Şeytanın bile aklına gelmez
Bugün sizlere bir yakınımdan dinlediğim akla ziyan bir olayı aktarmak istiyorum.
Hani “şeytanın aklına gelmez” denir ya, işte bu tam da böyle bir olay.
İstanbul’da oturan karı- koca öğretmen emeklisi bir çift biriktirdikleri para ile bir otomobil satın alıyor.
Çocukları gibi bakıyorlar arabalarına.
Bir sabah kalkıyorlar bir de görsünler evin önündeki otomobillerinin yerinde yeller esiyor.
Hemen karakola koşuyorlar, zabıt tutuyorlar.
Polisler “Hiç merak etmeyin aracınız bulunur. Bu devirde otomobil hırsızlığı artık kolay değil” diyorlar.
Emekli öğretmenler umutlanıyor bu sözler üzerine ama içlerindeki derin kuşku şu; “Tamam arabamız bulunur belki ama acaba ne halde?”
Birkaç gün sonra bir büyük ilin emniyet müdürlüğünden telefon geliyor.
“34-...-... plakalı araç sahibi siz misiniz?” diye soruyor telefondaki görevli.
“Evet” cevabını alınca “Aracınızı bulduk, şu anda emniyet müdürlüğümüzün otoparkında, gelip alabilirsiniz” cevabını veriyor polis.
Evin erkeği hemen atlayıp bir otobüsle bu ile gidiyor, soluğu emniyet müdürlüğünde alıyor.
Görevliler “Arabanız burada, anahtarları yanınızda herhalde, gidip bir kontrol edin, sonra zabıtla size teslim edelim” diyorlar.
Emekli öğretmenin içinde “Acaba arabam ne hale geldi?” kuşkusu var.
Otoparka gidiliyor, araba pırıl pırıl duruyor, hemen kapılarını açıp içini kontrol ediyor, tertemiz, hatta öyle ki parfüm bile sıkılmış.
Merakla “Siz mi temizlediniz?” diye soruyor polislere emekli öğretmen.
“Hayır” diyor görevli “Çalıntı araçları bulduğumuz yerden çekici ile getirir hiç dokunmadan sahibine teslim ederiz.”
Emekli öğretmen hemen arabasına atlayıp huzur içinde İstanbul’a dönüyor.
Aradan bir hafta 10 gün kadar geçiyor, sabah uyanıyor emekli çift, aaa bir de ne görsünler kapıdaki otomobilleri yine yok.
Tekrar karakola koşuyorlar, yine zabıt tutuluyor.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra bu kez aynı büyük şehirin bir ilçe emniyet müdürlüğünden arıyorlar ve “Çalınan aracınızı bulduk, gelin alın” diyorlar.
Emekli öğretmen yine atlıyor bir otobüse yine bu ile gidiyor, emniyet müdürlüğü yetkilileri çalınan otomobili teslim ediyorlar.
Araç yine pırıl pırıl, içi parfüm kokuyor.
Karı-koca öğretmenler başlarına gelene üzülüyorlar ama “Hiç değilse hırsızlar bunu kötü bir işte kullanmamışlar, işlerini halledip aracımızı bir yere bırakmışlar” diye gülüşmüşler.
Bir hafta kadar sonra kapıya polisler gelmiş “Karakola gideceğiz, hakkınızda ihbar var” demişler.
Emekli çift korku ve endişe içinde karakola gitmişler, oradan da narkotik büroya gönderilmişler.
Narkotik polisleri “Sizin aracınızla İstanbul’a iki kez 40’ar kilodan toplam 8 kilo eroin taşınmış” demişler.
Tabii öğretmenlerin başından aşağı kaynar sular dökülmüş.
Durum anlatmışlar, arabalarının iki kere çalındığını sonra gidip teslim aldıklarını söylemişler.
Polisler “Zaten kayıtlarda bu çalıntı durumu görünüyor, ama taşıma işi size ait araçla yapıldığı için ifadenizi almak zorundayız” demişler.
İşe bakar mısınız, uyuşturucu çeteleri araç çalıyor, sonra aracın içine gizli bölmeler yapıp eroini koyuyor, sonra aracı görünür bir yerde terk ediyor, aracın sahibi gelip aracını teslim alıp evine gidiyor, aynı gece bu çete aracın içindeki eroini alıyor, aradan biraz zaman geçince aynı aracı tekrar çalıp aynı işlemi bir daha yapıyor.
Peki polis bu araçla eroin taşındığını nasıl öğrenmiş.
Çete aynı aracı ikinci kez çalarak hata yapmış aslında.
İlk olayda araç sahibine teslim edildikten sonra polis çok ayrıntılı bir inceleme yapmamış.
Ama aynı araç ikinci kez çalınınca ve yine aynı kentte bulununca narkotik büro şüphelenmiş ve kamera kayıtları ayrıntılı incelenince çalınan aracı eroin yüklendikten sonra bulunsun diye bırakan kişi yakalanmış.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Bugün de çalışıyorum
Edebiyatı sevenlerin “işportacı yazar” olarak tanıdığı Nalan Türkeli çalışırken çektiği bir fotoğrafla birlikte yine çok hoş bir yazı göndermiş.
Cumartesi-pazar ayırt etmeden her gün çalışan ve müthiş bir hayat mücadelesi veren Nalan Türkeli’nin bu yazısını da sizinle paylaşmak istedim;
Hayat, zamanla birlikte akıp giden bir yolculuk.
Attığımız her adım, her nefes alıp verişimiz ve an be an tanıklık ettiğimiz tüm hayat, ölüme giden bir yolculuktur aslında!
Zaman, her birimizin katili olsa da yine her birimizi sonsuz arzu ve umutlarla hayata bağlayan bir mucizedir!
İnsan, fiziki varlığıyla değil, duygu düşünceleriyle vardır, hayatta.
Hep tezgâh başında çakılı kaldığıma bakmayınız, herkes gibi duygularım düşüncelerimle, uzun yolculuklara çıkıyorum, sürekli.
Bazen kokulara takılıyorum. Nerede eski bir koku duysam, aynı an eskimiş anılar esir alıyor ruhumu.
Bazen kaybolup gidiyorum, aynı anılarda.
Bir yemek kokusu ya da küf ya da çiçek, herhangi bir eşya, parfüm kokusu, tam o anlarda geçmişe duyduğum hasretlerim özlemlerimle birlikte kederlerimi de çoğaltabiliyor!
Kitap kokularıysa beni benden alıp, sanki milyar yıllardır bu gezegende yaşıyormuşum hislerine sürüklüyor.
Kederli anılarla, anlık mutluluklar ve umutlarla, benim de zaman yolculuğum devam ediyor.
KOMİK
Aman dikkat su kaynakları tükeniyor, herkes duyarlı olmalı
Su kaynaklarının giderek azalması dünyanın en korkutucu sorunlarından biri.
Bilim insanları kafa patlatıyor bu sorun için, büyük devletler milyarlarca dolar harcıyor araştırmalar yapıyor, bilimsel raporlar hazırlıyor.
Bunlar çok ciddi işler tabii, ama gelin bu pazar günü su sorunu konusunu biraz sulandıralım ve akla ziyan öneriler üzerine çalışalım.
Su israfını önlemek için duyarlı insanlardan neler bekliyoruz?
- Su böreği ve sulu köfteyi az tüketelim.
- Yola gidenin arkasından su dökmeyelim.
- Kimselere sulanmayalım.
- Sulu boya değil kuru boya kullanalım.
- Meyve suyu değil, posasını tüketelim.
- Kimseyle aramızdan su sızdırmayalım.
- Çok yürüyüp ayaklarımıza kara sular indirmeyelim.
- Kimseyi bir kaşık suda boğmayalım.
- Havadan konuşalım, sudan konuşmayalım.
- Saman altından su yürütmeyelim.
- Pişmiş aşa su katmayalım.
- Sulukule ekibini fazla izlemeyelim.
- Olayları sulandırmayalım.
- Sudan sebeplere kafamızı fazla takmayalım.
- Su terazisi kullanmayalım.
- Mastikamıza su katmayalım.