Tek kelimeyle görgüsüzlük.
Az kıyma, soğan, maydonoz ve altına serdiğin hamur bazla servis ettiğin bir yiyecek lahmacun.
Eskiden karnını ucuza doyurmanın bir yoluydu.
Bir süredir sözüm ona sosyetenin dokunuşuyla portakallı ördek muamelesi görüyor.
Bir insan neden 100 liraya yiyeceği bir şey için 2200 TL öder ki...
Efendim, cemreler düştü, bahar muhabbet kuşlarını doğaya salıverdi, haberlere bakmayanların içi pır pır...
Tatil planları yapılmaya başlandı, Bodrum yine en favori mekanlardan biri.
Okullar tatil olur, valizler hazırlanır, uçağa binilir, aşk Bodrum’da yaşanır güzelim.
Deniz her zamanki gibi şahane, güneş tepende, akşamları eller havaya, değmeyin keyfine.
Gündüz karnınız acıktı. Plajdasınız.
Zaten dünyanın parasını vererek girdiğiniz halkın olması gereken plajlarda garsonu yanınıza çağırıyorsunuz.
Bana bir lahmacun deyiveriyorsunuz.
Borcunuz 2200 lira efendim.
Evet yanlış duymadınız, dün çıkan haberlere göre Bodrum’da lüks yerlerde bu yıl lahmacunu 2200 liradan satacaklarmış.
Tabii ucuza da yiyebilirsiniz, afiyet olsun ama sözüm 2200 lira vereceklere...
Tamam kendi paranız, siz kazandınız. Ancak merak ediyorum, bunu yediğinizde kendinizi kazıklanmış hissetmiyor musunuz?
Ya da bu parayı veremeyenler karşısında kendinizi üstün mü hissediyorsunuz?
Hele ki insanlar bu kadar açken, bu meblağı öderken hiç canınız yanmıyor mu?
Ne bileyim, Bodrum’da bilmem kaç yıldızlı otelde arkadaşlarla lahmacun yedik demek aranızda çok havalı sayılan bir davranış şekli mi?
Varlığınızı harcamalarla mı ölçüyorsunuz?
Ne kadar çok harcarsam, ne kadar pahalısını alırsam o kadar varım!
Size daha çok mu saygı duyuluyor?
Sözünüzün kıymeti mi artıyor?
Bunları yazarken “Aslında gerçekten böyle sonuçlar üretiyor olabilir” diye düşündüğümü itiraf etmeliyim.
Bizim gibi toplumlarda ‘kendini gerçekleştirmek’ epey zordur.
Birey olabilmek, neredeyse imkansızdır mesela.
Giysinizle, otomobilinizle ya da oturduğunuz evle değerlendirilirsiniz.
Eğer zenginseniz örneğin Acun Ilıcalı ya da Cem Yılmaz gibi hep aynı kıyafetleri giyerseniz onun adı tarzdır. “Oooo adamın evinde aynı kıyafetten kaç tane vardır kimbilir.”
Ama siz eğer kendinize yeten bir ekonomiyle çeviriyorsanız hayatınızı üst üste iki gün aynı şeyi giyseniz bunu tarza yorana rastlamazsınız.
Örneğin Cem Yılmaz o eski Anadol’a bindiğinde “Ay ne alem adam”dır.
Bakkal amca kullansa laf atarsınız, “İteyim mi bey baba” diye.
Bizim gibi toplumlarda bir avuç entelijansiya dışında var olmak zengin olmak ve bunu göstermekle ilgilidir.
O yüzden tüm servetini kaybedenlerin etrafından insanlar bir anda yok olur.
Bizim gibi toplumlarda bir oyuncu metroya bindiğinde haber olur mesela.
Kendini gerçekleştiremediğimiz içindir ki bu kadar cemaatlere bağlı yaşarız.
Ancak o kalabalıklarla bir aradayken görülürüz.
Tek başına sinemaya, konsere gidebilen çok azdır mesela bizim toplumumuzda.
Bir kafede tek başına oturup çalışana bile ancak son yıllarda rastlarız.
Yalnızlık bir tercih değil, adeta acınılacak bir hastalık gibidir.
Parmağındaki yüzükle, ayağındaki ayakkabıyla, gözündeki gözlüğün markasıyla değerlendirildiğin bir toplumda az kıyma ve soğanlı lahmacuna 2200 lira vermek de bu yüzden anlaşılabilirdir.
Paranın konuştuğu toplumlarda, o para için her şey yapılır.
Çünkü mesele varlık-yokluk kadar mühimdir.
Ne diyeyim afiyet olsun.
Güçlüden yana olanı affedemem
Bugün ‘Apolitik’ soruları İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu yanıtladı.
- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
Zihnimi açmak için önce derin bir nefes alırım. “Bugün ne yapmalıyım?” deme şansım olmaz, önceden belirlenen programım doğrultusunda koşturmaya başlarım, genel olarak da 24 saatin yetmediği gerçeğiyle karşılaşırım.
- En son hangi kitabı okudunuz?
Siyasetin malum temposu, bu süreçte bizi kitaplara eskisi gibi çok zaman ayırmaktan mahrum bıraktığını itiraf edeyim. En son “Birinci elden içinde bulunduğu kuşağın serüvenini, sosyal ve siyasi olayları, çalkantıları” konu içeren Faruk Yücer’in ‘Adanmışlar’ adlı kitabını okudum.
- En son hangi filmi izlediniz?
Uzun zamandır hiç fırsatım olmamıştı. Oğlum Adnan Yağız’ın ısrarı ile geçtiğimiz ay “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” filmi.
- En sevdiğiniz ses ne sesi?
Çocuklarımın sesi ve meydanlardan yükselen sloganlar.
- En çok dinlediğiniz üç şarkı?
Sezen Aksu’dan ‘Gülümse’ (Gülümsemeyi unuttu insanlık, özellikle de maalesef Türk insanımız ve bu durum beni çok üzüyor.) Kıraç’tan ‘Uyan Sunam’ (Her hafta salı-perşembe günleri Bursa-Ankara git-gellerinde, araçta hep takılı olan USB’mdeki müzik havuzundan en sevdiğim parçadır) ve Müslüm Gürses’ten ‘Erisin Dağların Karı’.
- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
Cem Karaca – Deniz Üstü Köpürür. (Hem hüzünlü hem öfkeli hem de çok güzel...)
- Aşka inanır mısınız?
Evet ama sadece bir insana değil; bir ülkeye, bir bayrağa, bir vatana, bir millete ve çok inandığım bir fikre...
- Kırmızı çizginiz nedir?
Adaletsizlik. Bu yoksunluğu kabullenemem ve hele ki güçlüden yana olanı hiç affedemem.
- En sevdiğiniz yemek?
Hiçbir zaman yemek seçmedim ancak annemin yaptığı Çerkez yemekleri ve hamur işleri vazgeçilmezim.
- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Haram olanlar hariç itiraf edeyim, metabolizmama zarar verdiğini bildiğim bir şeyi bile yiyorum ben...
- Sizi ne heyecanlandırır?
İlk defa okuduğum bir cümlenin bende karşılık bulan ama mutlaka hayata dair olan anlamı.
- Yağmur mu, güneş mi?
Tabii ki güneş.
- Güz mü, ilkbahar mı?
Hiç tartışmasız ilkbahar. Uyanışın, dik duruşun, ayağa kalkışın mevsimidir.
- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
Kibir, riyakârlık, söz verip tutmamak.
- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?
Freud’a: “Bütün dünya liderleri kafayı yedi. İnsanlara da kafayı yedirdi. Yetiş, sana büyük ihtiyaç var” derdim.
- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Çok zor bir soru. Esaretten kurtulmuş, müebbetten tahliye olmuş gibi olurdum. Aile ve arkadaşlar ile zamanı değerlendirirdim.
- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?
“Bozkırın Tezenesi” Türk halk müziğinin efsanevi ismi Neşet Ertaş olmak isterdim. Bir Yalan Dünya, bir Gönül Dağı ile insanımızın duygularını, aşkı, acıyı ve insanlık hallerini anlattı. Sazıyla ve sözleriyle evrensel bir dile taşıdı.
- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
Arada flüt çalmaya çalışırım. Ama aslında keşke sazlı, sözlü bir becerim olabilseydi. Çok sever ve dost meclislerinde bulunmaya da gayret ederim.
- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Allah ömür verirse, ‘Hayat Hikâyem’ tamamlanana kadar. Ne bir gün eksik, ne bir gün fazla...