Türkiye’de cinsiyetçilik doğumla başlamaz, doğmadan başlar. Daha bebek anne karnındayken “Kız mı, erkek mi?” diye sorarlar, ona göre sevinirler. Kız çocuklarına sessizlik, itaat, namus öğretilir; erkek çocuklarına özgüven, söz hakkı, cesaret. Aynı evin içinde iki farklı dünya kurulur.
Ev işlerinde kardeşler arasında roller bellidir. Kız çocuğu mutfağa, ev işlerine yardım eder; erkek çocuk televizyon karşısında uzanır, “Annem veya kardeşim işleri yapar nasılsa” diye düşünür ve kimse bunu garipsemez. Çünkü bu sadece ev içi görev dağılımı değil, hayat için provadır.
Okul çağına gelindiğinde, kız çocuklarının yalnız dışarı çıkmaması, adabıyla oturması beklenir. Erkek çocuklar daha serbesttir; hem istedikleri gibi dışarı çıkarlar hem de yaramazlık onların hakkıdır.
Sonra bu çocuklar büyür. Toplum bu ayrımı o kadar içselleştirmiştir ki, kadın bir başarı kazandığında şaşkınlıkla “kadın başına başarmış” denir. Erkek başarısız olduğunda bile “kısmet değilmiş” diyerek sırtı sıvazlanır.
★★★
İngiltere’de yapılan bir araştırmada, ebeveynlerden çocuklarının zeka seviyesini tahmin etmeleri isteniyor. Kız çocukları genellikle daha erken konuşmalarına, daha geniş bir kelime dağarcığına sahip olmalarına ve anaokulundan üniversiteye kadar birçok akademik alanda erkekleri geride bırakmalarına rağmen, ebeveynler erkek çocuklarının IQ’sunu ortalama 115, kız çocuklarınınkini ise yalnızca 107 olarak tahmin ediyor. Gözünüze küçük gibi görünse de aradaki fark, istatistiksel olarak oldukça büyük. Üstelik bu yanıtlar yalnızca babalara ait değil; hem anneler hem babalar kızlarının başarısı ne olursa olsun, oğullarının kızlarından daha zeki olduğuna inanma eğilimindeler.
Aynı araştırmacılar, bu sefer yetişkin erkek ve kadınlara kendi IQ’larını tahmin etmelerini istediklerinde erkekler kendilerini ortalama 110, kadınlarsa yalnızca 105 olarak değerlendiriyor.
Yani erkek çocuklar daha çok küçük yaşlardan itibaren kızlardan daha zeki oldukları önyargısını bilinçaltında içselleştirerek büyüyorlar. Kız çocuklarıysa bilinçaltında erkeklerden daha az zeki oldukları düşünerek büyüyorlar.
★★★
Bu ezber, çocuklukta başlayıp yetişkinliğe taşınıyor. Dünyanın birçok yerinde toplumsal cinsiyet rolleri öyle derin kazılmış ki zihinlere, hiçbir bilimsel veri olmamasına rağmen kadınlar bile kendi zekalarını küçümsüyor, erkeklerse üstünlüklerini sorgulamadan kabulleniyor. Oysa bilimsel olarak kadınlarla erkekler arasında genel IQ seviyelerinde bir fark yok. Kadınlarla erkekler arasında yetenekler farklılık gösterebilir; örneğin, erkekler mekansal algıda, kadınlar dil becerilerinde öne çıkabilir. Ama zekanın kendisi, cinsiyetle değil, fırsatla şekillenmekte ve gelişmekte.
Bu cinsiyetçi bakış sadece bireyleri değil, toplumun ilerlemesini de yavaşlatmakta. Çünkü kızlara “olmaz” denilen her yerde, aslında bir potansiyelin önüne duvar örülüyor. Erkeklere “sen hata yapmazsın” denilen her yerde, onların da duygusal gelişimi köreltiliyor.
Bu döngüyü kırmak için önce aileden başlamak gerekiyor. Evde eşitlik varsa, okulda da olur, işte de olur. Çünkü bir kız çocuğuna “yapabilirsin” denildiğinde bir gelecek değişir.
Dev olmak tesadüf değil, tercihtir
Bir ülke nasıl dev olur?
Asıl mesele kalabalık olmak değil, nereye varmak istediğindir. Çin bunu yaptı. Önce Batı’nın atölyesi oldu. Ucuz iş gücüyle başkalarının ürünlerini üretti; üretirken öğrendi. Sonra kendi markalarını çıkardı. Sadece montaj yapmaktan vazgeçti, teknoloji üretmeye başladı.
Bugün dünyada neye dokunsan “Made in China.” Ama mesele etiket değil. Mesele, Çin’in kendi oyununu kurması. Kendi tren yollarını, kendi yapay zekasını, kendi uydularını üretmesi. Sadece ekonomisini değil, zihniyetini de dönüştürdü.
Ve bugün Çin sadece ekonomik değil, politik olarak da bir güç.
Çin bunu nasıl başardı? Kalkınmanın fabrikalardan önce sınıflarda başladığını çok iyi biliyordu. Bu yüzden eğitime yatırım yaptı. Bizim “büyüyünce öğrenir” dediğimiz şeyleri, onlar üç yaşından itibaren öğretmeye başlıyor.
Anaokulundan üniversiteye kadar sistematik, sıkı, bazen sert ama hedefe odaklı bir eğitim modeli kurdu. Çocuklarına sadece bilgiyi değil, disiplini, sorumluluğu ve mücadeleyi öğretti. Çünkü Çin, üreten bir ülke olmak istiyorsa, önce düşünen çocuklar yetiştirmesi gerektiğini biliyordu.
Kalemle başlayan yol, çip üretimine kadar gitti.
Kısacası, Çin dev olmadı; dev olmayı seçti. Planladı. Sabretti. Üretti. Tesadüf değil, tercih meselesi bu.