Korkusuz
Can Ataklı

Davutoğlu’na da Fetullah Gülen muamelesi yapıyorlar

ANALİZ

Davutoğlu’na da Fetullah Gülen muamelesi yapıyorlar


Hayli uzun zamandır AKP’de bazı çatlamalar olabileceği söyleniyor.

Ancak şu ana kadar kamuoyunda heyecan yaratacak bir gelişme yaşanmadı.

Zaten bizzat Erdoğan tarafından tasfiye edilen Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi isimler, AKP’ye rakip partiler kurmaya çalışıyorlar.

Yeni partiler konusu ortaya ilk çıktığında ilginç hesaplar yapılıyordu.

Örneğin Ali Babacan’ın kuracağı partiye AKP’den 60 kadar milletvekilinin geçeceği ileri sürülüyordu.

Aynı şekilde Ahmet Davutoğlu’nun partisine geçecek milletvekili sayısı da 30-40 olarak ifade ediliyordu.

Ahmet Davutoğlu partisini kurdu.

Şu ana kadar AKP’den bu partiye bir geçiş yok.

Babacan ise partisini bir türlü kuramıyor.

Böyle olması kamuoyunda “Dağ fare mi doğurdu? Bu isimlerden bir şey çıkmayacak” duygusunun oluşmasına yol açıyor.

Ancak gariptir, kamuoyunda bir heyecan dalgası olmazken, saraydan panik havası yükseliyor.

Erdoğan, ara sıra da olsa partiden ayrılan ve yeni partileşme çabası içinde olanları eleştiriyor, bunlara prim verilmemesi gerektiğini söylüyor ve en önemlisi bu yola sapacaklarla derin hesaplaşmalar yapacağı mesajlarını veriyor.

Bununla da yetinmeyen saray, Ahmet Davutoğlu’na karşı sert bir atağa bile kalktı.

Gelişmeleri izleyince Ahmet Davutoğlu’na da Fetullah Gülen muamelesi yapılmaya başladığını düşünüyorum.

Hatırlayın, iktidarla cemaatin arası açılmaya başladığında Erdoğan, Fetullah Gülen’in üzerine “para gücünü kullanarak” yürümüştü.

Cemaatin dershaneleri ilk hedefti.

Ardından cemaate destek veren iş insanlarının şirketlerine yönelik maliye operasyonları başlamıştı.

Böylelikle cemaatin maddi desteklerinin kesilmesi amaçlanıyordu.

Şimdi de Ahmet Davutoğu’nun üzerine benzer yöntemle gidiliyor.

Önce Davutoğlu’nun kurucusu olduğu Şehir Üniversitesi’ne el konuldu.

Ardından yine Davutoğlu’nun çok etkin olduğu Bilim ve Sanat Vakfı’na da kayyum atandı.

Anlaşıldığı kadarıyla Şehir Üniversitesi de bu vakıf da Davutoğlu için ciddi bir maddi kaynaktı.

Saray, zamanında cemaate nasıl mali darbe vurulduysa, şimdi de Davutoğlu’na böyle darbeler vurmaya çalışıyor.

Burada anladığım nokta şu: Dışarıdan bakan bizlere göre, Davutoğlu şu ana kadar AKP’ye ve Erdoğan’a zarar verecek gibi görünmedi. Ama saray buna rağmen Davutoğlu’nu iyice sindirmeye çalışıyorsa demek ki bizim bilmediğimiz biçimde gücünden endişe ediyor.

Tabii aklıma şu da geliyor: Erdoğan, Davutoğlu’nun fazla varlık gösteremeyeceğini biliyor.  Ama “ihaneti affetmeyen bir karakteri olduğuna” da inanıyor ve kendisine zarar versin vermesin, Davutoğlu’na iyi bir dayak atmak istiyor.

Giderek ikinci şıkkın daha etkili olduğuna inanıyorum.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Ali Babacan, partisini neden kuramıyor?


Siyasette aslında heyecan verici gelişmeler olmuyor. Saray, gündemi hep belirleyen güçte olunca diğer gelişmeler ve eylemler gölgede kalıyor.

Biraz heyecan vermesi beklenen konu, AKP’de etkili olup olmayacağı henüz pek belli olmayan yeni partilerin ortaya çıkması olabilir.

Ahmet Davutoğlu biraz daha cevval davranıp partisini kurdu.

Ancak bu partinin şimdilik bir heyecan yaratmadığı görülüyor.

Tabii saray panik halinde Ahmet Davutoğlu’nun üzerine gitmeyi sürdürürse, hiç belli olmaz Gelecek Partisi alternatif olma yolunda kendisine bir kapı bulabilir.

Siyasi çevrelerde, “Davutoğlu’nun partisi mi, yoksa Ali Babacan’ın partisi mi?” sorusuna daha ziyade “Babacan daha şanslı” cevapları geliyor genellikle.

Sanıyorum kamuoyundaki beklenti de bu yönde.

Davutoğlu’nun partisi ile ilgili fazla iyimser yorum duymadım şu ana kadar sokaklarda.

Buna karşı Babacan’a da bir destek görmüyorum ama bu konuda başka bir yorumun hakim olduğunu görüyorum.

Pek çok kişi, “Babacan, uluslararası piyasaların adamı. Bu nedenle Amerika ve Batı, Erdoğan’dan vazgeçerse destekleyecekleri kişi Babacan’dır” diyor.

Gerçi Babacan da henüz bir varlık göstermedi.

Her ne kadar güçlü bir ekip kurduğu, arkasında da Abdullah Gül olduğu söyleniyorsa da parti ufukta görünmedi bir türlü.

Kim bilir belki Babacan ve Gül, sarayla pazarlıklar yapıyordur.

Ya da umduğu desteği alamadığı için partiyi açıklamaya cesaret edemiyordur.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Hafter’e hakaretler sallamanın bir anlamı yok


İktidar, hemen her dış konuda olduğu gibi, Libya konusunda da yine fahiş hatalar yaparak Türkiye’yi zora soktu.

Libya’ya asker göndermeye kalkan AKP iktidarı, Berlin’de, Birleşmiş Milletler’in duvarına çarptı.

Zirvede “Libya’ya kimse asker göndermeyecek, parasıyla ya da yardım amaçlı silah sevkiyatı da yapılmayacak” kararı çıkarıldı ve bu Erdoğan’a da imzalatıldı.

Bunun da ötesinde AKP iktidarının “darbeci, gayrimeşru saydığı iç savaşın taraflarından Hafter’e de belli bir meşruiyet” tanındı.

Tabii bu konuda hayli sıkıntıya giren iktidar, şimdi yandaş tetikçi medya aracılığı ile iç kamuoyunda algı yaratmaya çalışıyor.

Öncelikle Libya’daki başarısızlıktan hiç söz edilmezken, marifetmiş gibi General Hafter’e hakaretler ediliyor.

İsminin önüne “Darbeci, terörist, hain” sıfatları eklenen Hafter’in, “skandal açıklamalar yaptığı, haddini aştığı, kendisine gününün gösterileceği” manşetleri atılıyor.

Oysa bunların hiçbir anlamı yok.

Üstüne yandaş yalaka medya bunların dünyada görülmediğini sanıyor. Oysa görülüyor ve komik duruma düşüyoruz.

Gerçek durum şudur; General Hafter artık Libya’da meşru taraflardan biridir. Türkiye, mevcut yönetime desteğini çekmeden ve gönderdiği askeri personeli geri çekmeden ateşkese yanaşmayacaktır. Trablus ve çevresini her türlü uçuşa kapatmıştır.

AKP iktidarının, Suriye’deki iç savaşa balıklama daldığında ne kadar yanlış yaptığını defalarca anlattık, hiç dinlemedi, 10 yıl sonra “Hata yapmışız” dedi.

Libya’daki hatayı da dilerim 10 yıl geçtikten sonra anlamazlar.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

İşin peşini bırakmazsanız sonuç alıyorsunuz


Bir izleyicim Tele1’deki yorumlarımda, İstanbul’daki bazı taksicilerin “gidilecek yer seçmesi” üzerine yaptığım eleştiriler üzerine başından geçen bir olayı anlatmış.

Foça’da yaşadığını söyleyen izleyicim, son İstanbul seyahatinde Ortaköy’den Maçka’ya gitmek için bir taksi durdurmuş.

Ancak şoför, yoğun trafik olduğunu ve o bölgeye gitmeyeceğini söylemiş.

İzleyicim, şoförle olan diyaloğunun bir kısmını cep telefonuna kaydetmiş, ayrıca taksinin plakasını ve taksicinin de fotoğrafını çekmiş.

İzmir’e döndükten sonra konuşma kaydını ve fotoğrafları, olay yeri gün ve tarihi ile birlikte hem İBB’nin Beyaz Masa’sına hem de Şoför Esnaf Odası’na taahhütlü mektupla gönderip şikayette bulunmuş.

Yaklaşık bir hafta sonra Şoför Esnaf Odası Başkanı’ndan bir telefon almış.

Başkan, şikayet nedeniyle önce gayet nazik bir şekilde teşekkür ettikten sonra bu davranışta bulunan şoförün ve aracın sahibinin de yanında olduğunu, onların da yaşanan olaydan dolayı çok üzgün olduklarını, özür dilediklerini, haklarında hem para cezası hem de kayda geçmesi için tutanak tutulduğunu anlatmış.

Oda başkanı, ardından bu şikayetin, İBB’ye de yapılıp yapılmadığını sormuş.

İzleyicim “Oraya da yapıldı” deyince, oda başkanı “O halde lütfen İBB’yi de arayıp sizi aradığımızı, özür dilediğimizi ve şoför hakkında işlem yaptığımızı söyler misiniz?” ricasında bulunmuş.

İzleyicim, daha bu telefonu açmadan İBB’den aranmış bile.

İBB’deki yetkili, bu şoförün daha önce de bu tür şikayetlere uğradığını, kendisine yüklü ceza yazıldığını, bir süre trafiğe çıkmama cezasına da çarptırıldığını bildirmiş ve bunun yazılı olarak adresine gönderileceğini söylemiş.

İzleyicim, “Sonuç olarak” demiş ve eklemiş; “Vatandaş olarak ‘Aman sen de kim uğraşacak onunla şimdi’ demeden; gerekli yerlere, gerektiği şekilde kanıtlarla şikayetçi olmamız gerektiği bilincine varmalıyız.”

Doğrusu bu tabii. Vatandaş olarak her alanda haklarımız var ve bunları yılmadan savunursak her zaman sonuç alabiliriz.

BUNU YAZMAK GEREK

Kanal İstanbul hakkında bazı basit rakamlar


Uzun yıllar Toprak Mahsülleri Ofisi Genel Müdürlüğü yapan Ahmet Özgüneş’ten, Kanal İstanbul’la ilgili aydınlatıcı bir mesaj aldım.

Özgüneş, görevi gereği milyonlarca ton gemi nakliyatı yaptırmış bir bürokrat olduğunu belirterek, Kanal İstanbul’la ilgili bazı rakamsal bilgiler vermiş.

Şöyle yazmış Ahmet Özgüneş:

1- Boğaz’dan yılda takriben 42 bin gemi geçiyor. Bu gemilerin, Boğaz dışında bekleme süresi ortalama bir gün. Kanal İstanbul’un yapıldığını ve bazı gemilerin oradan geçtiğini varsayarsak, bu bekleme süresi daha da azalacaktır.

2- Boyu 150 metre veya üzeri olan büyük gemiler, kanaldan geçmek istemeyecektir. Dar ve akıntısı olan bir kanalda büyük gemilerin kaza yapma ihtimali yüksektir. Dolayısıyla yüksek sigorta ödemek, yüklerini zamanında teslim edememek, hatta yük kaybına uğramak gibi problemlerle karşılaşma durumları vardır.

3- İyimser bir tahminle, küçük (5-10 bin ton) veya orta boy gemilerden 20 bininin kanaldan geçtiğini ve para ödediğini varsayalım. Hangi gemiler kanaldan beklemeden geçmek ister? Bekleyince sürstarya (gecikme tazminatı) ödeme durumunda olanlar. Bu durumda kanal ücreti bir günlük sürstarya miktarından düşük olmalıdır ki gemiler bu kanalı kullanmak istesinler. Günlük sürstarya, küçük tonajlarda bin dolar, 50 bin tona kadar olan gemilerde 10 bin dolar civarında değişir. Kanal ücretini en fazla ortalama beş bin dolara getirmelisiniz ki, gemiler buradan geçsin. Bu durumda yıllık brüt gelir 5000 çarpı 20 bin; bu da eşittir 100 milyon dolar olur.

4- Yaptığım hesap iyimserdir. Yılda 100 milyon dolar brüt (net 80 milyon dolar olabilir) getiren bir projeye, 15 milyar dolar harcamanın fizibilitesi yoktur. Bu gelir, 15 milyar doların faizini dahi karşılamaz.

Selam ve iyi dileklerimle.