“Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” Türkiye’de yüz yıldır en çok tartıştırılan çağrıdır. Bu çağrı netleştirilmeden, Türkiye nefes alamaz!

Yüz yıl önce, aynı başlık ile gelen iki ayrı çağrıya bakalım. İlki, 1913’te I. Dünya Savaşı öncesi, emperyalist Çarlık Rusya’sından, Lenin’den geldi. Yurttaşlık esasına dayalıydı! İkincisi ise 1918’de, ABD Başkanı Wilson’dan geldi. Etnik ve dinsel temelde yurttaşlığa dayalıydı!

Her iki çağrının aynı adı taşıması, zamanla çağrıcıların unutulmasına ve çağrının birleşmesine yol açtı! Oysaki iki çağrı, aynı ismi taşısa da taban tabana zıttı!

Çarlık, sanayi devrimini tamamlamış ve Avrupa’nın en büyük işçi sınıfına sahipti. Lenin, işçi sınıfının önderliğinde, Çarlık Rusya’sını yıkıp ulus devleti kurmuştu. Sonrasında da daha ilerici bir toplumsal örgütlenmeye, ayrışmadan, birleşerek geçiş yapmıştı!

Lenin başta İngiliz emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalist imparatorluklardaki halklara, emperyalizmi yenmek için bu çağrıyı yapmıştı!  Emperyalist Çarlık‘tan ayrılmak isteyene de gelin ayrılmayalım, birlikte emperyalizmi yenelim diyordu!

Osmanlı gibi yarı sömürge ülkelerde ise bunun konuşulmasının bile abes olduğunu ilan ediyordu! Böyle ülkelerde ise antiemperyalist hareketlerin desteklenmesini savunuyordu. O nedenle Balkanlar, Osmanlıdan ayrılmamalı diyordu!

Türkiye solu, bu tarihi tespiti atlayacak, Osmanlıyı emperyalist kabul ederek yola çıkacaktı! İşte Türkiye solunun yüz yıl önce yanlış iliklediği ilk düğme buydu... Yetmeyecek, Türkiye Cumhuriyeti’ni de emperyalist ilan ederek, devrimle kurulan ulusu parçalayacak, etnik ayrımcılığı savunur olacaktı!

Lenin’in çağrısı, Çarlık ve İngiliz emperyalizmine karşı mücadele için yapılmış bir çağrıydı. Wilson’un çağrısı ise I. Dünya Savaşı’nın galibi, İngiliz emperyalizmine güç veren çağrıydı. Wilson’un çağrısı, Osmanlının parçalanmasını hızlandırırken Lenin’in çağrısı ise bölgedeki antiemperyalist hareketlere güç vermişti.

Anadolu’nun işgaline karşı olmasına rağmen ABD mandasını savunanların önde olduğu o günlerde, Lenin’in çağrısını çarpıtan ve Wilson ilkelerine dolaylı destek veren bir başka çağrı daha vardı!

Bu çağrı, İttihat Terakki’den ayrılıp ademi merkeziyetçi, Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne oradan da Kırım’a giden Mustafa Suphi’nin çağrısıydı!

TKP’nin, Parti Tarihi Araştırma grubu tarafından hazırlanan ve 2021’de “Parti tarihi” isimli iki ciltlik kitabına bakıldığında, Türkiye’den Rusya’ya geçen Mustafa Suphi’nin ilk temas ettiği hareketin, Sultan Galiyevciler olduğu anlaşılıyor.

Etnik ve dinsel yapıda devlet kurmak isteyen Galiyev’in fikirlerini, devrimci zanneden Suphi’nin gerek Doğu Halkları Kurultayı’ndaki tavrının gerekse Anadolu’ya geçip örgütlenme çabasının, Lenin’in görüşleri ile hiç ilgisi yoktu.

Emperyalist Çarlık Rusya’sında yaşayan, Müslüman Türk etnik yapısına devlet kurmaya çalışan Galiyev ve Mustafa Suphi, Bolşevizm zannettiği bu görüş için canını bile verdi! Hem de Lenin’e karşı!

Enver Paşa, Osmanlıyı işgal eden İngiliz Hint ordusunu durdurmanın yolu olarak Kafkaslar üzerinden Hindistan için yola çıktığında, Turancılık ile suçlanmıştı! (Bu benim değil Bakü’yü işgal eden İngiliz subayının tespitiydi!) Oysa ki esas Turancı, Mustafa Suphi idi!

Dolayısıyla Anadolu’da, Mustafa Suphi ile bağı olanlar da etnik ve dinsel temelde devlet kurmayı, devrimcilik zannederek bugüne kadar geldiler. İngiliz işgaline karşıydılar ancak İngiliz emperyalizminin desteklediği Wilson ilkelerinin aynısını, Mustafa Suphi’den ve Galiyev’den de duyunca, devrimcilik diye sahip çıktılar!

Müdafaa-i Hukuk hareketine ve Atatürk’e karşı olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Pontus Rum Cemiyeti, Fener Rum Patrikhanesi, Kürt Teali Cemiyeti, Wilson İlkeleri Cemiyeti gibi zararlı cemiyetler, bu iki yanlış görüşten etkilenmiş hareketlerdi!

Sonuç olarak bugün de durum, benzerdir. Dünün Wilson ilkelerine dayanan Sevr’i savunanlar ve (CHP hariç) düğmeyi yanlış ilikleyenler, bugün BOP’a destek veriyor! Dün Atatürk’ün karşısında olanlar, bugün Müdafaa-i Hukuk’un kurduğu CHP’yi yeni anayasaya ikna etmeye çalışıyor!

Bugün bu oyunu bozacak tek şey CHP’nin tavrıdır.  Dün olduğu gibi Müdafaa-i Hukuk’u örgütleyerek ya parçalanmayı durduracak ya da TBMM’de komisyona dahil olarak geri dönüşü olmayan bir yola girecektir...