İzmir, 16 Mayıs 1919’da Yunan ordusu tarafından işgal edildi!

Ancak, Yunan yalnız değildi; arkasında başta İstanbul, ülkenin dört bir yanını işgal eden İngiltere, Fransa, İtalya’nın oluşturduğu Düvel-i Muazzama vardı... Ve tabii ABD’de “dışarıdan gazel okuyarak” tüm desteğini kullanıma sunmuştu!

Yunan birlikleri rıhtıma çıktığında Rum ahalinin çılgınca tezahüratıyla karşılandı. İzmir Metropoliti Hrisostomos, koşarak yere kapanacak, komutanın çizmelerini öpecek ve şöyle seslenecekti:

- Asker evlatlarım, Elen çocukları bugün ata topraklarını fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içerek onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Hadi buyrunuz, bütün azizler arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor!

İşte tam o sırada bir silah patladı; işgal birliklerinin bayraktarı elinde bayrakla yere serildi, Metropolit soysuzu ve Yunan askerler korkuyla dört bir yana kaçıştı. O an, orada Kurtuluş Savaşı’nın ilk kurşununu atan kara yağız genç adam gazeteci Hasan Tahsin’di. Memleketinin düşmana adeta peşkeş çekilmesine dayanamamış, elinde silah tek başına atılmıştı ortaya. İlk panik anı geçip ateş edenin yalnızca bir kişi olduğunu gören askerler tarafından süngülerle delik deşik edilerek şehit edildi...

Ardından Pasaport meydanı önündeki denizi tam da Metropolit Hrisostomos’un istediği gibi kan kırmızısına çevirecek olan katliam başladı. Albay Süleyman Fethi Bey “yaşasın Venizelos” diye bağırmadığı için süngülenerek şehit edildi. O gün asker, sivil binlerce Türk barbarca katledilecekti...

Bu tarihten yalnızca dört gün sonra Samsun Limanı’na yanaşacak olan Bandırma vapurundan ülkenin kurtarıcısı inecekti...

- Mustafa Kemal Paşa’nın arkasında ise memleketin ve son olarak İzmir’in işgali ile kahrolan koca bir milletin desteği vardı!

İzmir, yaklaşık 4 yıl sonra Başkomutanlık Meydan Savaşı’ndan büyük bir zaferle çıkan Türk Ordusu tarafından 9 Eylül 2022’de kurtarılacak, Metropolit Hrisostomos, büyük eziyetler çektirdiği Türk milleti tarafından linç edilecek, düşman gemileri de kısa bir süre sonra defolup gidecekti!

- Şimdi gelelim bir asır sonrasına, bakalım hayınlık nasıl devam etti!

“İzmir’i işgalden tefriciyye kurtardı!”

Şimdi siz haklı olarak “bu da ne demek?” diye soracaksınız...

Efendim, tefriciyye bir dua; ben anlatanın yalancısıyım; çok keskin, çok etkili bir duaydı... Öyle ki, büyük felaketlerden, sağlık sorunlarından hatta düşman işgalinden kurtulmakta bile bire bir etkiliydi... Bu Salavat-i Şerife, Hulus-u Kalp ile 4444 defa okunduğunda tüm istekleriniz, arzularınız yerine geliyordu...

Her gece 1000 kez okuyup, dördüncü gecenin sonunda 444 defa daha okudunuz mu tamamdı... Pekii, bunu kim öğütlüyor, kim her derde deva olduğunu, hatta İzmir’i işgalden bile kurtardığını anlatıyordu ahaliye?

- Cübbeli Ahmet Hoca denilen muhterem zat tabii!

Hani şu peygamber efendimizin giydiği terliğin benzerini hediyesi yüzlerce TL’den pazarlayan, Jet Fadıl isimli madrabazın zavallı insanlara kakaladığı, ismi var cismi yok devre mülklere icazet veren, jet skiden pek hoşlanan, Noel Baba’nın gizli görevini ifşa edip, İslam tarihinin önde gelen bilginleri İbni-Sina ve Farabi’nin “kafir” olduklarını açıklayan mümtaz kişilikti!..

İşte bu Cübbeli, sosyal medyada sürekli paylaştığı sohbetlerinin sonuncusunda İzmir’in aslında nasıl kurtulduğunu anlatıyordu:

- Millet zannediyor ki “bilmem kim” kurtardı. Ne bilmem kim kurtardı, İzmir Tefriciyyeyle kurtuldu!

Burada “bilmem kim” doğal olarak Büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürk ve önderlik ettiği Türk Ordusu oluyordu.. Diğer bir deyişle bu vatanı bu milleti kölelikten, yok olup gitmekten kurtaran, canını veren, gazi olan kahramanlar!

Yukarıda anlattım, “tefricciye” ise 4444 kez okunduğunda her türlü kötülükten koruyan, arzularının nihayete ermesine yarayan bir dua!.. Cübbeli efendi onu da şöyle anlatıyordu:

- Tefriciyye ateş gibidir. Yangını yaktın, anında... Tefriciyye okundu mu o işin olmaması mümkün değil...

“Okuyan mübarek insan olacak!”

Cübbeli dua işe yaramayınca da o engin “ilmiyle” şöyle buyuruyordu:

- Demek ki Suriye’nin kurtarılmasına bir tefriciyye tutturamadık demektir. O kadar mübarek insan var diyoruz bu Suriye’de ne oldu, düzelmiyor? Bir tefriciyyeyi doğru dürüst yapamadık, inşallah yapacağız...

Şimdiii, bu adamcağız bunları ve bunun gibi akıl almaz saçmalıkları, o cahil haliyle bir marifetmiş gibi anlatıyor... İnsanlara  “peygamberimiz rüyana girecek” vaadiyle “peygamber terliği” diye üç kuruşluk plastik nesneyi yüzlerce liraya satıyor, insanları dolandıran madrabazlara “fetva” verip sonra “ben de kandırıldım” deyip işin içinden sıyrılıyor... İslam bilginlerine kafir diyecek, Edison’un cennete mi, cehenneme mi gideceğini söyleyebilecek denli de cüretkar...

Buraya kadar tamam... Hem tarihte, hem günümüzde beş para etmez böylesi tip çok fazla, bunu da anlıyorum... Anlamadığım; bu adamı “alim” seviyesine çıkarıp, önünde diz çöküp, ağzının içine bakıp keramet arayanların hiç mi günahı yok? Bu nasıl bir dindarlık, bu nasıl bir teslimiyettir birader?

- Yazık bu ülkeye de, millete de...