Osmanlı “tekâlif”e başvurmuş!..

- Mustafa Kemal Paşa, Meclis’ten neden bu tür bir yetki istemiş ve bunda ısrarlı davranmıştır?
Bu sorunun yanıtı, O’nun, ne eleştirilerinde çoğu zaman ölçüyü kaçıran insafsız muhaliflerinden kurtulmak, ne de Meclis’i saf dışı bırakmak isteği değildir. Dönemin maliyesi üzerine ayrıntılı incelemelerde bulunan bir uzman (Alptekin Müderrisoğlu), böyle bir yetkinin asıl, maliye politikası açısından, ordunun ihtiyaçlarını acilen karşılamak için kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu görüşündedir:
“Mustafa Kemal Paşa Başkomutan seçildiği gün, Anadolu’nun görünümü nasıldır? Beklenen ve Ankara’nın işgalini hedef alan büyük Yunan taarruzu hangi mali kaynaklarla karşılanabilecektir? Anadolu’nun mali kaynaklan uzun sürebilecek bir meydan muharebesi için yeterli midir? Yeterli değilse en geç 10 gün sonra Yunanlıların genel bir taarruza kalkacakları bilindiğine göre, bu kadar kısa sürede yeni gelir kaynakları nasıl yaratılabilecek, ne gibi mali tedbirler alınabilecektir?”
“(..) İkinci İnönü Muharebesi’nin yarattığı mali sarsıntının giderilme çareleri aranırken, bu kez daha kanlı ve geniş cepheleri kaplayan Kütahya-Eskişehir Muharebeleri başlamış, ordumuz önemli kayıplarla Afyon, Kütahya ve Eskişehir’i bırakarak Sakarya Irmağı doğusuna çekilmek zorunda kalmıştır. Bu muharebeler, mali kaynakları zorlamakla kalmamış hasat mevsimine girildiği bir sırada üç önemli ilimizin tarımsal devlet gelirleri de kaybedilmiştir.”
“Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutan olduğu günlerdeki mali durum, kolayca anlaşılacağı gibi hiç iç açıcı değildir. Hatta, mali yönden yeni ve büyük Yunan taarruzunu karşılayacak kaynakları bulmak ve yaratmak güçtür. Üstelik, ordunun yeni bir taarruza karşı yapacağı hazırlıklar için çok kısa bir zaman vardır ve böyle kısa bir zamanda yeni mali kaynaklar bulmak tamamen imkansızdır.”
- 5. TEKALİF-İ MİLLİYE EMİRLERİ
Arapça teklif sözünün çoğulu olan “tekâlif”, “mükellef olma”, “külfet yüklenme”, sorumluluk anlamındadır. Çoğunlukla da vergi sözcüğü karşılığı kullanılmaktadır. Osmanlılar döneminde Tekâlif-i Emriye (Hükümdar Vergisi), Tekâlif-i Harbiye (Savaş Vergisi), Tekâlif-i Şeriye (Din Vergisi) gibi türleriyle uygulamaları vardır. Eylül 1889 tarih ve 114 sayılı Tedarik-i Vesait-i Nakliye-i Askeriye Kanunnamesi, halkın orduya elinde bulunan taşıt araçlarını vermesi işlemlerini düzenlemekteydi. Kanunnamenin 18. maddesinde, taşıt araçlarının sağlanmasıyla görevli komisyonların kuruluş esasları hükme bağlanıyordu. 8 Ekim 1891 tarih ve 213 sayılı geçici kanunla, İstanbul dışında kurulacak komisyonların kuruluşu düzenlenmiştir. Buna göre komisyonlarda redif taburları kumandanlarıyla kaza meclisi idaresi üyesinden birer, kaza meclisi idaresince seçilecek ahaliden ikişer üyeden ve birer redif subayından oluşacak komisyonlara tabur kumandanları başkanlık edecek, mümkün olursa bu komisyonlarda bir veteriner veya bir nalbant bulundurulacak, yazı işlerini yürütmek için redif askerlerindeki okur-yazarlar arasından bir veya iki katip seçilerek tayin edilecek, komisyonların kırtasiye masrafları da kazalar tarafından karşılanacaktı. Bu komisyonlara tayin edilecek redif subayı bulunmadığından jandarma veya ihtiyat subayları veya emekli subayların memuriyeti mümkün olabilecekti. İlk kanunda değişiklik yapmak üzere 27 Şubat 1912 tarih ve 96 sayılı tek maddelik bir geçici kanun daha çıkarılmış; Askeri Vesait-i Nakliye Komisyonları’nda çalışanların görevlerinde ihmallerinin tespiti durumunda, vatanperver ve hamiyetli kişilerin yerlerine tayin edilmeleri emredilmişti. Balkan Savaşı’nda ise, 9 Eylül 1889 tarih ve 114 sayılı Kanunla birlikte 30 Ocak 1913 tarihli Tekâlif-i Harbiye Kanunu uygulanmıştır. 30 Ocak 1913 tarihli Tekâlif-i Harbiye adlı geçici kanun ise, ordunun, seferberlik durumunda yiyecek, giyecek ve savaş sırasındaki öteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere çıkarılmıştır. Tekâlif-i Harbiye’nin ilk maddesinde uygulama alanının ordu tarafından belirleneceği hükme bağlanmıştı. I. Dünya Savaşı’nda, 27 Temmuz 1914 tarih ve 466 sayılı Tekâlif-i Harbiye Kanunu hükümleri uygulamaya konulmuştur. Aslında bu kanun, 30 Ocak 1913 tarihli Tekâlif-i Harbiye Kanunu’nun değiştirilerek kabul edilen şeklidir.
Zafer Toprak’ın tespitlerine göre; I. Dünya Savaşı’nda seferberlik ilanıyla, ordunun talebini karşılamak için Tekâlif-i Harbiye Komisyonları savaşın ilk aylarında, buğdayın yanı sıra, tüccarın elindeki koyun, patates, fasulye, nohut, soğan, sade yağ gibi maddelerin yüzde 25’ine, “Tekâlif-i Harbiye” adı altında el koymuştu.
Ağustos 1921’de, Büyük Millet Meclisi’nin kararıyla, Başkomutanlığı fiili olarak üzerine alan Mustafa Kemal Paşa ilk iş olarak, Başkomutanlığı ilgilendiren işlerin uyumlu ve hızlı bir biçimde yürümesini sağlayacak olan Başkumandanlık Bürosu kurmuştur. Başkomutanlık Bürosu’nun başına bu alanda başarı ölçüsünü yakından bildiği ve Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarken Erkan-ı Harbiye Reisi olan Manastırlı Miralay Kâzım Beyi getirmiştir. Fakat, çok kısa sürede Başkomutanlık Bürosu, 13 Eylül 1921 günü Başkomutanlık ile Müdafaa-i Millîye Vekaleti’nin komuta ilişkilerini yeniden düzenleyen emirle kaldırılmış, Başkomutan ilgili Vekaletlerle doğrudan görüşerek çalışmalarını sürdürmüştür.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da, Başkomutanlık Karargâhı’nı teşkil ettikten sonra, ordunun lojistik işlerini öncelikle ele almış, daha o zaman topyekûn savunma prensipleri ile ilgili bir plan hazırlamıştır. Bu plan esasları dahilinde bir-iki gün içinde yoğun bir çalışma ile 7-8 Ağustos 1921 günleri, Tekâlif-i Millîye (Harp Yükümlüğü) emirleri adıyla birbiri ardına on emir yayınlanmıştır. Bu emirlerin tamamı, (o günkü düzenleme gereği) kanun kuvvetindedir.
Cemal Kutay’ın verdiği bilgiye göre;
“İki gün içinde çıkarılan ve derhal tatbik mevkiine konulan Tekâlif-i Millîye emirleri, mevzuun Başkumandanlık Kanunu ile Mustafa Kemal’e kanun kudretinde kararname yetkisinin resmîleşmesinden çok önce hazırlandığını düşündürmektedir. Çünkü bu emirler umumi mahiyette değildir: Tam bir berraklık, ayrıntılı hükümler toplamlığı, matematik aydınlığı taşımaktadır.(..) Teşkilatın başında olan rahmetli General Kazım Dirik, Tekâlif-i Millîye emirnamelerini Mustafa Kemal Paşa’nın şahsen not ettirdiğini hatıralarında kaydeder. 1937 senesinde Türk Tarih Kurumu’na tevdi edilen bu hatıralarda emirnameler üzerinde Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın el yazılı metinleri ve tashihleri mevcuttu.”