CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Milli Görüş çizgisinin ağır toplarından İsmail Müftüoğlu’nu evinde ziyaret etmiş ve evin salonunda fotoğrafları çekilmişti. Fotoğrafta Kılıçdaroğlu’nun ayakkabısının altında bir seccade görülüyordu.
Acilen bir linç kampanyası başlatıldı. “CHP lideri seccadeye bilinçli olarak bastı.” Utanma olmayınca beyin de çalışmıyor doğal olarak; çünkü “Niçin bassın, adam deli mi, zeka özürlü mü?” sorusunun yanıtı yok! Zaten Müftüoğlu da “Kalabalıkta gözden kaçmış” dedi ama köpürtücü trol artıkları susmadı... Ben en çok Hasan Kaçan’a, hani şu büyük deprem sonrası apar topar TBMM’den çekilen “imar barışı” reklamlarında boy gösteren muhterem komedyene güldüm, hiç aynaya bakmıyor belli ki!
Ardından yapılan kamuoyu yoklamasında halkın yüzde 70’i “Bırakın bu boş işleri” dedi ama anladılar mı pek emin değilim. Yalancılık bu gibiler için hava gibi, su gibi bir büyük ihtiyaç çünkü!
Aslına bakarsanız “seccade yalanı” devede kulak bile sayılmaz, ne palavralar savurup birbirlerini kaynak gösterdiler ki, “Öyle büyük bir yalan söyleyin ki inansınlar” cümlesiyle bilinen Hitler’in Propaganda Bakanı Göbels bunların yanında stajyer kalır!
-Aşağıda anlattığım olay bire bir yaşanmıştır, okuyun ve görün nelere kadir olduklarını!
Şalcı Bacı
Şu gerici, yobaz takımı gerçekten bir alem!
Tarih bilinci deseniz, hiç yok... Tarihi karalamak, hatta yok saymaya yeltenmek derseniz, dibine dek mevcut!... Yalan, dolan, sahtekarlık, uydurmasyon deseniz gani!.. Belgeleriyle tarihe mal olmuş olayları tahrif etmek bunlarda, “Özel tarih” adı altında uyduruk olayları yaratmak bunlarda, dizi dizi kitaplar yazıp, dergiler çıkarıp tarihi en gülünç şekilde yeniden yazmak yine bunlarda...
-Tabii, sonunda her şekilde rezil-i rüsva olmak da bunlarda!..
Mesela, “Günümüzün Derviş Mehmetleri” yazımdan sonra, nasıl bir küfür, bir kıyamet kopmuştu sormayın gitsin; hani utanmasalar, “Öyle bir vaka yaşanmadı. Zaten Kubilay diye biri de yoktu” deyip, işin içinden sıyrılacaklar...
İnternetin cahil ve haysiyet yoksunu trol artıkları hezeyanlarını kusarken, ben de sevgili Sinan Meydan’ın “Yalanlara, çarpıtmalara, iftiralara PANZEHİR” adlı kitabını okuyordum. Sinan, engin tarih bilgisi ve titiz araştırmacılığı ile gerici, yobaz takımının tüm abuk subuk iddialarını bir bir çürüten yiğit bir Atatürkçü kardeşim. Birçok iğrenç yalanın ipliğinin pazara çıkarıldığı kitapta, bir bölümde Erzurumlu “Şalcı Bacı” anlatılıyor. Biliyor musunuz? Ne ayıp!.. Ne kadar cahilane!.. Halbuki, girin Google amcaya, yazın “Şalcı Bacı” diye, birbirinin kopyası 16 bin sayfa bulacaksınız!..
-Çünkü o bir internet fantezisi...
Şapka Kanunu’na muhalefetten asılan bacı!
Aslında yalanın doğuşu 1969’a dayanıyor...
Cumhuriyet tarihi yalanlarının üstadı Necip Fazıl Kısakürek, “Son Devrin Din Mazlumları” adlı kitabının “Şapka Kurbanları” bölümünde şöyle yazıyor:
“... Kalabalık vilayet binasının önünde... Sesler... Şapkayı istemiyoruz... Gavur kılığına giremeyiz... İstiklal Mahkemesi... Başta Gavur İmam lakaplı bir hoca ile Hoca Osman isimli bir din adamı, aralarında da bir kadın, sehpada 33 ceset...”
Necip Fazıl’ın kaynağı ne? Yok!. Hiç olmamış ki!.. Kaynağı, şairane hayal gücü!.. Ama aynı yıl yayınlanan “Çetin Altan’dan Demirel’e Eş Kişiler Zinciri” kitabını yazan gazeteci Nimet Arzık’ın “Şerife Bacı Asılmağa Gidiyordu” bölümü için göstereceği bir kaynağı vardı: Necip Fazıl’ın o şairane yazısı!.. Nimet Arzık şöyle anlatıyordu sehpaya giden Şerife Bacı’yı:
-Şalcı Bacı’yı iki metre boyuyla, ‘isli’ yüzüyle, yılan yılan incelmiş örgüleriyle, siyah poşusuyla ve bütün sabır felsefesiyle darağacına vardırıyordu bu icaplar...
Şairane bir anlatım, değil mi? Böylece henüz adını bile bilmediği Şalcı Bacı’nın iki metre boyunda, ‘isli yüzlü’, örgülü saçlı olduğunu da çözüvermişti iyi mi?!
Sonrası daha da traji-komik... 1974 yılında, artık hapishaneden Cumhurbaşkanı affıyla çıkmış ve keskin bir “dönüş” gerçekleştirmiş olan Çetin Altan, “Sırtında Üç Ölüyle Dolaşan Kişi” başlıklı köşe yazısında dedesini anlatıyordu:
-Dedem Hasa Paşa çok sert bir askerdi. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları...
Çetin Altan’ın dedesinin sertliğine örnek verdiği “Ben daha doğmamıştım. Çok sonradan öğrendim” dediği bu olay uzun yıllar sonra, bu kez bir “bilimsel araştırma” kitabına kaynak olacaktı... Cihan Aktaş isimli, türbanlı bir mimar, “Şalcı Bacı”yı bir tarih tezi haline getirivermişti!.. Üstelik çalışmasında olayı aynen şöyle anlatıyordu:
-İdama götüren suçu nasıl işlediğine dair yeterince bilgiye sahip olmadığımız... Bohçasıyla girdiği evlerde, avlularda şallarını sergilerken şapka kanunu hakkında ileri geri laflar etmiş mi, emin olamıyoruz...
-Emin olamıyordu, çünkü yoktu!
Fanteziye devam!
Cihan Aktaş isimli mimarın bu “çok bilimsel” araştırmasından sonra, İslamcı kesimden birçok isim, aynı kaynakları gösterip, konuyu iyice vıcık vıcık hale getirerek kullandı. Hatta bir tanesi konudan roman bile çıkardı!.. Mehmet Sılay, Şalcı Bacı’ya bir de isim buldu:
-Şöhret
Kabataş Fantezisi yaratıcısı Hilal Kaplan, “Ruhun Şad Olsun Şalcı Bacı” başlıklı yazısında, işi iyice ileri götürdü ve bakın ne dedi:
-İbreti alem olsun diye naaşı iki gün darağacında bekletilen ve sonra bir çukura gömülen Şalcı Bacı, başörtüsü davasını kendisinden itibaren başlatabileceğimiz, Cumhuriyet tarihindeki ilk kadın şehittir.
Halbuki kaynak gösterdiği Cihan Aktaş, bırakın teşhir etmeyi, vali ve kumandanın tepkilerinden korkup kadının başına un çuvalı geçirdiklerini ve alelacele gömdüklerini anlatıyordu.
Sonrası malum; internet trolleri birbirini kopyalayarak, “Şalcı Bacı” hikayesini bir “başörtülü şehit” efsanesine çevirdiler. Açın bakın, bir tanesi diğerinden farklı bir cümle bile kurmamıştır. Kuramaz da, çünkü ne belgelerde ne zamanın gazetelerinde ne kararlarda böyle bir kadın yok, yaşamıyor!..
Önceleri bir uyduruk görsel yaratan troller, sonra bununla yetinmeyip, darağacında sallanan bir kadın fotoğrafını servis ettiler. Altına da, “İşte Mustafa Kemal’in kadınlara verdiği hak(!) UNUTULMADI” yazdılar.
Ama yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor:
O fotoğrafın, cinayetten suçlu bulunarak 14 Aralık 1931’de Tuzpınarı’nda asılan Isparta’nın Dürıbükü köyünden Hasan kızı Fatma olduğu ortaya çıkmasın mı?
-Olsun zaten rezilliğe alışkınlar... Artık yeni yalanlara inşallah!