Korkusuz
Can Ataklı

Hakemlere Rıdvan Dilmen operasyonu

SORUM ÖĞRENDİM

Hakemlere Rıdvan Dilmen operasyonu


Türkiye AKP iktidarı yüzünden her alanda nasıl sıkışmış ve karışık durumdaysa, futbol da aynı durumda.

Önceki gün futbol çevreleri Merkez Hakem Kurulu’nun 13 hakemi maçlardan alarak kapı önüne koyma kararı ile sarsıldı.

Gerekçe olarak bu hakemlerin performanslarındaki düşüş ve ispatlanamasa bile çoğu hakkında yapılan şikayetler olarak gösterildi.

Ancak gerçek ne?

Dün bu soruyu futbol dünyasını iyi bilenlere sordum

Çok çarpıcı bilgiler aldım.

Aktarayım; bu operasyon, aslında AKP içindeki bir çekişmenin sonucu.

Sarayın iki adamı Servet Yardımcı ve Rıdvan Dilmen arasına kara kedi girmesi ve bu ikilinin birbiri ile didişmesi sonucu bu olay patlamış.

Kaybeden ise Rıdvan Dilmen.

Eski milli futbolcu, televizyonların en iyi futbol yorumcusu Rıdvan Dilmen geçen yıl emekli olması gereken ama görevi bir yıl uzatılan Fırat Aydınus’u Merkez Hakem Kurulu başkanı yapmaya karar vermiş.

Rıdvan Dilmen Beylerbeyi’ndeki Mustafa Erdoğan’ın ofisine Fırat Aydınus’u getirmiş ve kulislere başlamış.

Bunu öğrenen Merkez Hakem Kurulu Başkanı Ferhat Gündoğdu, Türkiye Futbol Federasyonu 1. Başkan Vekili ve UEFA Yönetim Kurulu üyesi Servet Yardımcı ile konuşmuş ve “Bu nasıl iş, bunu önlememiz gerek” demiş.

Zaten hakemlere yönelik ağır eleştirilerin gündemde olması ve bazı hakemler hakkında ciddi şaibelerin çıkması da bahane edilerek başta Fırat Aydınus olmak üzere 13 hakem kapı önüne konmuş.

Adı geçen herkes saraya çok yakın isimler aslında ama bazı güç ve çıkar ilişkileri bu isimleri birbirine düşürebiliyor demek ki.

Aldığım bir başka bilgiye göre Rıdvan Dilmen neredeyse her gün gelip gittiği Mustafa Erdoğan’ın Beyberbeyi’ndeki ofisine son 15 gündür hiç gelmiyormuş.

Bir süre öncesine kadar Rıdvan Dilmen’e toz kondurmayan Mustafa Erdoğan’ın güvendiği birkaç ismin “Rıdvan sürekli sana ve Cumhurbaşkanımıza çok yakın olduğunu söyleyerek futbol çevrelerinde entrikalar çevirmeye çalışıyor, artık dikkat et” sözlerine inanmış ve 15 gün kadar önce Rıdvan’a “Artık buna bir son ver!” diye hayli sert biçimde çıkışmış.

Konuyu bana aktaranlar “Mustafa Erdoğan futbol camiasında çok etkili bir isim, onun istemediği hiçbir şey yapılamaz futbol alanında, ama bu olayda hiç dahli yok, tamamen tarafsız kaldı” dediler.

Bir de küçük dedikodu ekleyeyim.

Merkez Hakem Kurulu Başkanı Ferhat Gündoğdu, deneyimli hakem Fırat Aydınus’un başkan olmak için kulisler yaptığını öğrenince “hafif mobing” uygulamaları da yapmış.

Örneğin Fırat Aydınus internet üzerinden yapılan sanal bir toplantıya sakal tıraşı olmadan ve ayağında şortla katılmış.

Bir süre sonra Aydınus, başkana “Bana neden maç vermedin yine?” diye sorunca Gündoğdu, “Toplantıya sakal tıraşı olmadan katılan adama ben maç falan vermem” cevabını vermiş.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Daha otoriterliğin ayak sesleri


Artık ülkemizde “tek adam” rejimi var.

Adı resmi olarak “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olsa da rejim aslında sadece bir kişinin emir ve talimatları doğrultusunda çalışıyor.

Parlamento etkisiz, yargı bağımlı hale getirilince yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanmış oldu.

Ancak gözlediğim kadarıyla özellikle ekonomideki korkunç kötü gidiş üzerine savaş krizinin eklenmesiyle sarayı iyice köşeye sıkıştırıyor.

Erdoğan bunu atlatmak için gözle görünür bir sertlik politikası yürürlüğe koydu.

Sadece önceki gün yaptığı konuşmadan üç kesit sunmak istiyor.

BİRİNCİSİ: Bir genç kızı 23 yerinden bıçaklayan ama serbest bırakılan kişiyi yeniden tutuklattırdığını açıkladı.

İKİNCİSİ: Maddi nedenlerle devletten ayrılan hatta yurtdışına giden doktorlar için “Giderlerse gitsinler, biz de yeni mezun olacak doktorları yerlerine koyarız” dedi.

ÜÇÜNCÜSÜ: Muhtarlardan ihbarcı olmalarını, mahallelerinde fahiş fiyatla mal satan ve tezgah altına mal saklayanları hemen bildirmelerini istedi.

Bu üç davranışın da anayasa, yasalar ve hukukla açıklanması mümkün değildir.

Erdoğan toplumun düşük eğitimli ve düşük gelirli kesimlerini daha da sert politikalar izleyerek etkilemeye çalışıyor.

Sanki önümüzdeki günlerde çok daha sert bazı yöntemler uygulayacağının habercisidir bunlar.

Sonumuz hayırlı olur inşallah.

Bİ SORALIM BAKALIM

İyi de Putin bunlara ne cevap verdi?


İktidar çevrelerine sorarsan ekonominin kötü gidişinin tek sebebi var, o da Ukrayna krizinin yarattığı uluslararası kriz.

Sanki savaş öncesi her şey iyiymiş gibi göstermeye çalışıyorlar.

Tabii artık inandırıcı olması çok zor bu söylemin ama bunu da Erdoğan’ın bir dünya lideri olduğunu ileri sürerek aşmaya çalışıyorlar.

Erdoğan sürekli bir telefon trafiği içinde.

Biden’la görüşemedi henüz ama diğer pek çok ülke devlet ya da hükümet başkanlarıyla konuştu.

En son da Putin’le bir telefon görüşmesi yapıtı.

BBC Türkçe Radyosu, Erdoğan’ın bu görüşmeyi parti toplantısında anlattığını ileri sürmüş.

Radyonun haberine göre, Erdoğan partililere “Kendisine bu işgali kesinlikle doğru bulmadığımızı söyledim ve Türkiye’nin Ukrayna kriziyle ilgili tezlerini anlattım. Ateşkes ilanından memnuniyet duyduğumuzu ama kalıcı barışın ortaya konulmasının önemli olduğunu söyledim” demiş.

AKP genel başkanı ayrıca Putin’i tekrar Türkiye’ye davet ettiğini Ankara veya İstanbul’da bir zirve de önerdiğini ifade etmiş.

Bütün bu temaslar iyi güzel de halk olarak bunlarla ilgili hiçbir bir bilgimiz yok.

Muhalefetin bilgisi de yok.

Erdoğan Putin’i adeta azarlar gibi konuştuğunu anlatıyor ama Putin’in kendisine ne cevap verdiğini söylemiyor.

Sahi Erdoğan’ın “Ukrayna’ya girmeni doğru bulmuyoruz” sözüne Putin ne cevap vermiş olabilir acaba?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Şimdi ortaya çıktı, meğer Atatürk sahneleri rahatsız etmiş


Senaryosu çok daha değişik olabilirdi.

Benim ilgimi çeker böyle zaman yolculuklu filmler.

Ama bu filmlerde o çok uzun yıllar arasındaki zıtlıklar iyi işlenirse hoşuma gidiyor.

“Pera Palas’ta Gece Yarısı” dizisini ben de izliyorum.

Senaryo biraz zayıf, bugünün “fırlama” bir genç kızının 1919 İstanbulundaki tutum ve davranışları iyi işlenmemiş.

Çünkü o “fırlama” günümüz kızı aslında çok zeki ve akıllı, üstelik belli ki yakın tarihi de biliyor, bu nedenle 100 yıl geri gittiğinde ilk şaşkınlığını üzerinden çabuk atması ve çok daha hızlı adapte olması gerekirdi.

Tabii senaryo ilk 4 bölümde biraz dağınık gibi olsa da sanıyorum diğer bölümlerde bunu kapatabilirler.

Zaten kapatamazlarsa dizi başladığı gibi söner gider.

Üzerindeki tartışmalara gelince.

Ahmet Hakan bana göre çok “vahşi” bir yazı yazdı, genç sanatçının oyun performansından “nefret ettiğini” belirtti.

Genç bir sinema/dizi oyuncusuna bu kadar ağır yüklenmek olmaz.

Ancak karşılıklı cevap atışmaları olunca Ahmet Hakan’ın neden bu kadar öfkeli olduğunu fark ettim.

Çünkü Ahmet Hakan sadece Hazal Kaya’nın oyunculuğundan nefret etmemiş, dizinin kendisinden nefret etmiş.

Şöyle söylüyor bunu; “İlkokul müsamerelerinin bile altında bir havada işlemişler Atatürk’ü. Senaryo saçma, bağlantılar kopuk, mantık hataları gırla... Atatürk’ü öveceğiz diye resmen olayları karikatürize etmişler.

Eskilerin bir lafı vardır; “Şimdi anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi” diye. Cuk oturur bu yazıya.

Bu arada “nefret” etmeyi bırakın bu dizideki Hazal Kaya’yı çok sevdim. Ancak bu sanatçıda anlamadığım bir şey var. Bazı anlarda bir tablo gibi çok güzel görünürken bazı sahnelerde ise hantal bir görünümü var. Çekimden mi acaba bilemedim.

OKURDAN MESAJ

Devlet hastanelerinde göz muayenesi olmak mucize işi


Beylerbeyi’nden de çok yakından tanıdığım okurlarımdan birine rastladım önceki gün.

“Hani hastaneleri çok övüyorlar ya, valla ne derlerse desinler işler hiç de anlattıkları gibi değil” dedi.

Belli ki başına rahatsız edici bir şey gelmiş.

“Ne oldu?” diye sordum.

“Uzun zamandır gözlerimdeki rahatsızlığı göstermek için doktora gitmek istiyorum ama ne mümkün” diye söze girdi.

Sonra da anlattı; “Günlerdir Alo 182’den Anadolu yakasındaki hastanelerden göz randevusu almak için çabalıyorum. Ama açan yok. Geçen hafta İzmit’e gidip geldik, 182 kilometre boyunca defalarca aradığım halde açan olmadı. Tam İstanbul’a girerken, Ataşehir’in oradayken nihayet açıldı telefon ama randevu yok.”

İşin tuhafı daha sonra bizzat gitmiş yakındaki bir hastaneye aylarca göz randevusun veremediklerini söylemişler, oradaki bir görevli yardımcı olmuş, 15 Mart’ta Şile’deki hastanede boş bir saat varmış oradan randevu alınabilirmiş.

Okurum “Şile’ye giderken gelirken yakacağım benzin parasına özel hastaneye giderim, sigortanın ödemediği bölümü öderim, bizi bu hale düşürenler utansın” diyerek yanımdan uzaklaştı.