Korkusuz

Kutudan çıkan S-400’ler ne yapılacak?..

Kutudan çıkan S-400’ler ne yapılacak?..
Günlerce fasa fiso bir tartışmanın esiri olduk!. Algının, olgunun önüne kat kat geçmesiyle Türkiye’nin devasalaşan dış politik sorunlarını da göremez olduk. İdrak yollarımız iltihaplandı!.. Bilgelik değil, kahinlik hiç değil... Çok ağır dış politik sorunlar yüzünden Türkiye sürekli patinaj yapan ülke haline geldi. Kısır iç siyasi çekişmelerden kafamızı kaldırmıyoruz. Hani o birilerinin sadece işlerine geldiği zaman dillerine pelesenk ettiği “beka” var ya!. O zaman, dün bıraktığımız yerden devam edelim;

Millî  Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, Türkiye ile  Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nın  Lozan Antlaşması’nı nasıl çiğnediğini belgeleriyle anlatmıştı. “Zafer” çığlıkları devam ederken en azından şu soru bile sorulmuyor; bu anlaşmanın sürdürülebilirliği nedir?.. Çünkü, Libya’da iç savaş hala devam ediyor. Ümit Yalım, kritik gidişat ile ilgili açıklamalarına devam ederken çok önemli de hatırlatmada bulundu;

“ 28 Aralık 1932’de, teknisyenler düzeyinde imzalanan Türk-İtalyan Mutabakat Zaptı, 4 Ocak 1932 Türk-İtalyan Sözleşmesi’ne aykırı olduğu için TBMM tarafından onaylanmadı ve Milletler Cemiyeti’ne gönderilmedi. Ancak anılan Mutabakat Zaptı hukuki geçerliliği olmadığı halde Yunanistan tarafından sık sık gündeme getiriliyor ve aleyhimize kullanılıyor. 27 Kasım 2019’da imzalanan Türkiye-Libya Mutabakat Muhtırası da Lozan Antlaşması’ndaki haklarımızı yok sayıyor. Anılan Muhtıra ile 28 Aralık 1932’de yapılan hata tekrarlanıyor.”

Peki, neydi o mutabakat zaptı?

Türkiye, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın 16’ncı maddesi ile 3 milin ötesinde bulunan adalar üzerindeki egemenlik haklarını saklı tuttu ve 4 Ocak 1932 Türk-İtalyan Sözleşmesi ile 3 milin ötesinde bulunan adalar üzerindeki egemenlik haklarını bütün dünyaya deklare etti. Anılan sözleşme sonrasında İtalya’nın Ankara Büyükelçiliği’nde görevli Deniz Askeri Ataşesi Roberto Soldatı ile S. Saip, Ertuğrul, M.Asım ve Hayrettin Bey’den oluşan (Dışişleri Temsilcisi ve Deniz Subayları) heyet arasında Türk-İtalyan Mutabakat Zaptı imzalandı. Anılan Mutabakat Zaptı ile Anadolu sahillerinin 3 mil ötesinden geçirilen bir hat çizildi.

Ancak, imza yetkisi olmayan teknisyenler düzeyinde imzalanan Mutabakat Zaptı, 4 Ocak 1932 tarihli Türk-İtalyan Sözleşmesi’ne aykırı olduğu için TBMM ve İtalyan Meclisi tarafından onaylanmadı ve Milletler Cemiyeti tarafından tescil edilmedi.

Yunanistan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında düzenlenen Paris Konferansı sırasında 1946 yılında 28 Aralık 1932 tarihli Türk-İtalyan Mutabakat Zaptı’nın Paris Antlaşması’na dahil edilmesini istedi ancak bu istek anılan zaptın Milletler Cemiyeti tarafından tescillenmemesi nedeniyle Sovyetler Birliği delegesi tarafından reddedildi. Yunanistan, 1950 ve 1953 yılında anılan Mutabakat Zaptı’nı kabul ettirmek için DP Hükümeti’ne başvurdu ancak Türk Hükümeti başvuruyu reddetti.

Yunanistan Kardak krizi sırasında da aynı zaptı gündeme getirerek Kardak Kayalıkları’nın kendisine ait olduğunu iddia etti. Ancak Dışişleri Bakanı Deniz Baykal tarafından Ankara’daki Yunan Büyükelçisi’ne bizzat verilen nota ile 28 Aralık 1932 Zaptı’nın Milletler Cemiyeti’ne onaylatılmadığı için geçerli olmadığı iletildi.  Reddedildi...

★★★

Bir bardak suda fırtınalar kopartılan o tartışma esnasında çok önemli bir şey daha ıskalatıldı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu S-400’ler için “Kutuda tutmak için almadık” ifadesini kullandı. O gürültü patırtı sırasında da çoğunluk bunu “ABD’ye efelenme” olarak algıladı. Öyle miydi?.. Kocaman bir hayır!.. F-16’lar uçurtularak Ankara’da S-400’lerin testi yapılıyor havasının yapıldığı o anlara dikkatlice bakmak lazım. En baştan söyleyeyim, Çavuşoğlu’nun yaptığı o çıkış, tamamen içerinin gazını almaya yönelik bir manevraydı. Genelkurmay karargahında bilgisine başvurduğum pek çok kaynak, S-400’lere itirazların hala devam ettiğini teyit etti. Pek çok komutan açıktan ifade edemeseler de,  S-400-Patriot kapışmasını gereksiz buluyor, Türkiye’nin kaynaklarının ve enerjisinin  boşa tüketildiğini düşünüyor.

İktidar sözcülerinin tekrarladığı, “S-400’leri NATO sistemlerinden bağımsız kullanacağız” ne manaya geliyor?.. Bunun olabilirliği ne?.. Ankara’nın devlet koridorlarına kulak verdim. Son, meşhur ABD ziyareti kapsamında şu sorular soruluyor:

-ABD’ye,”S-400’lerin menzilini düşük tutarız, Akdeniz ve Ege’ye yönelik kullanmayız” sözleri verilmiş olabilir mi?..

- “S-400’ler ancak Nisan ayından sonra devreye girer”, bir oyalama süreci oyunu mu?..

-Roket ve füze kullanımında zaten çok eğitimli olan Türk askeri için sistemler Türkiye geldikten sonra bunu en fazla 1 ay içinde devreye sokmak çok mu zor?.. Bunun atla deva tarafı var mı?..

-Madem testini yapıyorsun neden Nisan ayına kadar bekliyorsun?..

Öyle anlaşılıyor ki, S-400’lerin kutuları açılsa da  bağlantı olmayacak. Mermi, mühimmat yüklemesi yapılamayacak. Cıv cıv cıv, radarlar ara sıra döndürülecek; toplumun gazını almak, sorgulamaların önüne geçmek için gösteriler yapılacak. Yani, kutudan çıkmış olacak!.. Diğer taraftan –kişilere özel olanlar da dahil- ABD yaptırımlarından kurtulabilmek için Patriot’larda alınarak Türk devletinin kasası boşaltılmaya devam edilecek. Aradaki komisyoncular da S-400’lerde olduğu gibi bir kez daha bayram edecek!..

Ee, bir taraftan da Rusya’yı da oyalamak lazım... Ama bakın kazın ayağı öyle değil. Rusya’dan gelen uyarı açıklamalarına ve İdlib’de olup bitenlere çok dikkat edin. Barış Pınarı Harekatı sona erdirildi , hala o bölgeden üstümüze saldırılar devam ediyor. İdlib patlamaya hazır bomba gibi ve pimi Rusya’nın elinde. Türkiye’nin üzerine esas felaket İdlib üzerinden gelebilir. Demedi, demeyin!.. İktidarın, bir o yana bir bu yana dış politikasının faturalarını çok ağır ödeyebiliriz.