Korkusuz
Can Ataklı

Gezi davasının çökmesi gerek

ANALİZ

Gezi davasının çökmesi gerek


Gezi davası bittiği günden beri çok dikkatimi çeken bir nokta var.

Bu dava ile ilgili iddianamenin “Davacılar” bölümünde şu isimler var;

Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Ali Babacan, Beşir Atalay, Bekir Bozdağ, Emrullah İşler, Binali Yıldırım, Muammer Güler, Ahmet Davutoğlu ve 746 müşteki.

Sanıklar ise şöyle; TMMOB Mimarlar Odası Kentleşme, Afet Komitesi ve Çevre Etki Değerlendirme Kurulu üyesi ve Gezi eylemleri sırasında Erdoğan ile görüşen heyette yer alan Mücella Yapıcı, tiyatro-sinema-dizi oyuncusu ve Mehmet Ali Alabora’nın eski eşi Ayşe Pınar Öğün, sinemacı ve gazeteci Çiğdem Mater Utku, Anadolu Kültür A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Ali Hakan Altınay, sinemacı ve reklamcı Mine Özerden, Taksim Dayanışması Üyesi Avukat Şerafettin Can Atalay, Taksim Dayanışması üyesi ve TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube eski  Yönetim Kurulu Başkanı akademisyen Tayfun Kahraman ve sivil toplum aktivisti İnanç Ekmekçi.

Ayrıca bir de yurtdışında olan sanıklar var ki, bunların durumu ayrı bir dosyaya aktarılmış.

O isimler de şöyle; Gazeteci Can Dündar, tiyatro oyuncusu ve yönetmeni Mehmet Ali Alabora, Açık Toplum Vakfı Türkiye Temsilcisi Gökçe Yılmaz Handan, roman-araştırma-tiyatro yazarı Handan Meltem Arıkan, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Koordinatörü Hanzade Hikmet Germiyanoğlu.

Gezi davasının akıl dışı cezalarla bitmesinden sonra Deva Partisi Genel Başkanı, Gezi olayları sırasında Erdoğan hükümetinde bakan olarak yer alan Ali Babacan “Ben bu davada davacı olmadım; kimse bana sormadı, adımı yazmışlar” dedi.

Bunun üzerine başta Ahmet Davutoğlu olmak üzere, “davacı” olarak görünen diğer isimlere yönelik açık soru sordum: “Sizler davacı mıydınız, davacı olduğunuzu biliyor muydunuz?”

Cevap gelmedi.

Önceki gün gazeteci dostum Ali Tarakçı kendi YouTube kanalında Ahmet Davutoğlu’nu ağırlayacağını söyleyerek “Görüntülü birkaç soru gönderebilir misin?” diye sordu.

Ben de üç soru sordum, bunlardan biri “Siz neden Gezi Davasında davacı oldunuz, ama kararları eleştirdiniz, o halde niye davacı olmaktan vazgeçmediniz?” şeklindeydi.

Davutoğlu verdiği cevapta “davacı olmadığını, kimsenin kendisine bunu sormadığı, verilen cezalara da asla katılmadığını” söyledi.

Dün tanıdığım ve bilgisine güvendiğim hukukçulara “Bu davadaki bakanların çoğunluğu davacı olmaktan vazgeçtiklerini açıklarlarsa ne olur?” diye sordum.

Aldığım cevaplar çok ilginç.

Hepsini sıralıyorum şimdi.

1. Kamu davasında davacı olmaz. Ancak şikayetçi veya müdahil olunabilir.

2. Mahkeme heyeti, şikayetçiye şikâyetçi olup olmadığını sorar. Şikayetçi ya şikâyetinin devam ettiğini ya da vazgeçtiğini söyler ve mahkemedeki işi biter.

3. Mahkeme şikayetçi olana müdahil olmak isteyip istemediğini sorar, kişi müdahil olmak isterse davaya devam edilir.

4. Kamu davalarında yazılı belge vermeyen hiç kimse şikayetçi veya müdahil olarak yazılamaz.

Aldığım cevaplardan anladığım şu: Bu dava baştan yanlış. Mahkeme usule ve hukuka aykırı biçimde kimseden izin almadan bakanları davacı olarak yazmış.

Bir hukukçu “Müdahil veya şikayetçi yazabilmesi için belge alması gerek, ama bu olmayınca savcı kendi kafasından bakanları davacı olarak yazmış iddianameye ki bu zaten olmaz. Muhtemelen davayı hükümeti devirme suçuna çevirebilmek için bakanların adını yazmışlar. Aksi takdirde bu kadar ağır ceza vermeleri mümkün olamazdı” dedi.

Elbette hukukçu değilim ama hukukçuların verdiği bu bilgiler ışığında bu davanın esastan çökmüş olması gerekmiyor mu?

Yargıtay aşamasında bu ayrıntının dikkate alınacağını sanıyorum.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Saray, sansüründe çıta çok yükseldi


Sarayın sansür sopası gibi çalışan RTÜK, 4 televizyona “en üst sınırdan” ceza kesti.

Hangi kanallar?

FLASH Haber, KRT, TELE 1 ve KRT.

Böylelikle benim de ana haberlerini sunduğum FLASH Haber, ilk kez RTÜK’ün cezasına maruz kalmış oldu.

Peki gerekçe ne?

Hepsi de araştırmacı, soruşturmacı, eleştiren, soru soran medya niteliğinde olan bu 4 kanal gezi davasının bittiği gün, adliye önünde tepki gösteren milletvekilleri Ahmet Şık ve Özgür Özel’in konuşmalarını yayınladı ya, işte bu RTÜK’e göre suç niteliğindeymiş.

Akıl alır gibi değil bu suçlama ve verilen ceza.

Anlamadığım bir nokta daha var.

Saray medyasının yazılı tarafı gerek Ahmet Şık’ın gerekse Özgür Özel’in adliye önünde yaptıkları konuşmaları aynen yazarak yayınladı.

Bu durumda demek ki bu kişilerin sözleri kendi seslerinden ve görüntülü yayınlanırsa suç teşkil ediyor ama aynı sözler yazılı olarak kağıda dökülürse suç oluşmuyor.

RTÜK artık tamamen iktidarın sopası gibi çalıştığı için yayınlarda suç olup olmamasına hiç bakmadan sadece başkanının hoşuna gitmiyorsa ağır cezalar verilebiliyor.

Böylelikle RTÜK mahkemelerin ve hatta parlamentonun üstünde bir güç olarak sansür çıtasını istediği kadar yükseğe çıkarabiliyor.

BUNU YAZMAK GEREK

RTÜK, yargının da üstünde bir kurum haline geldi


Hemen her hafta sarayın güdümünde olmayan, gerçekten gazetecilik yapmaya çalışan, soran, sorgulayan, eleştiren televizyon kanallarına ağır cezalar yağdırılıyor.

Bu cezaların aslında tamamen RTÜK Başkanı ve sarayın düşüncelerine göre verildiğini herkes biliyor.

Ama elbette buna bir yasal kılıf bulunuyor.

Nitekim en son 4 kanala birden verilen en üst seviyeden cezanın yasal gerekçesi 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesi ilk fıkrası (ç) bendinde bulunmuş.

Bu maddede “yayınlar kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez” deniyor.

RTÜK yasasının en hastalıklı maddelerinden biri bu bana göre.

Çünkü bu tür konular şikayete bağlı dava konularıdır.

Yani eğer biri benim hakkında eleştiri sınırlarını aşan ve küçük düşürücü sözler ediyorsa bu kişiyi dava ederim, dava açılır mahkeme safahatı yürür ve sonuç alınır.

Oysa RTÜK tamamen kendi başına hakaret ve küçük düşürme yargısına vararak mahkemeleri tamamen devre dışı bırakıp ceza kesmekte ve infazını da aynı anda yapmaktadır.

OKURDAN MESAJ

Kılıçdaroğlu’nu eski başbakan sanan taksici


Okurlarımdan biri bir takside yaşadıklarını anlatmış.

Son zamanlarda çok sık rastladığımız bir konu aslında.

Hani her şeyden şikayet edip edip sonra da “Peki bunların sorumlusu kim?” diye sorulduğunda “CeHaPe, Kılıçdaroğlu” diyenler var ya, işte onun gibi.

Gelin birlikte okuyalım;

“Yenikapı’dan taksiye bindik. Taksi şoförü ile konuşmaya başladıkça koyu AKP taraftarı olduğunu anladık. Çocukken hastalık geçirmiş tedavi olmuş iyileşmiş falan... Ama, Kılıçdaroğlu’nu kötülüyor da kötülüyor. Aslında elle tutulur somut bir şeyde söylediği de yok... Konuşma ilerledikçe şoförün

Kılıçdaroğlunu eski başbakan zannettiğini anladık. Biraz alaycı bir üslubum vardır. “Delikanlı  Kılıçdaroğlu Başbakanken tedavi olmuşsun daha ne istiyorsun” dedim. Bu çıkışa biraz şaşırdı... Ama SSK onun zamanında zarar etmiş, PKK’lıları SSK’ya sokmuş gibi bir şeyler söyledi...

Tam inerken “Bak delikanlı dedim... Kılıçdaroğlu hiç başbakanlık yapmadı... Kılıçdaroğlu, SSK Genel Müdürü’ydü. Onun zamanında tedavi olmuş ve iyileşmişsin bu haksızlık ve vefasızlık değil mi?” dedim. Alt dudağı düştü. “Yalan söylüyorsun!” der gibi yüzüme şaşkın şaşkın baktı...

YOUTUBE GÜNLÜĞÜ


Bugünkü canlı sohbetimde Ahmet Davutoğlu’na sorduğum görüntülü soruları ve aldığım cevapları yayınlayacağım. Elbette ağırlıklı olarak Gezi davasındaki “davacı” skandalını irdeleyeceğim.

https://www.youtube.com/channel/UCT2Bh5Xd5NLMnO69_QW2UKg