Yetmedi, yığınla yeni cezaevleri inşa edildi... Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü birkaç yıl önce adalet bütçe komisyonuna bilgi verirken “5 yıldız tadında” hapishaneler yapıldığını anlatmıştı övünerek!
Haklıydı da; Adalet Bakanlığı verilerine göre ülkemizdeki cezaevi sayısı toplam 396. Bu cezaevlerinin kapasitesi 286 bin 797. Ancak 1 Aralık 2022 tarihi itibariyle cezaevlerinde 336 bin 315 kişi bulunuyor. 49 bin 518 kapasite fazlası tutuklu ve hükümlü var!
2005 ile 2016 yılları arasında yani AKP iktidarında tam tamına 227 yeni cezaevi inşa edildi. Bu da yetmedi tabii, 37 cezaevine de ek binalar yapılarak kapasite yaklaşık 200 bin kişi artırıldı!.. Bu neyi gösteriyor peki?
-Gece gündüz çalıştıklarını tabii!
Çıraklık döneminden kalfalık dönemine geçiş olarak adlandırabileceğimiz 2006’dan itibaren yaşananları gözden geçirdim arşivlerde. Sonra da oturup bir sıralama yaptım.
-Ne kadar beğenirsiniz bilemem ama ahvalimiz budur!
Hapishane yolları taştan!
Önce gazeteciler tutuklandı...
Yıllar içinde yüzlerce gazetecinin içeri girip çıkmaktan başı döndü!
Son olarak Ağustos ayı verilerine göre 63 gazeteci cezaevinde şimdilerde.
120 gazeteci ise tutuksuz yargılandıkları davalarda ağır hapis tehdidi altında bulunuyor...
Zincirlikuyu Mezarlığı’nın girişindeki yazıya atıfta bulunacak olursak şöyle de denilebilir:
-Her canlı mutlaka hapishaneyi tadacaktır!
Öyle de oldu zaten...
Mesela öğrenciler tıkıldı içeri, düzinelerle...
Yüzlercesi...
Bu kadar öğrenciye öğretmen gerekiyordu tabii, öğretmenleri aldılar...
Baktılar, cezaevleri üniversite kıvamına geliyor, dekanları, rektörleri de aldılar...
-Zaten resmi evrakta cezaevleri “Kampüs” diye geçiyor!..
Sonra subaylar, generaller, genelkurmay başkanları zincirlendi zindanlara...
Ne Deniz Kuvvetleri kaldı, ne Hava Kuvvetleri ve ne de muharip subay...
Yetmedi, belediye başkanlarını soktular içeri, tabii ki muhalif olanlarını...
Polisleri, emniyet müdürlerini, bir zamanlar “bi güzel sorguladıkları” solcularla aynı suçtan atıverdiler hücrelere...
“Bir dakika bu hukuksuzluktur ne yapıyorsunuz?” diyen avukatları da derdest ettiler...
Az geldi, müzik gruplarını bir baskınla sabahın köründe tıkıverdiler içeri...
Müzisyenler serbest kalınca, sanatçı kotası eksildi tabii, bu kez tiyatrocuları buyur ettiler parmaklıklar arkasına...
Avrupa’nın en büyük adalet sarayı hizmete açılmıştı...
Ancak henüz en büyük, en görkemli hapishane inşa edilemediğinden, ağzına kadar dolmuş, taşmış hapishanelerden 15 bin hükümlüyü bir “şipşak yasa” ile bir gecede salıverdiler...
En çok da karısını doğrayan, boğan, bıçakla, mermiyle delik deşik eden yurttaşları!..
E, zaten içeri tıkılmayan memurlar sürgünlerden sürgün beğeniyordu...
İşçiler deseniz, bırakın protestoyu, ağzını açmaya kalksa artık standart biber gazı mı, yeni ithal edilen cop mu, tazyikli su mu, Allah ne verdiyse bölük bölük sıradan geçiriliyordu...
Öğretmenler KPSS kapılarında sürünmekten mecalsizdi...
Emeklilerse “ölümü göster, sıtmaya razı et” oyununa mahkûm edilmişti...
Fileciler, kömürcüler ve de meşrebine göre siftinen rantçılarsa bulundukları gezegenden gıkları çıkmadan izliyorlardı bu “Sefiller” tiyatrosunu...
Sorsanız, pek de mutlu olduklarını söyleyeceklerdi, sözcüğün anlamını bile bilmeden...
Geriye ne kaldı peki?
-Zifiri bir karanlık maalesef!
Bir papazın acıklı haykırışı
Şimdi, gel de papaz Martin Niomüller’i anımsama;
Bu ünlü papazın ta 1930’larda söylediği ölümsüz sözleri, ruhu şad olsun sevgili kardeşim, ağabeyim Deniz Som’un Cumhuriyet gazetesindeki “Vaziyet” köşesinde ölümüne dek siyah çerçeve içinde her gün yer almıştı...
Papaz Niomüller, Hitler iktidara geldiğinde coşkuyla desteklemişti Nazileri...
Ama yapılan vahşeti ve yapılmak istenen barbarlığı gördükçe uzaklaştı iktidardan...
Önce korktu, sindi...
Sonra konuşmaya başladı...
Bir kez tutuklanıp, bırakıldı...
İkincisinde kendini toplama kampında buldu...
Tarihe kazınan şu sözler ona ait:
- Önce komünistleri götürdüler, komünist değildim, sustum... Sonra Yahudileri aldılar, ben Yahudi değilim dedim, sustum... Ardından sosyalistleri tutukladılar, ben sosyalist değilim dedim, sustum... Sonra Katolikleri hedef aldılar, ben Katolik değilim dedim, sustum... Bir gün beni almaya geldiler; yardım istemek için arkamı döndüm, ama beni savunacak kimse kalmamıştı...
İşte bu utanç, Alman halkının yakasını hiç bırakmadı...
Tarih babanın kara kaplı defterine yazılan bu utançtan kurtulamadılar..
- Aradan yaklaşım bir asır geçtikten sonra, aynı karabasan kader midir?..