Tarih 21 Aralık 2023...

30 yıldır tanıdığım...

AKŞAM’da yazdığım yıllarda, program yaptığı radyoda konuğu olduğum...

Hayatı boyunca karıncayı bile incitmediğine inandığım için kendi Youtube kanalımda konuk ettiğim Sırrı Er:

Savcılıktan gelen bir davet üzerine...

Avukatını dahi almadan ifade vermeye gitti...

“Beni emretmişiniz Sayın Savcı” dedi, her zamanki nezaketiyle...

Savcı, karşısında bir usta gazeteci, televizyoncu, eğitmen, sanatçı olduğunu unutmuştu...

Sırrı’nın önüne:

“Kara para aklamakla suçlanan bir sosyal medya fenomeniymiş gibi” kalın bir klasör koydu...

Mesaj belli olmuştu:

“Nefes alışını bile takip ediyoruz...”.

İyi de...

O devasa klasörün içinden çıkan suçlama neydi?..

Acı acı güldüreyim sizi:

Erdoğan’ın en yakın dostlarından biri olan ancak...

Seçimlerden önce Erdoğan’la ilgili birtakım iddialarda bulunan Ali Yeşildağ’ın bir paylaşımı üzerinden muhalefete:

“Ey muhalefet neredesiniz?” diye sormasıydı...

O gün görev başında olmayan Basın Savcısı’nın yerine bakan nöbetçi savcıya göre bu soruda:

“Cumhurbaşkanına hakaret” vardı...

Yani:

30 yıldır tanıdığım o beyefendi Sırrı...

Asla yapmayacağı bir eylemle suçlanıyordu...

Hakaret bile, kendisini Sırrı ile aynı cümle içinde anan o Savcı’ya kızar:

“Yahu ben bu beyefendiyi bir kere bile baştan çıkaramadım” derdi...

Ama...

Savcı...

Eylemi ya da söylemi soruşturmuyordu ki...

Eylem ve söylemi soruşturmak...

Kişinin; kimliği, düşünceleri, giyimi, kuşamı ve yaşamı ile hiç ilgilenmemek için:

Gerçek bir hukukçu olmak gerekirdi...

Oysa savcıya verilen görev:

Eylem ve söyleme değil:

Kişiye göre karar vermekti...

Çünkü Sırrı:

TRT’deki görevinden bir ihbar üzerine ve...

KHK ile:

“FETÖ’cü” iftirasıyla uzaklaştırılmıştı...

Oysa...

17/25 Aralık’tan sonra adı “FETÖ” olarak telaffuz edilen Gülen Cemaati ile yakın uzak hiçbir ilişkisi olmadığı...

Hem de mevcut Yargı tarafından kanıtlandığı halde adı:
Kara listeden düşülmüyordu...

Ve o Savcı...

Eline tutuşturulan bir kara liste olmalıydı ki:

O sorudan:

“Tutuklanmayı gerektiren bir suç” uydurdu...

Tutuklanması talebiyle Sırrı’yı:

Mahkemeye sevk etti...

Savcı’nın talimatıyla içeri dalan kolluk kuvvetleri Sırrı’nın kollarına girerek nezarethanenin yolunu tuttular...

Bir süre nezarette tutulduktan sonra bu defa doktor kontrolünden geçirdiler...

Saatler sonra da:

Mahkemeye çıkardılar...

Önce “tutuklusun” diyen Yargıç, Sırrı’nın nezaket kuralları içindeki itirazı üzerine:

Tutuklu yargılama halini:

Polis kontrolünde ev hapsine çevirdi...

Sırrı günlerdir ev hapsinde...

Bu cezanın ne zaman kaldırılacağını ise (Büyük ihtimalle) savcı ve yargıçlar bile bilmiyor...

Bizler de sıranın bize gelme ihtimaline rağmen:

“Doğruya doğru, yanlışa yanlış” demeye devam ediyoruz...

Günün sözü

“İkiyüzlülüğü, dalkavukluğu beceren, iftirayı da becerir...”.

Napolyon

SIRRI ER KİMDİR?..

Gelişmiş demokrasilerde olsaydı...

Ülkesinde, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü ilkesi uygulansaydı:

“Yıldız” olarak milyonlarca dolar kazanacak olan Sırrı Er...

Türkiye’de:

Hem geçimini zor sağlıyor...

Hem de:

Ev hapsinde...

İşin daha kötüsü...

Ailece yaşadıkları (Yaşatılan) çilelere dayanamayan sevgili eşi Reyhan (Merhume), yakalandığı kanseri yenemeyerek genç yaşta hayata gözlerini yumdu...

Sırrı, en kötü günlerinin en güçlü destekçisini de kaybetti yani...

Peki...

Kim bu Sırrı Er?..

Söyleyeyim:

Sırrı Er çok usta bir spiker-Sunucu...

Sırrı Er çok usta bir eğitmen-yazar...

Sırrı Er, ülkemizde az sayıda gazetecinin sahip olabildiği Uluslararası Basın Kartı (IFJ) sahibi...

Sırrı Er, uluslararası yaşam, ilişki ve nefes koçu...

ONU SEÇTİKLERİ İÇİN UTANIYORLAR...

2. Dünya Savaşı sona erdiğinde, galip devletlerden biri de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğiydi...

Komünist rejim:

Savaştan zaferle çıkması...

Yoksulluğa çözüm önermesi...

Ve...

Eşitlik, özgürlük, kardeşlik taahhütleriyle:

Pek çok yoksul ülke halklarının da ümidi olmuştu...

Savaş sürecinde ve sonrasında kapitalist demokrasilerin en güçlü ülkesi Amerika’da 1. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra kurulan ama...

Hiçbir etkinliği olmayan Komünist Partisi...

Rusların savaş zaferinden sonra...

Bilhassa sanat dünyasında:

Büyük ilgi ve saygı görüyordu...

S.S.C.B’yi demokratik kapitalizm ve sermaye için tehlike gören ABD yönetimi:

Öncelikle, Komünist Parti ile iletişim halindeki sendikalar üzerinde baskı kurdu...

1947’de çıkarılan Taft-Hartley Yasası ile...

Sendika yöneticilerinin Komünist Parti’ye üye olmaları yasaklandı...

Parti ile ilişkilerinin olmadığı konusunda açıklama yapma zorunluluğu getirildi...

Yasaya uymayanlar:

10 yıl hapis cezasıyla baskılandı...

Başkan Truman’a:

“Ulusal güvenlik ve ulusal çıkarları” tehlikede görmesi halinde...

Grevleri tek imzasıyla 2 ay erteleme yetkisi verildi...

Eş zamanlı olarak:

Wisconsin eyaleti Cumhuriyetçi Parti senatörü Joseph Raymond McCarthy...

Komünist Partili olmakla suçladığı pek çok sanatçı, gazeteci ve iş insanını:

FBI’a şikâyet etti...

Pek çok memur işten atıldı...

Pek çok sanatçı ifadeye çağrıldı...

Komünist Parti’ye destek vermeyi sürdürürlerse:

Tutuklu yargılanacakları...

Ve...

En az 10 yıl hapis cezasına çarptırılacakları söylendi...

O sanatçılardan biri, muhteşem senaryoların yazarı James Dalton Trumbo idi...

Muhbiri ise...

Yine kendisi gibi sinema dünyasından biri olan:

Türkiye/İstanbul/Fener doğumlu:

Elias Kazancıoğlu idi...

Kısaca hatırlattığım, Amerikan demokrasisinin bu en karanlık dönemi...

Aradan geçen 75 yıla rağmen halâ:

Nefretle anılıyor...

Amerikalılar:

O günlerinden ve McCarthy gibi birini senatör yaptıkları için:

Utandıklarını anlatıyorlar...

NOT:

McCarthy’cilik bitince yeniden mesleğine dönen Trumbo hâlâ gönüllerde ve milyonlarca sinemaseverin hafızasında...

McCarthy ve Elia Kazan ise “pis faşistler” olarak anılıyorlar...

ŞU BİZİM MCCARTHY’CİLER

Canlarım...

Ne yazık ki Türkiye bilhassa son 11 yıldır:

Amerika’daki McCarthy dönemini yaşıyor...

Otoriteye direnen...

Belgeli yolsuzlukları haber yapan...

O haberleri yorumlayan gazeteciler:

Ya hapse atılıyor...

Ya da...

Sürekli duruşmalara çıkarılarak:

Baskı altına alınıyor...

Muhalif söylemlerde bulunan sanatçıların: Mesleklerini yapmaları engelleniyor...

Liberal laik demokratik cumhuriyetten taviz vermeyen iş insanları hapse atılıyor...

Veya:

Kamu bürokrasisinin baskısı altında iş yapamaz hale getiriliyor...

McCarthy’ciler:

İşlerine gelmeyen Amerikalıları, Komünist olmakla...

Bizdekiler ise pek çok gazeteci, sanatçı ve iş insanını:

“FETÖ’cü” ya da “PKK’lı” olmakla suçlayıp; ekmeklerini ellerinden çalıyorlar... “MEĞER NEFES ALIŞI BİLE TAKİP EDİLİYORMUŞ” başlığı ile yayımlanan yazımda...

“FETÖ’cü” suçlamasıyla hayatı karartılanlardan biri olan Sırrı Er’den ve...

Başına gelenlerden söz ettim...

Lütfen okuyunuz...

SİZE DE LÂZIM OLACAK?..

Atina’nın tanrılarına inanmamak...

Onların yerine başka tanrılar koymak...

Ve böylece:

Gençliği zehirlemekle suçlanan Sokrat, savunmasını şu sözleriyle bitirir: “Ayrılık vakti geldi çattı, ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz... Hangisinin daha iyi olduğunu ancak Tanrı bilir...”. (Platon: Sokrates’in Savunması. Sayfa 63. İş Bankası Kültür Yayınları...).

Ey:

“Beni sokmayan yılan bin yaşasın” zihniyetinde yaşayan meslektaş!..

Neredesin?..

Ortada bir haksızlık...

Bir hukuksuzluk...

Bir özgürlük gaspı var...

Neden susuyorsun?..

Niçin, haksızlığın giderilmesi için mücadele etmek yerine önce:

“Haksızlık kime yapıldı?” sorusuna cevap arıyorsun?..

Haksızlığa uğrayan kişi sizin mahalleden değilse:

Niye bir tekme de siz vuruyorsun?..

Unutma...

Adalet bir gün sana da lâzım olacak?..