Babıali, Osmanlıyı yöneten merkezdi. Yani bugünün rejiminde cumhurbaşkanlığı makamı, 16 Nisan referandumu öncesi TBMM olduğu gibi o gün devleti yöneten merkezin adı idi. 20 Temmuz 1913’te Babıali, İngiltere başta olmak üzere Çarlık dahil Avrupa’nın emperyalist devletlerine bir bildiri gönderdi.

Özetle Birinci Balkan Savaşı sonucu imzalanan Londra Anlaşması ile Bulgarların “Midye Enez hattı” meselesini yanlış anladığı ve Osmanlının Meriç Nehri’ne kadar sınırlarını korumak zorunda olduğunu ifade ediliyordu.

Acı olan ise Osmanlının, Batı Trakya’nın geleceğini İngiltere başta olmak üzere emperyalist devletlere bıraktığını ifade etmesiydi. Kısacası bu bildiri ile Midye Enez hattını aşmayacağını garanti ediyordu... Buna göre Osmanlıdaki Edirne şehrinin büyük bir çoğunluğu düşmana bırakılıyordu.

Hem Londra Anlaşması’na hem de bu bildiriye imza atanlar tarihi bir hata yapıyordu çünkü batı Trakya’nın  %85’i Müslüman ve Türk’tü! Başta Dedeağaç, Bulgarların eline geçtikten sonra bir anlamı yoktu...

İngiliz emperyalizmi başta olmak üzere Almanya ve Çarlık Rusya’sı dahil emperyalist devletler, Edirne’nin Osmanlıya geçmesini istemediği için tepki gösterdiler.

Mahmut Şevket Paşa Hükümetini düşürmek için Hürriyet ve İtilaf, Mahmut Şevket Paşa’yı suikast ile İttihat Terakki’yi düşürmeye çalışsa da yerine gelen Prens Sait Halim Paşa Edirne’den ileriye gitmeyi cesaret edemese de Edirne konusunda kararlı idi!

Edirne ve Kırklareli geri alınmıştı. Tüm vatanda müthiş bir sevinç ve moral yaratmıştı. Bu moral ve sevincin en temel sebepleri hem Edirne’nin kurtuluşu hem de deniz savaşalrındaki Rauf Bey’in başarılarıydı.  Aslında Osmanlı deniz savaşlarında da hezimete uğramıştı.

Osmanlı donanması Çanakkale Boğazı dışına çıkamamış, Akdeniz’i Yunanlılara bırakmıştı. Sultan Aziz’in bıraktığı modern bir donanma,  II. Abdülhamit döneminde ihmal edilmişti.

Orduda liyakatı bir kenara bırakan Hürriyet ve İtilaf hükümetinin tutumu da eklenince durum daha da kötüye gitmişti. Donanmanın İngiliz uzmanı Albay Elyot, zırhlıların kullanılabilecek durumda olduğunu rapor etmesine rağmen liyakatsiz personelin yönetimdeki donanma yeriden kıpırdayamamıştı.

Milletin morale ihtiyacı vardı. En küçük bir başarı bile nefes aldırıyordu. Bu şartlar altında Önyüzbaşı Rauf Orbay, Hamidiye kruvazörü ile karlı ve sisli bir havada Yunan ablukasından çıkmayı başarmıştı.

Hamidiye, bugünün izmir ve Muğla arasında kalan Kiklad Adaları’nda yer alan Şira/Hermepolis önünde bir kruvazörü batırdıktan sonra şehirdeki telgrafhane, elektrik santralini başta olmak üzere önemli merkezleri bombaladı.

Ardından kömür bulabilmek için Beyrut’a ve Kızıldeniz’e yönelen Hamidiye’yi İngilizler sıkıştırıyordu.  Malta’ya dönen Hamidiye, Gazze’ye dönerken yolda karşılaştığı Yunan gemisi Leros’u da batırmıştı.

Sonrası Adriyatik Denizi’ne yönelen Hamidiye, bugünün Arnavutluk’un Şenkin şehrine yönelmişti. Limanda bulunan gemiler batırıldı. Ververiyos adlı Sırp gemisi de batırıldı. Gemide 900 Sırp askeri vardı ancak 25’i kurtuldu...

Hamidiye, 26 Ağustos 1913’te İzmir’e döndü. Hem Edirne’nin alınışı hem de Hamidiye’nin bu çıkışı millete moral olmuştu.