Korkusuz
Can Ataklı

CNN yetmez, tümüne ambargo olmalı

ÖNERİ

CNN yetmez, tümüne ambargo olmalı


Eğer CHP son anda tutumundan vazgeçmezse Türkiye’de bir ilk gerçekleşecek.

İlk kez bir muhalefet partisi, bir medya kuruluşunu boykot edecek.

CHP, Demirören Grubu’na geçen CNN TÜRK’e hiçbir CHP’linin çıkmaması yönünde karar aldı.

Konu, partinin Merkez Yönetim Kurulu toplantısında alındı.

Buna göre; CHP seçmenine de CNN TÜRK’ü izlememe çağrısı yapacak.

Boykotun kesinleşmesi halinde CNN TÜRK’e çıkan CHP’liler hakkında da disiplin süreci işletilecek.

CHP, bu boykot kararı ile birlikte CNN TÜRK’ü, CNN International’a şikayet etmeye de karar verdi.

CHP’li yöneticilere göre; CNN TÜRK’ün iktidar tetikçisi haline gelen A Haber’den hiç farkı kalmadı.

Aslına bakarsanız, CHP böyle bir karar almakta bana göre çok gecikti.

Çünkü iktidarın tabancası gibi davranan televizyon kanalları, CHP’li yetkilileri ya da muhalif olan isimleri sadece “Bakın biz herkese söz hakkı veriyoruz” demek amacıyla ekrana davet ediyor.

Ancak kurulan denge, muhalif kesimlerden seçilen isimler, her seferinde muhalefetin aleyhine oluyor.

Böylelikle iktidar sözcüleri ve hatta tetikçileri, diledikleri gibi at oynatabiliyor.

Muhalefet adına ekranlarda konuşmaya çalışanlar da zaman zaman yetersiz kalınca kamuoyu bu kez de çapsız, niteliksiz bir muhalefet olduğu konusunda ikna edilmeye çalışılıyor.

Bu nedenle CHP’nin milletvekillerine ve yöneticilerine getireceği yasaktan sonra muhalif olan isimlere de çağrı yapması gerekir.

Ayrıca bu boykot sadece CNN TÜRK ile sınırlı kalmamalı.

CHP, iktidar kanadındaki tüm kanallardan ve bunların diğer organlarından çekilmeli, hiçbir şekilde bu medyalarda yer almamalı.

CHP, boykotun çapını genişletecek formüler de bularak muhalif tüm isimlerin başta CNN TÜRK olmak üzere iktidar yanlısı ve çoğu kez de tetikçisi durumuna düşen medyaya çıkmamalarını tavsiye etmeli.

Bugün kamuoyunun önemli bölümü, muhalif isimlerin birer figüran gibi yandaş kanallara çıkmasından çok rahatsız oluyor.

Çoğu iyi niyetli olsa bile, muhalif isimler bu kanallarda ya tuzağa düşürülüyor ve saçma sapan polemiklere sürükleniyor ya da sayısal üstünlük sağlanarak muhalif isimlerin daha az konuşması sağlanıyor.

Çapsız, bilgisiz ve cahil ama cehaletin cesaretiyle saldırgan olan iktidar yandaşları, muhalif isimlerin yıpranmasına ve hatta kamuoyundaki itibarlarının düşmesine de neden oluyor.

Muhalif isimler çoğu kez günün konusunu konuşmak yerine, tetikçilerin yarattığı kavga ortamı nedeniyle ilgisiz ayrıntılara dalıyor ve kafa karıştırıcı durumuna düşüyor.

Sonuç olarak CHP’nin, CNN TÜRK boykotu kararı mutlaka çok etkili olacaktır.

Bu boykotun genişletilmesi, diğer kanallara da sirayet etmesi ama en önemlisi tüm muhalif isimlerin bu boykota katılması, demokrasinin hatırlatılması açısından çok yararlı olacaktır.

CHP’li yöneticiler, ekrana çıkma boykotunun yanı sıra pek sevdikleri “yandaş-tetikçi” yazarları arama ve dertlerini onlara anlatma huyundan da vazgeçmelidir artık.

BUNU YAZMAK GEREK

Bu savaşçı zihniyet, Türkiye’yi uzun süre taşıyamaz


Salı günkü Meclis toplantısını yurt dışında olduğu için yapamayan AKP Genel Başkanı, dün partisinin grubunda esti gürledi.

Kime esti gürledi?

Esad’a ve Suriye’ye.

Buna karşı Rusya ve Amerika’ya fazla laf dokundurmadı.

Bu da Erdoğan’ın yeni stratejisinin öncelikle Amerika’yı fazla kızdırmamak, Rusya’nın da üzerine fazla gitmemek olduğunu gösteriyor.

Ancak Amerika ve Rusya ile fazla sorun yaşamamak, Suriye ile ilişkilerde kesin galebe çalınacağı anlamına gelmez.

Hatta tam tersine Erdoğan, Amerika ve Rusya ile iyi geçindiğini zannederken Suriye’de içinden çıkamayacağı bir batağa saplanabilir.

Gerçi şu an zaten batağın içine girmiş durumda ama kurtulma şansı var, aksi halde bu da olmayacaktır.

Erdoğan’ın dünkü konuşmasına bakınca, bir gün önce söylediği çok sert sözlere sanki bir düzeltme gereği hissetmiş gibi görünüyor.

Bir gün önce uçakta söyledikleri kağıttan okunmamıştı muhtemelen.

Ama dünkü konuşma, başkaları tarafından yazılmış bir konuşma olduğu için daha formel hale getirildiği görülüyor.

Örneğin Erdoğan, Suriye’ye asker sokmasına gerekçe olarak Suriye hükümetiyle 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı’nı hatırlatıyor.

Erdoğan, “Bizim elimizde kapı gibi Adana Mutabakatı anlaşması var ve biz bu anlaşmanın gereği oradayız” dedikten sonra “Fırat Kalkanı Harekatı, DEAŞ’a karşı yapılan tek ciddi operasyondur. Şubat ayı içinde rejimin gözlem noktalarımızın gerisine çekilmesi umut ediyoruz” diye devam ediyor ama vurucu cümleyi sonra söylüyor;
“Rejim bunu yapmazsa Türkiye Cumhuriyeti bu işi bizzat yapmak mecburiyetinde kalacaktır. Rejimin ihlalleri, muhalif grupların ihlallerinden katbekat fazladır. Dost unsurlara havadan ve karadan yapılan her saldırı, kaynağına bakılmaksızın misliyle cevaplandırılacaktır. Madem İdlib’deki askerlerimizin güvenliği sağlanamıyor, bunu bizzat yapma hakkımıza kimse itiraz edemez.”

Böylelikle Amerika ve Rusya hedef alınmıyor ama bu söylem ve zihniyet “savaşçı” bir nitelik taşıyor ve Erdoğan’ın bu yükü çok uzun süre taşıması mümkün değildir.

Bu zihniyetle Türkiye’nin başının çok büyük sıkıntılara girebileceğini söylemek kehanet olmaz.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

İdlib tarafından hangi teröristlerle mücadele ediyoruz?


Sizler anlıyor musunuz, çünkü ben anlamıyorum.

Erdoğan, İdlib’deki durum hakkında konuşurken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin burada terörle mücadele ettiğini söylüyor.

Ama sözlerinden anladığımız kadarıyla Erdoğan sadece PKK teröründen söz ediyor.

Çünkü Erdoğan’a göre DEAŞ dediği IŞİD ve türevleri bölgede çok az kaldı. Buna karşı İdlib ve çevresinden Türkiye’ye yönelik bir PKK terörü tehlikesi sürüyor ve bu tehlike bitene kadar Türk askeri Suriye topraklarından çıkmayacak.

“Suriye’de ABD, İran, Avrupa ülkeleri, Körfez ülkelerinden bazıları, PKK terör örgütü, az da olsa DEAŞ kalıntılar var. Velhasıl Suriye’de herkes var. Elbette Türkiye de var” diyen Erdoğan, “Buna karşı Suriye’de sadece Türkiye’nin varlığından rahatsızlık duyuluyor” dedikten sonra ekliyor;

“Biz dertliyiz ya. Bunların böyle bir derdi var mı? Hiçbirinin böyle bir derdi yok. Onlarında derdi acaba biz bu PKK’yı daha fazla nasıl silahlandırırız? Öyle silahlandıralım ki bunlar Türkiye’ye karşı ayakta dursunlar.”

Demek ki Erdoğan İdlib’deki durumumuzun eleştirilmesini Batı ülkelerinin PKK hayranlığına bağlıyor.

Oysa bu bölgede PKK pek kalmadı, kalmış olsa bile varlık gösterecek güçte değil.

Erdoğan, bu bölgede olmayan bir PKK tehdidine karşı Suriye topraklarındaki maceraya devam edeceğini açıklıyor ama hemen biraz daha Doğu’daki duruma hiç ses çıkarmıyor.

AKP iktidarına göre, PKK’nın devamı niteliğindeki terör örgütü PYD, burada Amerika’dan aldığı olağanüstü yardımlar sonucu 200 bin kişilik bir ordu kurdu ve hemen sınırımızın birkaç kilometre ötesinde duruyor.

PYD’ye karşı hiçbir şey yapılamazken İdlib’de olmayan PKK’ya karşı mücadele adı altında, Suriye ordusu ile savaşmaya kalkışmanın anlamsız olduğunu düşünen sadece ben değilimdir herhalde.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Erdoğan, Esad devrilene kadar orduyu geri çekmeyecek


Bir gün önce hem Amerika’yı hem Rusya’yı kızdırdığını düşünen Erdoğan, dün bu görüşünden tamamen çark etti.

Erdoğan, Suriye’deki tek hedefinin Esad olduğunu dün açık biçimde ilan etti.

“Türkiye’nin, Suriye topraklarında kalmak gibi bir amacı yoktur” diyen Erdoğan, “Ne zaman halkını temsil eden bir yönetim gelir, terör örgütlerinden temizlenir, Suriye’ye istikrar gelir, Türkiye’nin Suriye’de işi kalmaz. Suriye’nin siyasi istikrarı ve toprak bütünlüğü ne kadar çabuk sağlanırsa bizim işimiz de o zaman biter” diye devam etti.

Buradan açık biçimde görülüyor ki, geçen yıllar Erdoğan’ın görüşünde milim değişikliğe neden olmamış.

Bundan 9 yıl önce de Erdoğan’ın hedefi Esad’ı devirmekti, bugün de aynı şeyi istiyor.

Ancak şu gerçeği de unutmamak gerek.

AKP iktidarının “derin stratejisine göre” Suriye Devlet Başkanı Esad 9 yıl önce devrilecekti.

Ama olmadı.

Olmadığı gibi Esad daha da güçlendi.

Ordusuyla birlikte neredeyse Türkiye’nin sınırına kadar dayandı.

Şimdi Erdoğan belli ki bir şans daha yakaladığına inanıyor.

Bu furyada Esad’ı hallederse çok iyi de ya bunu başaramazsa ve Esad yine ayakta kalırsa ne olacak?

Sırf bu yanlış “stratejik derinlik” nedeniyle daha kaç vatan evladımızı “şehit” diyerek bağrımıza basmak zorunda kalacağımızı bilen var mı?