Bazen hayatta hiçbir şeyin yolunda gitmediğini hissedersin. Sabah uyanırsın, kahveni dökersin, işe geç kalırsın, patron surat asar. Akşam eve gelirsin, televizyon açılır, aynı haberler, aynı yüzler, aynı boşluk... İşte tam o anlarda insan, hayatında bir şeyleri değiştirmek ister ama neyi, nasıl değiştireceğini bilmez. Feng Shui’ye ne dersin?
Feng Shui, Uzak Doğu’dan çıkmış, batının ruhsal açlık çektiği dönemlerde ithal edilmiş bir yaşam sanatı. Aslında kökeni binlerce yıl öncesine, Çin’in Taoist felsefesine dayanıyor. Yaşam alanlarını doğanın enerjileriyle uyumlu hale getirmeyi amaçlayan bir felsefe. “Feng” rüzgarı, “Shui” ise suyu temsil eder ve bu iki unsurun dengesi, yaşam enerjisi olan Chi’nin akışını yönlendirir.
Bu öğretiye göre, evindeki, iş yerindeki eşyaların yerleşimi, renklerin kullanımı ve mekanın düzeni senin enerjini etkiliyor.
Örneğin, Feng Shui’ye göre evinizde eski, kırık veya bozulmuş eşyalar bulundurmak negatif enerjiyi artırabilir. Ayrıca, kapının tam karşısına ayna koymak enerjinin dışarı kaçmasına neden olabilir. Yani, evindeki veya iş yerindeki sandalyeyi doğru yere koyarsan, hayatın da yoluna girer diyor. İlk bakışta saçma geliyor ama önyargılı olmamak lazım. Hayatta hep dışarıyı düzeltmeye çalışmıyor muyuz? Böyle yaparak belki de sadece koltuğun yeri değil, bakış açımız da değişiyor olabilir.
Başlangıçta Çin’de mezar yerleşiminden başlayıp saray planlamasına kadar kullanılmış. Doğal akışa, nehre, rüzgara göre yerleşim düzenlenmiş. Çünkü onlar için doğayla uyum sağlamak hayatta kalma meselesiymiş. Ama modern insan bunu alıp ofis dekorasyonuna, salon tasarımına çevirmiş. Bugün New York’taki CEO da kullanıyor, İstanbul’daki yoga eğitmeni de.
Eğer yaşam alanınızı Feng Shui’ye göre düzenlemek istiyorsanız, öncelikle fazlalıklardan kurtulmak, doğal ışığı artırmak ve pozitif enerjiyi destekleyen renkleri kullanmak iyi bir başlangıç olabilir.
★★★
Peki, gerçekte neden insanlar bir koltuğun yeriyle hayatlarını değiştireceklerine inanmak istiyor?
Bence günümüz insanı çaresiz. Ne kadar para kazanırsa kazansın ne kadar yüksek kata çıkarsa çıksın, içindeki boşluk değişmiyor. Ve daha kötüsü, büyük değişimlere cesaret edemiyor. Evliliği bitiremiyor, işini değiştiremiyor, ülkesini terk edemiyor. Ne yapıyor peki? Koltuğun yerini değiştiriyor. Çünkü kontrol edebildiği, değiştirebildiği tek şey bu.
Ben Feng Shui’ye tamamen saçmalık diyemem. Çünkü düzenli bir oda, temiz bir masa gerçekten zihni açar. Ama koltuğun yeri değişince kader değişir mi? İşte orası inanç meselesi. Bence başkalarına zarar vermedikçe herkes istediğine inanabilir.
Gelecek geldi, hazır mıyız?
Bugün dünyayı en çok meşgul eden konulardan biri, yapay zeka. Her gün hayatımıza biraz daha fazla girmekte, alışkanlıklarımız arasında yer almakta ve her geçen gün daha da gelişip hayatımıza daha fazla nüfus etmekte. Büyük bir heyecanla karşılanan bu gelişmeler, kimi zaman da korku ve endişe dalgalarını da beraberinde getiriyor.
İş dünyasından eğitime, sağlıktan sanat dünyasına kadar her alanda “insan” ile “makine” arasındaki sınırların yavaş yavaş yok olmaya başladığı bir dönemdeyiz. Kimine göre yapay zeka teknoloji tarihinin en büyük devrimi, kimine göre insanlığın sonunu getirecek sessiz bir tehdit. Bir tarafta “hayatı kolaylaştırıyor, rutin işleri yapıyor, insan yaratıcılığına alan açıyor” diyenler var. Öbür tarafta “duygusu yok, ahlakı yok, insanı gereksiz kılacak” diye düşünenler... Biri kalkıp “yapay zeka sayesinde sağlık çözümleri hızlanacak” derken, diğeri “insanlar işsiz kalacak, mahremiyet diye bir şey kalmayacak” diyor.
Gerçek şu ki, teknoloji ne iyi ne kötü; kim nasıl kullanırsa öyle sonuç verir. Ama insan işine geleni görür, diğerini yok sayar. Şimdi herkes verimliliğe, hıza, kolaylığa bakıyor. Sonrası mı? O kısmı şimdilik kimse düşünmek istemiyor. Çünkü gelecek belirsiz, belirsizlik de korkutucu.
Her yenilik başta ürkütür ama değişimden kaçmak yerine, ona uyum sağlamak daha akıllıca. Çünkü asıl mesele değişimi engellemek değil, onun içinde kendine yeni yollar açabilmek.