Korkusuz
Ümit Zileli

Gazeteciliğin bir kez daha yargılanmasına başlandı!..

Ben artık sayısını bile şaşırdım!

Cumhuriyet tarihinde, gazeteciler birçok kez yargılandı, içeri atıldı, gazeteler kapatıldı... Özellikle Demokrat Parti’nin son yıllarında cezaevleri gazetecilerin adeta ikinci adresi haline gelmişti! İçeri atılan yazarların köşesinin ya da sansürlenen haberlerinin yer aldığı birinci sayfaların boş bırakılması da o tarihlerde başlamıştı!

Gazeteciler, yazarlar ve aydınların İstanbul’da en çok tıkıldığı hapishane Sultanahmet Cezaevi’ydi; kısa süre sonra o cezaevi şu isimle anılmaya başlandı:

-İstanbul Hilton!

Özellikle 12 Mart ara rejimi sırasında, 12 Eylül karşı devrimi esnasında olan hep aynı üçlüye oldu; hapisler, işkenceler, kapama cezaları aydınların, yazarların, gazetecilerin kaderi sayıldı, içeriden takma isimlerle köşe yazanlar bile oldu!

Ancak, 18 yıllık AKP iktidarı dönemi, Cumhuriyet tarihinin tüm dönemlerine adeta rahmet okuttu! Hele 2008 kumpaslarından itibaren Türkiye, yalnızca yukarıda saydığım üçlü için değil, iktidar gibi düşünmeyen milyonlaca insan için de karabasan ülkesi konumuna evrildi! İktidar, övünecek başka bir şey bulamadı, “lüks otel” ayarında yüzlerce yeni cezaevi yapmakla övünür hale geldi!..

Türkiye, bugün cezaevlerinde en çok gazeteci bulunduran ülkeler arasında açık ara ön sıraya yükselmiş bir ülke olarak gösteriliyor. Sultanahmet Cezaevi kapatılıp, beş yıldızlı otele çevrildiği için, yeni “İstanbul Hilton” lakabı da Silivri Cezaevi’ne kaldı!..

Haa, unutmadan, iktidar “Adalet Saraylarını” da unutmadı; İstanbul’un iki yakasına, Ankara’ya  Avrupa’nın, dünyanın en devasa saraylarını da yaptırdı!..

-İşte onların en büyüğü olan İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde dün gazeteciliğin bir kez daha yargılanmasına başlandı!..

“Atatürk devrimlerini rehber edinmiş Kemalist Türk genciyim!”


OdaTv’den sevgili kardeşlerim Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Yeniçağ gazetesinden sevgili arkadaşım, kardeşim Murat Ağırel, Yeni Yaşam gazetesinden Aydın Keser ve Ferhat Çelik  “MİT şehitlerine ait haber yapmak” suçlamasıyla tutuklanmışlar ve 4 aydır tecrit altında iddianameyi ve dava gününü bekliyorlardı!

Haklarında 50 sayfalık bir iddianame düzenlendi; tüm namuslu, yasaları iyi bilen hukukçuların ortak kanısı, bu iddianamenin bırakın suçlama yapmayı, hiçbir şey anlatmadığı, anlatamadığı yönündeydi!

Sonunda dün 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmalarına başlandı. Diğer bir deyişle bu 6 arkadaşımız, peşin peşin 4 ay içeride yatırılmış oldu! Mahkeme salonuna dimdik girdiler. Savunmalarını vermeye başladılar.

Bu savunmaların tamamına kolayca ulaşabilirsiniz; ben yalnızca birkaç önemli noktaya değineceğim... İlk savunmayı Murat Ağırel yaptı. Daha konuşmasının başlangıcında niçin gazeteci olduğunu ve kimliğini şu sözlerle ortaya koydu:

-Bütün yaşamımı hain yapılar ile işbirliği halindeki çeteler, taşeron terör örgütleri ve yoksul halkın alın teri ile oluşturulmuş kamu kaynaklarını yağmalayan, yolsuzluk yapan kişilerle mücadele içinde geçti. Bundan sonra da böyle olacaktır. Ben Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini kendine rehber edinmiş Kemalist bir Türk genciyim!

Yukarıda da belirtim, iddianame “sanıklar devletin (MİT’in) gizli kalması, açıklanmaması gereken sırlarının ifşa edildiğini” ileri sürüyordu...

Sanık avukatı Celal Ülgen, bu durumda 6 Ocak 2020’de “Libya’da birkaç şehidimiz var” diyerek ilk açıklamayı “tane hesabıyla” yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu davada yargılanması gerekir” diyerek iddianameyi daha başında etkisiz hale getirdi!

Diğer bir anlatımla, iddianame daha baştan “hiç” konumuna gerilemişti!

Hepsi çıkacak yine yazacak!


Aslında işin traji-komik tarafı şuydu:

Bu haber, Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından sonra medyada, sosyal medyada defalarca paylaşılmış, TBMM’de İYİ Parti Milletvekili Ümit Özdağ tarafından kürsüde anlatılmış, şehit MİT mensubunun adı ve fotoğrafıyla sosyal medyada başsağlığı mesajları yayımlanmış, Manisa’da cenaze töreni düzenlenmiş, MİT Başkanı’ndan çelenk bile gönderilmişti!

Şu anda 4 aydır tutuklu bulunan, dün yargılaması başlayan sanıklardan hiçbirisi ise, ne şehidin ne de yakınlarının adını, görüntüsünü yayınlamıştı!..

Yani, diyeceğim o ki, suçlamaların “elle tutulur yanı yok!” Bunu yalnızca ben değil, önde gelen hukuk duayenleri bile söylüyor..

Bu satırlar yazıldığı sırada Hülya Kılınç, dördüncü sanık olarak savunmasını yapıyordu. Daha sırada iki Barış’ın savunmaları var. Genel kanı, bugün bir “ara karar” çıkmayacağı yönünde ancak ben yine de umut etmek istiyorum:

-Tutuklulukları vicdanları yaralayan 6 gazetecinin tahliye edilmesi gerçekleşecektir!

Onlar, başları dimdik çıkacak, halkın haber alma hakkını gözeten haberlerini, yazılarını yazmaya devam edecek...

-Tarih, soysuzları yazdığı gibi, soylu insanların korkusuz fazilet ve haysiyet mücadelelerini de anlatır!..