İktidar, “sağlıkta devrim” güzellemeleri yapıyor, “eski Türkiye”de sağlığın esamesi okunmadığından dem vuruyor, yanaşma medya da “dünya bize hayran” nakaratıyla algının dibine vuruyordu!
-Bir elin parmakları kadar gazeteci ise “durun bakalım, ortada devrim mi var yoksa şöyle iyisinden algı metodu mu?” Dedikçe sürekli küfürle, hakaretle boğuşuyorduk!
Şehir Hastaneleri’nin dünyayı şoke ettiğini, özel olarak Türkiye’ye heyetlerin gelip incelemeler yaptığına dair rivayetler pompalanıyordu... Geçen yıllar sağlıkta devrim algısının ne denli içi boş olduğunu, şehir dışlarına yapılan, milyarlar savrulan şehir hastanelerinin kocaman bir balon olduğunu, 1 şehir hastanesine yatırılan parayla tam teçhizatlı 10 devlet hastanesi yapılabileceğini öğrendik uzmanlarından!
Ayrıca, şehir merkezlerinde bulunan devlet hastanelerinin paha biçilmez arsalarının AVM, lüks konut için yandaşlara devredildiği de namuslu gazete ve gazeteciler tarafından kabak gibi ortaya çıkarılmıştı!
Bu kepazeliklerin üstüne bir de hayatlarını sürdüremez hale gelen doktorların, sağlık emekçilerinin art arda istifaları, yurtdışına gitmeleriyle başlayan süreçte işlerin giderek zıvanadan çıktığı, en ağır hastalıklarda dahi aylar sonraya randevu verilebildiği ortaya çıktı... Türk Tabipleri Birliği’nin dün yaptığı şu vahim açıklamayı paylaşayım:
-Geçen yıl 2 bin 685 doktor yurt dışına gitti. Daha değişik anlatayım, en az 20 tıp fakültesinin mezun sayısını kaybettik. Deneyim meselesini mevzu etmeye zaten gerek yok!
Kanser başta olmak üzere en çok ihtiyaç duyulan ilaçların da eczanelerde bulunamadığı gerçeği ile yüzleştik, ne yazık ki!
-Bir gün dahi geciktirilmesi onanmaz zararlara yol açacak ilaçlar buharlaşmıştı sanki!
Kanserli hastalara sahte ilaç!
Sonrası ise sağlık üzerinden dünyada emsali görülmemiş bir sağlık skandalı oldu.
Dün Cumhuriyet gazetesinin manşetinde Murat Ağırel’in şu haberi vardı:
-Kanserliye sahte ilaç!
Suçlama son derece ağır ve yürek yakıcıydı:
-Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Sağlık Bakanlığı eliyle insan yaşamını çetelere teslim ettiler!
Bu, dünyaya rezil olduğumuz skandal nasıl ortaya çıktı biliyor musunuz? Anlatayım; SGK’nın çeşitli ecza depolarından aldığı lösemi ilacı için “sahte” ihbarı yapıldı. Ancak ne SGK’dan ne de Sağlık Bakanlığı’ndan ses çıktı. Süreç bir türlü “sağlıklı” yürümüyordu! Neyse ki İsviçre ve Arjantin şikayetler üzerine harekete geçti. Sahte ihbarı yapılan ilacın analizinde ne çıktı ortaya dersiniz?
-Basit ağrı kesici!
Bu kepazelik üzerine Dünya sağlık Örgütü “Acil Global Uyarı” yayımladı! Sağlık Bakanlığı ne yaptı dersiniz? Sürekli başvurular üzerine lütfedip müfettiş görevlendirdi. Şubat 2019’da yapılan analizde “ilaç sahte değil” raporu verildi. Bunun üzerine bakanlık suç duyurusunda bulundu. Aradan aylar geçtikten sonra Eylül 2019’da ikinci bir analiz yapıldı ve o rapor şöyle çıktı:
-İlaç sahte!
Müfettişler hemen “ilaç sahte değil” şeklindeki ilk raporu düzenleyen kişiler hakkında açıklama istedi. Bu konuda ifade veren üç kişinin söyledikleri birebir aynı çıktı. Bitmedi; sahte ilaç skandalına adı karışan firmaların Ümraniye/Şerifali’de aynı adreste bulundukları da saptandı, iyi mi!
3 yıl önce yargıya iletilen dosyaya ne oldu?
Kimler nasıl nemalandı, nasıl bir kumpas kuruldu, bunu ortaya çıkarması gereken yargıydı tabii. Tüm süreç, verilen İki analiz raporu ve müfettiş raporu Ekim 2019’da savcılığa iletildi. Sonra ne oldu dersiniz?
Soruşturmanın üzerine sis bulutları çöküverdi. Dava açıldı mı, takipsizlik kararı mı verildi yoksa dosya uykuya mı yatırıldı, aradan 3 yıldan fazla süre geçmesine karşın belli değil! Bu kadar süre içinde dosyaya ne oldu? Şeytan mı alıp götürdü? İyi saatte olsunların gadrine mi uğradı?
Bu haber ve yazılardan sonra ne olur onu da bilmiyorum; Şeytan satamadan getirir mi? İyi saatte olsunlar buharlaşır mı? Ama çok iyi bildiğim başka bir şey var tabii:
-Burası yeni Türkiye, yok öyle!