Korkusuz
Can Ataklı

Heey MÜSİAD n’oldu şu fiyat indirme işi?

Bİ SORALIM BAKALIM

Heey MÜSİAD n’oldu şu fiyat indirme işi?


Sizi bir aydan biraz daha fazla geriye götürmek istiyorum.

Eylül-ekim aylarında döviz fiyatlarında bir tırmanış başlamıştı.

Dolar her gün yeni bir rekor kırıyordu.

İktidar tarafı bunu dilden dudağa bile getirmek istemiyordu.

Ara sıra yapılan açıklamalarda “döviz ve faiz lobisinden” söz ediliyor yine “dış güçler edebiyatı” yapılıyordu

Dolar 7 buçuk liralardan 14, 16 hatta 16 liralara kadar gelmişti.

20 Aralık tarihinde ise görülmedik bir rekora imza attı dolar.

Tam da Erdoğan’ın bakanlar kurulunu toplayıp “bazı önemli kararlar açıklayacağının” duyurulduğu saatlerde doların fiyatı 17 lirayı geçmişti.

Erdoğan, Bakanlar Kurulu’nu bitirip açıklamalara başladığı sırada bir de baktık ki dolar ilk kez 18 lirayı bile geçmiş.

Sadece bir saat süren bu rekordan sonra “Acaba şu sırada dolar kaç lira olmuş” diye merak edenler bir anda karşılarında 12 liralık bir fiyat gördü.

Erdoğan “dâhiyane” bir atakla dövize ağır darbe vurmuştu.

Durum böyle anlatıldı kamuoyuna.

Bankaların kapalı olduğu, bireysel işlem yapmanın 1 milyon dolarla sınırlı olduğu bir sırada sanki sihirli bir el devreye girmiş, dövizi tepe taklak etmişti.

O ana kadar hemen her gün rekor kıran dolar fiyatından hiç söz etmeyen saray medyası ve diğer yandaşları birden ortaya çıktılar.

Kimi davul zurna bile çaldı, sokaklarda halay çekenler oldu.

Erdoğan yine Türkiye’yi kurtarmıştı.

Yine bildik kampanya devreye girdi; gariban vatandaşlara 16-17 liradan aldıkları dolarlar 11-12 liradan sattırıldı.

Kriz boyunca hiç sesi çıkmayan sözde iş dünyası “ekonomik krizin nasıl atlatılacağını” anlatmaya başladılar.

Bunlardan biri, Müslüman Sanayici ve İşadamları Derneği, (gerçi resmi ad olarak Müstakil kelimesini kullanıyorlar ama gerçeği herkes biliyor) “Madem reis soruna neşter vurdu, bize de düşen görev var, ülkemizi kurtarmak için suni biçimde artan fiyatları geri çekmeliyiz” kampanyası başlattı.

Dernek şu bildiriyi yayınladı 20 Aralık gecesinden 4 gün sonra;

 “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı tedbirler piyasalara olumlu yansımış ve kısa süre içerisinde Türk lirasında ciddi değer artışı kaydedilmiştir. Bu çerçevede tüm iş dünyasını fiyatlarında indirim yapmaya davet ediyoruz. Döviz kurunun maliyetler üzerindeki baskısının hafiflemesiyle taşın altına elini koyarak fiyatlarını aşağı yönde revize eden MÜSİAD üyelerimizi sosyal medya hesaplarımızla kamuoyuna duyurarak, enflasyonla mücadele noktasındaki kararlılığımızı göstereceğiz.”

Aradan bir aydan fazla zaman geçti.

Bu “Müslüman” işadamlarından fedakârlık yapan ve yaptıkları zamları birazını da olsa geri alan var mı?

Anladığım yok.

Çünkü MÜSİAD’ın web sayfasına her gün bakıyorum, şu ana kadar bir tane bile “Şu üyemiz fiyatlarını indirmiştir” şeklindeki bir yazıya rastlamadım.

Hayrola?

Aşırı kâr, çok mu tatlı geldi?

BUNU YAZMAK GEREK

Özür dilemesi gereken, o küçücük çocuk değil


Trabzon’da AKP genel başkanı tarafından kürsüye çıkarılan ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na hain dedirtilen küçük çocuk dün yine medyanın gündemindeydi.

Bu kez Trabzon’daki bir yerel televizyon çocuğun evine gitmiş görüntülü röportaj yapmış.

Anneyle de konuşmuşlar.

Çocuk henüz 9.5 yaşında.

Henüz doğmadan hapse girmiş babası.

“Hain nedir biliyor musun?” sorusuna “Bilmiyorum” diye cevap veriyor.

Masum.

Günahsız.

Daha çocuk yahu.

Ama onu acımasızca halkın önüne çıkarıp şov yapmaktan çekinmediler.

Olayın baştan sona düzmece olduğu zaten her halinden belliydi.

Televizyon programının da düzmece olduğu görülüyor.

Çünkü bu yerel TV kanalı, “Bakın görüyorsunuz değil mi, bu çocuğumuzun o kürsüye çıkarılması asla bir oyun değil, önceden planlanmamış, tamamen o sırada gelişmiş olay” diye çırpınıyordu.

Tabii bir de usulen çocuğa “Söylediğim için özür dilerim, pişmanım” da dedirtilmesi unutulmadı.

Hainin ne olduğunu bilmeyen bir yavrumuz söylediğinden ötürü pişmanlık duyuyor.

Çekin elinizi çocuklardan Allah aşkına.

Burada özür dilemesi gereken o minik yavru değil.

Onu kürsüye çıkaran, söylediklerinin daha iyi duyulması için mikrofon uzatan ve o çocuk “Bay Kemal hain” derken zevkten dört köşe halde gülenler özür dilemeli.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Bahçeli’den “tek dil” çıkışı


Rabia işareti, Erdoğan’ın sembolü biliyorsunuz.

Fırsatını buldukça kalabalıkları “Tek devlet, tek vatan, tek devlet, tek millet” diyerek coşturuyor.

Herhalde herkesin dikkatini çekiyordur Erdoğan “kırmızıçizgilerini” sayarken “tek dil” demiyor hiç.

Bahçeli ise bu kırmızıçizgilere “tek dil” kavramını da ekler.

Gerçi bir yıldır bunu hiç dile getirmiyordu.

Ancak ne olduysa son grup toplantısında Bahçeli adeta coştu, sesini çok yükselterek şöyle haykırdı ve bütün milletvekilleri kendisini ayakta alkışladı;

“Bizim dayandığımız ilkeler, tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet ve tek dil ülküsüdür. Tek devlet üniter yapının korunmasını, tek millet Türk milleti kimliğinin devamını, tek bayrak milli devletin bekasını, tek dil resmi dilin yalnızca Türkçe olabileceğini, tek vatan ise ülkemize ortak koşulamayacağını ilan etmektedir ve bunlar da bizim kırmızı çizgilerimizdir. Varsa cüret etmek isteyen, Bu değerleri çiğnemeye hazırlanan, ayaklarını denk alsınlar, bir kere daha düşünsünler, burada biz varız ve buna izin vermeyiz. Dün vermedik, bugün vermeyiz, yarın da vermeyeceğiz.”

Bu sözler HDP’ye yönelik gibi algılanıyor elbette.

Gerçekten öyle mi?

Bahçeli son günlerde biraz farklı davranıyor sanki.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Adnan Hoca’nın iki üyesini dinledim


Dile kolay 4 yıl 6 ay hapse mahkûm olmuş, 17 ay hapiste kalmış, 13 ay hiç çıkmamacasına ev hapsi cezası çekmiş, şimdi serbest, yurtdışı yasağı var..

Serap Akıncıoğlu “Adnan Hocacılar” olarak bilinen grubun üyelerinden biri.

Hafta başında mesaj atarak “Can Bey; kimseye derdimizi anlatamıyoruz, bize yönelik yapılan her şey hukuk dışı, ama bunu kimse bilmediği gibi dinlemek de istemiyor” dedi.

Peki, o halde görüşelim.

Serap Akıncıoğlu yanında aynı süre ceza almış olan arkadaşı Semra Özgiray’la geldi.

Adnan Oktar davasında 86 kişi ağır ceza almış, hepsi hapiste, her birine 10’ar bin yılı verilmiş.

Akıncıoğlu “İnanın ortada tek bir delil yok, suç yok, terörle bağlantı yok, silah bulunduğunu ilan ettiler, ancak bu silahların bugüne kadar hiç ateşlenmemiş olduğunu kimse bilmiyor” dedi bir nefeste.

Sonra ekledi; “Bizim asıl canımızı yakan bizlere tecavüzcü gözüyle bakılması.”



Şaşırdım “O ne demek?” diye sordum.

“Birçok arkadaşımızın önüne bir kağıt koydular” diye başladı söze ve şunu söyledi;

“Size tecavüz edildiğini söyleyin, hapisten ve bu davadan kurtulun dediler arkadaşlarımıza. Birçoğu mecburen kendilerine tecavüz edildiğini söyledi. Sözde itirafçı oldular ve kurtuldular. Ama şimdi toplum bizlere tecavüzcü gibi bakıyor, bizlerin tecavüzlere yardım ettiğimizi düşünüyor.”

Onlara şunu söyledim; “Adnan Hoca olayını 80’li yılların sonundan beri biliyorum. Bugün sizlere yapılan aslında son 30 yılın hesaplaşmasıdır. Özellikle hukukun ortadan kalktığı bu dönemde sizler de daha önce hukuksuzluğun kurbanı olanlar için sesinizi yükseltmediniz. Sonuçta bu hukuksuzluk gün geliyor herkesi vuruyor.”

Elbette itiraz ettiler bu söylediklerime. Ama bana göre durum bu, suç olup olmaması önemli değil.

Her türlü hukuksuzluk yapılabilir, örneğin Serap Akıncıoğlu “hapse girmeden önce her gün hasta olan babama oksijen tüpü götürüyordum, tutuklandığımda babama bir telefon etmeme bile izin vermediler, babamı hapisteyken kaybettim ama haberim çok sonra oldu” dediğinde ister istemez hüzünlendim.

Evet ortada bir hukuksuzluk var.

Kamuoyu algısı ise “Beğenmediği, kızdığı herkesin en ağır biçimde cezalandırılması” yönünde olunca bu hukuksuzluk daha da artıyor.

Adnan Hoca’ya çok ciddi bir tepki duyuluyor olabilir ancak şunu da bilelim ki kimse bunun hesabını hukukun dışına çıkarak, insan haklarını çiğneyerek sormaya kalkmamalı.

“Yol olur” sözünü bir daha hatırlatmak isterim.

Bugün beğenmediklerinin hukuk dışı biçimde örselenmelerine izin verenlerin yarın aynı şey başlarına gelir.

Örnekler bol.