Bu köşenin sürekli okurları; zaman zaman, Fransızların, diplomasi duayenleri tarafından:

“Dış Politika dâhisi” olarak tanımlanan Charles-Maurice de Talleyrand’dan söz ettiğimi hatırlayacaklardır...

Peki...

Kimdir bu Talleyrand?..

Bir kez daha kısaca hatırlatayım...

Diplomaside görev yapmış ustalar...

Önce din daha sonraları diplomasi eğitimi alan Charles-Maurice de Talleyrand için şöyle diyorlardı:

“Üstat, siyaset arenasında her zaman doğru yerde ve doğru kişilerle birlikte durdu...”.

Fransız İhtilali’nde, kilisede görevli bir din adamı olmasına rağmen:

İhtilâlcileri destekleyen Talleyrand:

Bu sayede milletvekili oldu...

Ancak...

İhtilalciler birbirlerine düşünce...

Hangi tarafta durmasının daha doğru olacağını tahmin edemediği için:

İngiltere ve ABD’ye kaçtı...

1796’da ortalık yatışınca ülkesine döndü...

Dışişleri Bakanlığı’na getirildi...

1804’te kendini imparator ilân eden Napolyon Bonapart da onu dışişleri bakanlığında tuttu...

Napolyon, Ruslara karşı feci bir yenilgi alıp da imparatorluktan azledilince:

Yeniden iktidara gelen Bourbonlar Devri’nde de Dışişleri Bakanlığı vazifesini sürdürdü...

1815 Viyana Kongresi’nde, ülkesi adına önemli işler başardı...

Kongreden sonra Dışişleri Bakanlığı’ndan ayrıldı...

1830 yılında Birleşik Krallık Büyükelçiliğine gönderildi...

27 Temmuz 1830’da başlayan ve tarihe “Temmuz Devrimi” olarak geçen ihtilalde...

Bourbon Hanedanının yerini alan Liberaller onu yeniden Dışişleri Bakanı olarak atadılar...

1830 Temmuz Devrimi sırasında yanındaki insanların duyabileceği bir şekilde:

“Yaşasın, biz kazandık!” diye haykırdığında yardımcısı:

“Efendim biz hangi taraftayız?” diye sordu...

Şu cevabı verdiği rivayet olunur:

“Onu kazanan belirleyecek...”.

Ve...

Kazanan taraf Liberaller...

ABD’li siyasetçilerin:

“ABD diplomasisinin temel taşlarının döşeyicisi” dedikleri Talleyrand’ı...

Bir kez daha Dışişleri Bakanı olarak atadılar...

1838’de Paris’te öldüğünde bile:

“Acaba kendi ölümünden ne çıkarı vardı?” diye tartışıldığı rivayet olunur...

Günün sözü

“Diplomasi, yalan söylemek ve inkâr etmektir, ülkenin çıkarı için ahlâk kavramını askıya alabiliriz...”.

Talleyrand

SAĞ ELİYLE TOKALAŞIRKEN SOL ELİYLE VURMAK

Son dönemde Türkiye siyasetinin iki usta Talleyrand’ı var:

Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel...

Her ikisi de Talleyrand stratejileriyle kazandılar...

Kazanmaya devam ediyorlar...

Kimileri iktidarı kimileriyle muhalefeti destekleyen pek çok gazeteci/yazar/düşünürün dediklerinin aksine bu ikisi:

Asla birbirleriyle kavga etmeyecekler...

Ta ki birlikte kazanıncaya kadar...

Örnek mi?..

Yanda gördüğünüz Akşener – İmamoğlu fotoğrafına bakın...

Akşener:

“Evlâdım kadar severim” dediği İmamoğlu için sonradan neler söyledi neler...

Peki İmamoğlu ne yaptı:

“Sayın Akşener benim ablamdır” diyerek Akşener’in fırlattığı taşların her birini bumeranga çevirdi...

Akşener siyasi bir mevta...

İmamoğlu ise (Bazı hatalarına rağmen halen) siyasetin en önde gelen ve gelecek vaat eden yıldızlarından...

Özgür Özel de keza aynı şeyi Kılıçdaroğlu’nun kendisine yönelik “aşağılayıcı” ifadelerine...

Susarak veya kendisinden “Sayın Genel Başkanım” diye söz ederek cevap vermedi mi?..

Erdoğan’a sağ elini uzatırken sol eli ile vurmuyor mu?..

DAHİ DEĞİL DELİ

Kimi diplomasi ustalarına göre ise:

“Dilin görevi hakikati saklamaktır” ilkesizliğinin yaratıcısı olan Talleyrand:

“Ahlâksız bir delidir...”.

Talleyrand’a:

“Diplomat nedir, kimdir?” diye sordular...

“ ‘Evet’ diyen bir diplomat aslında ‘belki’, ‘belki’ diyen bir diplomat aslında ‘hayır’ der... ‘Hayır’ diyen bir diplomatsa, diplomat değildir...”.

Napolyon, Rus Çarı 1. Alexander’ın taç giyme törenine katılan Talleyrand’a izlenimlerini sordu...

Şu cevabı aldı:

“Törende yeni Çar’ın önünde büyükbabasının katilleri yürüyordu... Sağında ve solunda babasının katilleri vardı... Arkasında ise kendi katilleri yürüyordu...”.

MASKARA DİNCİLER

Suudi Arabistan neredeyse 1923 yılı sonrası Türkiye gibi...

Olağanüstü bir gelişme...

Muhteşem bir olumlu dönüşüm var...

Artık transparan kıyafetleriyle kadın modası etkinlikleri düzenleniyor...

Gazze bombalanırken...

Cadılar bayramı kutlanıyor...

Bu olumlu dönüşüm ve gelişmeden kendi gelecekleri açsından kaygı duyan Siyasal İslâmcılara göre...

Bu dönüşümün devam edebilmesi için:

Rejimin değişmesi şart...

Yani...

Demokrasiye dönüş olmadan...

Bu dönüşümü daha ileri götüremezler...

Yahuuuu...

İngilizler ve pek çok Avrupa ülkesi monarşik demokrasiyle devam etmiyorlar mı?..

Ve...

Onların monarşik demokrasileri...

Bizdeki “tek adam” demokrasisinden çok daha gelişmiş...

O ülkelerin halkları:

Bizim halkımızdan çok daha zengin...

Çok daha müreffeh...

Çok daha özgür...

Çok daha huzurlu...

Çok daha güvenli değil mi?..

Hadiyin oradan maskara dinciler...

Hadiyin...

Hadiyin...

STRATEJİSİZ OLMAZ

Canlarım...

Mustafa Kemal Atatürk’ün:

Hem askerî...

Hem diplomasi...

Ve hem de:

Siyasî başarılarının temelinde:

Güçlü oluncaya kadar:

Hiç kimseyle kavga etmemek yatıyordu...

23 Nisan 1920’de TBMM’ni açarken yaptığı konuşmada...

Kendisi için...

Görüldüğü yerde:

“Tutuklanması...”.

Ya da:

“Vurulması” emrini veren Padişah Vahdeddin için:

“Halifemiz, padişahımız efendimiz Hazretleri’nin mübarek adları anılırken, padişah efendimizin yüce varlıklarının, şanlı ülkesinin ve bütün tebaasının bir an önce kurtulmaları ve saadete kavuşmaları için ayrıca dua okunacak” dediğini hatırlayanlar...

Ne demek istediğimi anlayacaklardır...

ŞEYTANLA BİLE ASLA

Talleyrand’ın koyu bir Katolik olan kız kardeşi, son zamanlarda “Ateist” olan ağabeyine sürekli olarak Şeytanı lânetlemesini (Müslümanların ölmeden önce kelime-i şahadet getirmeleri gibi bir şey) tavsiye ediyor ama sözünü dinletemiyordu...

Sonunda Talleyrand yatağa düştü...

Kız kardeşi baş ucunda kulağına:

“Lanetle şu Şeytan’ı birader” diye fısıldadı...

Talleyrand, kendisine bir şeyler söylemek için kız kardeşinden eğilmesini istedi...

Eğilen kız kardeşine ise şöyle dedi:

“Gider ayak Şeytan da olsa düşman kazanmamak lazım hemşire...”.

Ne dersiniz?..

Sürekli “kazanan” olmasının temelinde...

Şeytanla bile olsa...

Düşman olmamak yatmıyor olabilir mi?..

TEK ENDİŞEM

Ülkesinin insanlarını, topraklarından daha çok seven bir kişi olarak şu kadarını söyleyeyim:

Gelecekle ilgili tek endişem var...

O da...

Halkın genelinin...

Bir kez daha...

Kariyere değil karizmaya oy verme ihtimali...

Yani:

Duygularını...

Akıllarının önüne koyma tehlikesi...

Bir başka deyişle...

Son 22 yıldır yaptıkları gibi:

Arabayı, atların önüne koşma olasılığı...

AÇMAZA DÜŞÜRMEK

Bir Fransız, bir Alman bir de Türk diplomat Hüsmen sohbet ediyorlardı...

Fransız diplomat:

“Bizim güllerimiz çok meşhur” dedi...

Diğer iki diplomat:

“Biz sizin güllerinize k.çımızı sileriz” diye karşılık verdiler...

Alman diplomat:

“Bizim sümbüllerimiz meşhur” dedi...

Diğerleri aynı anda:

“Biz sizin sümbüllerinize k.çımızı sileriz” deyiverdiler...

Sıra Türk diplomat Hüsmen’e gelince, bakın nasıl bir lâf geçirdi:

“Bizim kaktüslerimiz meşhur...”.

Bunun adı:

“Siyasette açmaza düşürmektir...”.

Yani...

Bugünkülerin hiç anlamadıkları bir strateji...

EĞLENCE DÜNYASI ÜNLÜSÜ

Haberi KORKUSUZ’da okudum...

“Yüz yüzeyken Konuşuruz” ve “Eskiz” adlı müzik gruplarının gitaristi Can Tunaboylu, sevgilisi şarkıcı Aybike Çelik’i darp ettiği iddiasıyla yargılandığı davada, ilk kez hâkim karşısına çıkmış...

Kendini şöyle savunmuş:

“Kasten vurmadım. Topuklu ayakkabısı olduğu için yere düştü. Sabaha kadar sinir krizi devam etti. Sabah polis çağırdım...”.

Yani...

Aybike Çelik’in yandaki fotoğrafta gördüğünüz yüzünü o hale getiren kişi Can Tunaboylu değil:

Yer döşemesiymiş...

Peki...

Namuslu ve vicdan sahibi bir yargıç bunu yutar mı?..

Fıkradaki yargıç yutmamış...

Kadın kocasını sürekli döğen kocasını savcılığa şikâyet etti...

İfadelerden sonra duruşma başladı...

Yargıç adama sordu:

“Karını yumrukladığın doğru mu?..

“Yok valla yalan Hakim Bey... Bazen mendilimle şöyle birkaç kez yüzüne dokunmuşluğum vardır...”.

Yargıç bu defa şikâyetçi kadına döndü:

“Duydun kocanı... Birkaç kez mendiliyle dokunmuş...”.

Kadın içini çekti:

“O, burnunu elinin tersiyle siler Hâkim bey, onun için ‘mendilimle’ diyor...”

Hâkim tabii ki yutmamış...

Kocayı tutuklatmış...

Hey Can Tunaboylu!..

Neden dövdün oğlum bu genç kadını?..

Sen ne biçim müzisyensin lan oğlum?..

Ruhsuz, vicdansız müzisyen mi olur?..

Yoksa sen de pek çoğu gibi...

Müzisyen/sanatçı değil de:

“Eğlence dünyası ünlüsü” müsün?..