerlerin yemek kartına kadar çöküyor...
Adalet duygusu kayınca, ekrandaki skor da, mahkemedeki karar da güven vermiyor.
★★★
Atatürk’ü anmak, sadece bir yas günü değil; aynı zamanda o ilkeleri yeniden hatırlamak ve uygulamaya koyma iradesidir.
Eğitimde fırsat eşitliği...
Kamuda liyakat...
Hukukun üstünlüğü...
Kurumsal şeffaflık...
10 Kasım’ın anlamı budur.
Bugün sormamız gereken soru çok açık: Aynı sahada, aynı kurallarla oynamaya cesaretimiz var mı?
Atatürk’ün bize bıraktığı ülke, hayal kurma hakkını herkes için garantiye alan bir ülkeydi.
O hakkı yerine koymadan hiçbir şey yerine oturmayacak.