Amaaaan; her gün kavga, her gün başka bir tezgah, tutuklama, operasyon, sansasyon...
Sizi bilmem ama ben yoruldum!
Gündemden kaçmak için eski bir arkadaşınızla her gün buluşup çay içelim deseniz, emekli maaşının yüzde 10’u gidiyor... Yani sosyalleşme, çağımızda oldukça pahalı!
Ya da yeni çıkan bir kitabı alıp da okumak isteseniz... En az 300 liradan başlıyor.
İki kişi sinemaya gitseniz, birer de mısır patlağı ya da frigo... Yol parası falan derken, gitti bin lira!
Televizyon dizileri zaten “öööö” getirdi... Kardeşinin karısıyla evlenmek zorunda kalan adamlar, abisi, kızkardeşi ve yengesi ABD’ye çalışan MİT ajanları... Bir de sanki zaten hayatımızı istila ettikleri yetmezmiş gibi ekranları da dolduran başları sarıklı adamlar, çarşaflı kadınlar, kimsenin anlamadığı Arapça konuşmalar...
★★★
“En iyisi futbol. Aç spor kanallarını, maçlara takıl” diyeceksiniz; ama orası da başka bir fasıl!
Kim, kime ne dedi, hangi hakem nasıl satıldı, yapıydı, şikeydi, federasyondu, yabancı hakemdi, futbolcu döven yöneticiydi, ofsayttı, yok değildi derken; şimdi yetmezmiş gibi bir de her yerden karşımıza fırlayan Acun eklendi...
Takımı iyi oynamış da karşı taraf her yeri ele geçirmiş de... Bir sürü fitne fesat!
★★★
Sosyal hayat yok, kitap yok, sinema yok, dizi yok, futbol yok... Bari çıkıp yürüyüş yapın diyeceğim; diyemiyorum.
Sokağa attığınız anda kovboy filmi...
Herkes gergin, herkes kavga etmek için bahane arıyor...
Kentin varoşları sürekli “grav, grav...”
★★★
Tabii bunlar büyük şehirlerde yaşayanlar için geçerli.
Biz deniz kasabası sakinlerinin böyle derdi yok! Kışları yaş ortalaması 70’e yükselen beldemizde kavga etmek için gücümüz de yok.
Bu yüzden biz çene sporu yapıp dedikoduyu tercih ediyoruz!
Kim kimle görülmüş, kimin sesi koroda çatlak çıkmış, kim okeyde taş çalmış, kim ritm kursundaki Ali Rıza Bey’le kırıştırıyormuş...
Bu tür rivayetlere malzeme olmamaksa derdiniz, küçük beldelerde de hayat zorlaşıyor...
★★★
Peki; ben nasıl yönetiyorum stresimi? Boş zamanlarımı nasıl değerlendiriyorum?
Soru sorarak!
Yanıtı olsun, olmasın her gün binlerce soru yağdırıyorum hidrosfere... (Söylemesi ayıp, bizim buralarda atmosferden çok hidrosfer var!)
Aklıma ne geliyorsa soruyorum. Bazen Trump’a bile sallıyorum; belki duyar diye... Malum bazen kardeşinizin bile duymadığını onlar duyuyor, “uzun kulakları”yla!
Kimi zaman da karıncaların huzurunu kaçırıyorum, “Bu yıl çok stok yapmadınız mı? Ne yapacaksınız bu kadar erzağı?”
Erkenden bulutların arasına giren güneşe takılıyorum, “Kardeş nereye gidiyorsun, daha çay içecektik?”
★★★
Ama...
Bu ara...
Kafamda tek soru var!
“Nerede?”
“Yoksa öldü de bizden mi gizliyorlar?”
“İnsan bu kadar çok konuşur da bir fotoğraf olsun çektirip göndermez mi?”
“Telefondaki ses ona ait olmayabilir mi? Ya biri onu taklit ediyorsa?”
★★★
Elbette bu soruların yanıtı da çıkacak ortaya ama...
İşte...
“Giden gün ömürden, yanıtsız soru törpüden” oluyor!
GÜNÜN SORUSU
Yılbaşından bu yana ardı arkası kesilmek bilmeyen savcılık operasyonlarının dünkü hedefi Halk TV ana haber sunucusu Ece Üner’di. Günümüzde adliyeye götürülmek için mazerete gerek yok ama Ece Üner, “terörle mücadele edenleri hedef göstermek”le suçlanıyor. Sorum savcı beylere:
Sıradaki “av” kim?
Ali Bey’in kini!
Dün 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü’ydü... Günün en çok konuşulanı, yine Diyanet İşleri Başkanlığı oldu.
“Ne alakası var?” demeyin...
Atatürk’ün “laik devleti sürekli kılmak için kurduğu” bu kurum, bugün ülkemizdeki bir numaralı Atatürk düşmanı haline geldi.
Bu yüzden hiçbir önemli günde anmadığı gibi dün de Atatürk’ü yok saydı!
Camilerde okunan hutbede, zaferin mimarının adı bile geçmedi.
O hutbede, “Çanakkale” denildi, “din” denildi, “devlet” denildi, “vatan-millet” denildi, hatta rahmetli “Yahya Çavuş” bile denildi ama “Mustafa Kemal Atatürk” denilmedi.
★★★
Ali Erbaşsız Diyanet olur.
Diyanetsiz, Müslümanlık olur...
Ancak Atatürksüz Türkiye Cumhuriyeti olmaz!
Onu yok sayan şatafat düşkünü mollalar da bir gün bu gerçeği anlayacak ama zaman onlar için geçmiş olacak!