Yaş gününde, Sevgilimle (Yani eşim, yani karım...).
Çeşme / Dalyan’da geçirdiğimiz güzel bir günü...
Rakı ve balık ile taçlandırıyoruz...
★
Daha doğrusu ben rakı yudumluyorum...
Sevgilim ise her zaman olduğu gibi:
İçine limon sıkılmış:
Maden suyu içiyor!..
★
Sohbetin ve rakı/balığın en keyifli yerinde cep telefonum ötmeye başlıyor.
Arayan:
Tansu Çiller...

★
Huyu olduğu üzere, “nasılsınız?” gibi bir giriş yapmadan...
Sadece, müsait olup olmadığımı soruyor...
Dalyan’da İncilay’la balık yediğimizi...
İlk baharın habercisi olan güzel ve ılık günlerin torpiline mazhar olduğumuzu söylüyorum...
“Sonra arayayım” deyince, “Sizi dinliyorum Sayın başbakanım (Artık başbakan değildi ama hepimiz ‘Başbakanım’ diye hitap ediyorduk), emredin” diyorum.
★
Önce beni ve Özer (Çiller) Bey’i bir güzel övüyor...
Birlikte harika bir internet sitesi yaptığımızı söylüyor...
Hemen akabinde “Ama...” diyerek:
Eleştirilerine başlıyor:
★
“Sayın Bayraktaroğlu, bugün ‘Tony Blair Çiller’ diye yazmışsınız. Sayın Blair İşçi Partisi’nin genel başkanı. Oysa DYP merkez sağ bir parti. Arkadaşlarımız bu benzetmenizden rahatsız olmuşlar. Sayın Bayraktaroğlu, DYP sol bir parti değil ve bu nedenle sosyal demokrat tanımı ile DYP adının yan yana getirilmesinin partiye zarar vereceğini söylüyorlar... Onu hem düzeltin ve hem de sosyal demokrat tanımı ile DYP’yi bir daha yan yana getirmeyin lütfen...”.
★
Tartışmayı sevdiğini bildiğim için bir tür savunu analiz yapmaya başlıyorum...
Lütfen “Solsuz liberal kapitalizm olur mu?..” başlığı altında yayımlanan yazımı okuyun...
SOLSUZ LİBERAL KAPİTALİZM OLUR MU?..
Dünyanın değiştiğini, İngiltere’de Tony Blair’i yıllardır iktidarda tutan gücün “liberal sosyal demokrasi” olduğunu belirtiyorum...
İngiltere’nin sol eğilimli İşçi Partisi’nin...
Biraz merkez sağa kayarak seçim zaferi kazandığını hatırlatıp:
“DYP de özellikle Türkiye gibi ideolojik siyasetin hantal kaldığı bir ortamda...
Benzer bir zaferi sola göz kırparak tekrarlayabilir” dedikten sonra...
Dinlemesini de fırsat bilip konuşmamı sürdürüyorum:
“Önemli olan bunu; liberal, demokrat ve laik sistemden yana koyduğumuz tavrı korurken yapabilmek...”.
Hiç itiraz etmiyor...
Sözümü de kesmiyor (Her şeye rağmen nezaketi olağanüstüdür...).
[caption id="attachment_319738" align="alignnone" width="600"]

★
Daha önceki birçok raporumda belirttiğim gibi; “solsuz” bir liberal kapitalizmin başarı şansının:
Sıfır olduğunu hatırlatıyorum...
Dünya bu denli büyük değişime uğrarken...
İktidar şarkıları söyleyen bir kitle partisinin soldan nefret etmesinin:
Ne kadar büyük bir yanlış olduğunu:
İfade ediyorum...
“Siz yine de bir daha liberal sosyal demokrasi ile DYP isimlerini yan yana getirmeyin...” diyor.
★
Tartışmayı bitirmezsem, beni dinleyeceğini fark ediyorum...
“Sayın Başbakanım” diyerek devam ediyorum...
Devamını lütfen:
“Soner ve Erkin’le mutabıkım” başlığı altında yayımlanan yazımda okuyun...
SONER VE ERKİN’LE MUTABIKIM
“Bu yaklaşımla seçim kazanamayız. Türkiye’nin en büyük sorunu gelir dağılımındaki adaletsizlik. DYP ekonomik büyümeyi, gelir dağılımındaki adaletsizliği en alt seviyeye çekerek başaracağına seçmenleri inandırmalı. Alın işte, bu sol korkusu bizi entelektüellerimizle, sanatçılarımızla da kavgalı kılıyor. Oysa onlar hiç tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük kitlelerin bilinç altına hitap eder... Yani sanatçı ile uzak bir parti iktidara da uzak olur!..”.
“Sayın Bayraktaroğlu ben sizin mesajınızı aldım” diye araya girince anlıyorum ki telefonu kapatacak...
Ve son cümlesini söylüyor:
“Sizin de benim mesajımı aldığınızı umuyorum, iyi günler sevgili kardeşim...”.
[caption id="attachment_319739" align="alignnone" width="600"]

★
Canlarım...
2005 yılında yayımlanan:
“Çillerli Yıllarım” isimli kitabımda da anlattığım bu tatlı tartışmayı neden mi hatırlattım?..
Söyleyeyim...
★
Hem Soner (Yalçın) hem de Aytunç (Erkin), SÖZCÜ’deki köşelerinde Neoliberalizmin nasıl ve neden çöktüğünü gayet güzel anlatıyorlardı...
Ama...
İki değerli kardeşim de olaya (Bence) halen sol pencereden baktıkları için olsa gerek...
Bazı konularda ayrışıyorduk...
★
İki değerli kardeşimle ayrıştığım değil...
Mutabık kaldığım noktayı söyleyeyim:
[caption id="attachment_319740" align="alignnone" width="600"]

★
Devleti dışlayan...
Planlamayı (Haliyle denetim ve gözetimi) reddeden...
Gelir dağılımında “en az eşitsizliği” savunamayan hiçbir liberal düşünce:
Başaramayacaktır...
KENTSOYLULUKTAN KÖYLÜLÜĞE DÖNÜLÜR MÜ?..
Tansu Çiller...
“Halkçı” ve “İslâmcı” muhaliflerinin...
Hatta, kentli ANAP’lı politikacıların bile:
“Yalı kızı, sosyete” diye tanımladıkları Tansu Çiller...
Otobüsün üzerine...
Ya da kürsüye çıktığında:
“Ananıızzz, bacınızzz...” diye bağırdıkça...
O an, meydandan ya da salondan çıkıp gitmek geçiyordu içimden...
Ama...
★
Biliyordum ve hatta emindim ki...
Gerçek Tansu Hanım o değildi...
“Ananıızzz, bacınızzz...” diye haykıran “hanımefendi...”.
Kasabalı DYP’lilerin oyuncağı haline gelmişti...
★
3.-5 bin kişilik ahaliye karşı kullandığı o retorik, televizyon ekranlarından bütün ülkeye...
Ve en çok da kentli kadınlara ulaşınca...
Milyonlarca kentli, eğitimli seçmen, DYP’den kaçıyordu...
★
Ve fakat...
Ve ne yazık ki...
Ben bunu Tansu Hanım’a bir türlü anlatamıyordum...
★
Şimdi dönüp bakıyorum da...
Yanlış olan retorik değildi...
Yanlış olan...
Retoriği kullanan Tansu Hanım’ın...
Gerçekten de kentsoylu görünümüydü...
STATÜKOYA HAPSOLMAK...
Canlarım...
1999 genel seçimlerinden sonra (Hiçbir gazetede yazdırılmadığım dönem),
2002 yılı Kasım ayına kadar DYP Genel Başkanı Prof. Dr. Sayın Tansu Çiller’in danışmanıydım...
★
Danışmanlık yaptığım süreçte gördüm ki...
DYP, genlerinde kasabalılık ve köylülük olan bir siyasi partiydi...
Yenilenmeyi, değişimi bir türlü kabullenemiyordu...
Statükonun partisi olmaya devam etmekte ısrarlıydı.
★
Hem de:
Değişime en açık...
En yenilikçi...
En özgürlükçü...
En modern...
En liberal...
En dünyalı bir kadın liderin önderliğinde olmasına rağmen...
Milletvekilleri ve teşkilâtları tarafından:
Statükoya hapsolup kaldı!..
Sonunda da tarihe karışıp gitti...
ADAM OY İSTEMEYİ BİLİYOR...
Padişahlık dönemi...
Şehzadelerden biri, bir Roman kızına âşık olmuş...
İlle de “ben bu kızı isterim” diye tutturmuş...
Padişah, Sadrazam’ını göndermiş kızı istemeye...
Sadrazam, saraya yakışır bir dille istemiş babasından kızı...
“Dest-i izdivaç” falan gibi alengirli lâflar etmiş...
“Süle o padişaa” demiş Roman baba... “Bizde ona verecek kız mız yok...”.
Sadrazam’ın bu haberine çok öfkelenmiş Padişah ama...
Adil biriymiş...
Şehzade’yi de çok severmiş...
Bu defa vezirlerin hepsini birden göndermiş...
Onlar da Sadrazam gibi saray diliyle konuşmuşlar...
Ve onlar da eli boş dönmüşler...
Hemen her gün sarayda padişahla birlikte olan ama...
Hayatının kalanını tebaa arasında geçiren bir Bilge Kişi...
Sultan’ın üzüntüsünü fark edince...
Sebebini sormuş...
Anlatmış Padişah...
“Sultanım” demiş Bilge Kişi... “Müsaadenizle bir de ben gidip isteyeyim...”.
Sevinmiş Padişah...
Bilge Kişi, Roman ailenin evinin kapısını çalmamış...
Bir tekmede kırmış kapıyı...
Dalmış içeri...
Aile yer sofrasında yemek yiyor...
Selamsız sabahsız gürlemiş Bilge Kişi:
“Ulan amk ş.parı... Sen ne cüretle kızını padişahımızın evladına vermezsin lan?..”.
Kızın babası hemen fırlamış sofradan...
İki elini göbeğinin üzerinde birleştirmiş...
Bakışlarını ayakuçlarına çevirmiş...
“İstemesini bilmediler be agacım...” demiş, “aha işte büle isteseydiler, vermez miydim?..”.
★
Kimileri, Erdoğan’ın ülkeyi, hem de:
Fakir fukara aleyhine...
Ve...
Bu kadar kötü yönetmesine rağmen...
Nasıl olup da hala...
(Kararsızlar dağıtıldıktan sonra) %30 oy alabilecek oluşuna hayret ediyorlar...
★
Ben ise bunu...
Az önce okuduğunuz fıkra/kıssa ile anlatıyor ve şöyle diyorum:
Adam oy istemesini biliyor kardeşim...