Korkusuz
Ümit Zileli

Şeyh Sait’ten özür dilenmeliymiş!

Cumhur İttifakı’nın, bin de 03 oy potansiyeline sahip son ortağı HÜDA PAR için geçen hafta kaleme aldığım “Şeriatçı ile milliyetçi el ele” başlıklı yazımda sormuştum:

-2018’de toplam 157 bin oy alan bu partiden nasıl bir fayda bekleniyor, anlayamadım!”

Aslına bakarsanız oy açısından neredeyse sıfır olan bu parti söz konusu “şeriat” olunca son derece keskin hatta endişe verici bir dile sahip! Türklük, bu partinin gözünde neredeyse  “deccal” ile eşit mesela! HÜDA PAR, Diyanet’in raporlarında dahi, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan, yazar Gonca Kuriş gibi bir çok kişinin katili terör örgütü Hizbullah’ın siyasi ayağı olarak işaret ediliyor...

Şeyh Sait ve Seyit Rıza gibi İngiliz ve Fransız destekli isyan elebaşları ise birer İslam alimi olarak resmediliyor... Daha da ilerisi var:

-Türkiye Cumhuriyeti, canına kasteden bu asilere zulmettiğini kabul ederek özür dilemeliymiş!

Milliyetçi Hareket Partisi’nden, günlerdir Türklüğü ayaklar altına alan bu yeni ortak ile ilgili herhangi bir açıklama gelmedi!

Benim aklıma ise Şeyh Sait ile ilgili yazdığım bir makalem geldi.  Şeyh Sait’in ardıllarına, yani günümüze uzanan bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Buyrun okuyun, “İslam Alimi” olarak takdim edilen Sait’i...

“Cihada katılanın malı da canı da helal!”


Sıfatı “Şeyh” idi...

Babası da dedesi de büyük dedesi de aynı sıfatı taşımıştı. Nakşibendi tarikatı üyesiydi. Çok varlıklıydı. Hem şeyh hem zengin olunca, bir de üstüne şeriatın ağdalı dilini kullanınca, Doğu Anadolu’da epey sözü geçen bir konuma yükselmişti...

Cumhuriyetin kuruluşundan yalnızca 14 ay sonra isyan bayrağını çekti... İsyan öncesinde, tüm aşiretleri tek tek gezerek, hükümetin çıkardığı yasalarla dinden çıktığını, Mustafa Kemal’in dinsiz olduğunu, Kur’an ve namusun elden gittiğini söyledi... Yetinmedi, bir fetva yayımlayarak, Cumhuriyete karşı cihad ilan etti, üstelik garanti de verdi:

-Bu cihada katılan herkesin hem canı, hem malı helaldir!..

Pek çok güçlü aşiret bu fetvaya kulak asmadı. Toparlayabildiği güçler ve İngilizlerin tam desteğiyle Cumhuriyeti yıkma çalışmalarını yürütürken, isyan hiç istemediği kadar erken ve hiç ummadığı bir biçimde Piran’da patlayıverdi. Hızla yayıldı. Öyle ki; isyancılar Diyarbakır’ın kapısına kadar dayandılar... Ve orada kaldılar!

11 Şubat 1925’te başlayan isyan 26 Mart’ta Türk ordusunun kesin zaferiyle sona erdi. Varto’da, İran’a kaçmak üzereyken yakalandı. Diyarbakır’da yargılandı ve asıldı...

-Amacı padişahlığı, hilafeti, şeriatı getirmek ve Abdülmecid’in oğullarından birini başa geçirmekti...

Arkasında, son padişah Vahdettin’den Kürt Teali Derneği yöneticilerine ve İngiltere’ye kadar, Cumhuriyete düşman geniş bir destekçi gurubu vardı...

-Adı, Şeyh Sait’ti...

Paketi duysa sevincinden giderdi


İsyanın üzerinden yaklaşık 89 yıl geçti...

Bugün, Sait’in ardılları, idam edildiği yere heykelini dikmek için kolları sıvadılar... Kahraman ve şehit ilan edilmesi de cabası!.. Uğruna idam sehpasına çıktığı fikirlerinin önemli bölümü ise hayata geçti... Hem de yasalar ve paketler yoluyla!..

-Şööle bi mezarından doğrulsa iftihar ederdi yani!..

Hele son “demokratikleşme paketi” yok mu, tadından yiyemezdi valla!.. Üstelik bu paketin ilk olmadığını, daha sırada ne “paketler” olduğunu duysa, bu defa sevincinden giderdi, tutamazdınız...

Gerçekten, bu iktidar 90 yıl cumhuriyete karşı savaşmış, altını oymak, yıkmak için her yolu denemiş yeminli cumhuriyet düşmanlarının tümünün “hayır duasını” aldı!.. “Hedef 2023” diye yola çıkanlar, zaten şu son 11 yılda cumhuriyetin tüm kazanımlarını teker teker satılığa çıkarmış, temellerini çürütecek her türlü adımı atmışlardı...

-Şimdi “tabuta çakılacak son çivilerde” sıra...

Türk milletini atlıyorlar!


Son çivinin adı bile belli:

-Türkiye İslam Cumhuriyeti!..

Parçalanmış, bölünmüş, halkı cemaatleştirilmiş bir cumhuriyet tabii.. Efendilerin yüz yıllardır istediği sonuç yani!.. Taa Berlin Anlaşmalarında, gizlice yaptıkları Osmanlı’yı paylaşma sözleşmesi Sykes-Picot’ta, Sevr Anlaşması’nda istedikleri bu değil miydi? Amerikan Başkanı Wilson’un kaleme aldığı “prensiplerinde” Türklerin önce “Küçük Asya” denilen Orta Anadolu’ya gönderilmesi, sonra da “geldikleri yere defolup gitmeleri” nal gibi öngörülmüyor muydu?

Büyük efendilerin minik piyonlarının, tam da bu hülyayı gerçekleştirmek için görevlendirildikleri son derece açık değil mi? Avrupa Birliği’nin, ABD’nin paketi böylesine bağırlarına basması başka nasıl açıklanabilir acaba?.. Ancak, bir noktayı fena halde atlıyorlar.

-Türk milleti!..

Evet, “geç kalan” bir millettir, bıçak kemiğe dayanınca değil, kıtır kıtır kesince aklı başına gelir, biraz “bana neci” tarafı da vardır... Üstelik üşengeçtir de... Ama ayağa kalkana, “yeter be!” diye haykırana kadar...

-Sonrasını Tarih Baba yazıyor...