Korkusuz
Ümit Zileli

Türk olmak kolay değil!..

1930’ların ortalarıydı...

Hitler ve Nazizm’in Avrupa’da, dünyada fırtına gibi estiği yıllardı... “Toplama” ve ardından gelecek olan “Temerküz” kampları henüz devreye girmemişti ama Yahudi toplumu üzerinde ağır baskılar çoktan başlamış durumdaydı... Zaman geçtikçe bu baskılar, aşağılamaya, zulme dönüşecek, Yahudi asıllı olanlar vatanları Almanya’yı çeşitli yollarla terk etmek zorunda kalacaklardı!

Nazilerin, kendi yurttaşlarına karşı bu insanlık dışı baskı ve zulmüne “medeni” Avrupa’dan en ufak bir itiraz gelmiyordu! Koca İngiltere’den, Fransa’dan, diğer Avrupa ülkelerinden itiraz gelmediği gibi, ülkesinden kaçan yahudilere Hitler korkusundan hiçbirisi yardım eli de uzatmıyordu!

Durumu dikkatle izleyen, yeni bir dünya savaşının kapıda olduğunu daha 30’ların başında söyleyen bir devlet başkanı daha vardı:

-Mustafa Kemal Atatürk!

Onun emriyle, İsviçre’de bir irtibat bürosu kuruldu ve Almanya’dan kaçan yahudi bilim insanları Türkiye’ye getirildi. Atatürk, herbirine son derece saygılı ve ilgili davrandı. Hepsine kendi alanlarında çalışma olanakları sağlandı. Onlar da bu iyiliklerin karşılığında Türkiye’nin imarı ve gelişmesine büyük katkılarda bulundular...

-Atatürk’ün dehası, hem bu insanları Nazi canavarlığının elinden kurtarmış hem de ülkenin kalkınmasına büyük katkı sağlamıştı!

Türk tabiyetine geçen profesör!


İşte bu profesörlerden biri, Türkiye’ye duyduğu minnet ve sevgi nedeniyle Türk yurttaşı olmaya karar verdi...

Bu kararını üst makamlara bildirdiğinde durumu memnuniyetle karşılayan Türk yetkililer, işlemleri yıldırım hızıyla bitirdiler ve Alman profesör Türk kimliği ile pasaportuna kavuştu. Herkes mutlu, herkes memnundu...

Türk yurttaşı olarak ilk aylığını almaya gittiğinde, eline daha önceki maaşının yarısı verildi! Durumu kavrayamayan profesör, nedenini sorduğunda şu karşılığı aldı:

-Siz artık Türk yurttaşı oldunuz, Türk bilim insanlarının aldığı maaşı alacaksınız!..

Şaşırmıştı ama doğal da gelmişti bir açıdan; madem Türk olmayı istemişti, tabii ki aynı şartlara o da uyacaktı... Ertesi ay oturduğu lojmandan çıkması istendi! Peki neden? Çünkü Türk bilim insanları bu lojmanlar için sıradaydı, onun da sıraya girmesi gerekiyordu! Bu şekilde birkaç ay içinde profesörün yaşamı küçüldükçe küçüldü, aile geçim zorluğu çekmeye başladı. Son olarak üniversiteye gidiş geliş için tahsis edilen otomobil de elinden alınınca artık dayanamayan profesör, durumu yönetime bildirip, “Bütün suçum çok sevdiğim minnet duyduğum bu ülkenin yurttaşı olmaya karar vermek miydi?” diye sorunca şu tarihi yanıtı alacaktı.

-Herr Profesör, Türk olmak kolay değil!..

“Aslında çok şeydir Türk olmak!”


Yukarıdaki öykü sevgili Haluk Şahin hocamın “Türk Olmak kolay değil” adlı kitabından alıntı...

Aklımda kaldığı kadarıyla anlatmaya çalıştım. Uzun yıllar önce okuduğum ve çok etkilendiğim bir öyküydü... Nereden aklıma geldi peki? Milli merkez sitesinde Türkiye’nin ABD Seattle Fahri Konsolosu J.F. Gökçe’nin yazdığı “Türk olmak nasıl bir duygudur?” konulu yazısını okuduğum için! Bu şahane yazıyı paylaşmak istiyorum sizinle:

“Aslında çok şeydir, Türk olmak. Türk olmak Osmanlı’nın borcunu ödemektir. Kosova’da ve Bosna’da, Batı Trakya’da ve Makedonya’da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir...

Türk olmak; Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktır.

Türk olmak; Faşist olmaktır, vatanına milletine, tarihine sahip çıktığında... Demokrat ve çağdaş olmaktır vatanına, milletine, tarihine sövüldüğünde...

Türk olmak, lisanının Avrupa’da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır.

Avrupa’da hor görülmektir Türk olmak. Ataların bir çok asır önce Viyana’yı kuşattığı için hoş görülmemektir. Sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyanayı yakmadığı için.

Türk olmak; Selanik’te Pontus Anıtı’nın , Viyana’da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta’da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.

Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmaktır Türk olmak.

Türk olmak; arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icat edildiği, her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.

Türk olmak; Truvadan bu yana, Sümer’den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır. Doğu Roma’yı da, Batı Roma’yı da yıkıp Yeni Roma olan AB’ye girmeye çalışmaktır, Türk olmak.

Türk olmak; Mostarda köprüdür, Kerkük’te kaledir, İstanbul’da Kız Kulesi’dir, Anadolu’da buğdaydır, Çukurova’da pamuktur, Ege’de tütün, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir...

Türk olmak; Çanakkale’de ölmektir. Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır. Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlısından helallik istemektir.

Türk olmak; Harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.

Türk olmak; askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek.

Türk olmak; annenin şehit oğlunun ardından, “bir oğlum daha olsun onu da vatan için göndereceğim” demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken “vatan sağolsun” demesidir...

Türk olmak; Milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık’a, Belgin Doruk’a aşık olmaktır.

Türk olmak; Yunus’u bilmektir, Aşık Veysel’i sevmektir. Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak; saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinliğinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü’nde... Hayatın sana verdiklerine ‘nasip’, vermediklerine ‘kısmet’ demektir. Her işin ‘hayırlısına’ inanmaktır ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir

Türk olmak; Asya’da ‘Batılı’, Avrupa’da ‘Doğulu’ diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmektir. Magazin programları ile diziler arasında sıkışsa da, silkinip üzerindeki toprağı atabilmektir.

Türk olmak; en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.

Türk olmak; Anadolu’da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir.

Türk olmak; medeniyetler mezarlığı Anadolu’da dik durabilmektir.

Zor iştir Türk olmak...”