Korkusuz
Can Ataklı

Bu gazetecilerin onuru yok mu?

ANALİZ

Bu gazetecilerin onuru yok mu?


Hayli zamandır yazıyorum ve iddia ediyorum.

Diyorum ki “Artık cumhurbaşkanının uçağına alınan gazeteciler sadece fotoğraf çektiriyorlar, soru sormuyorlar bile.”

Sonra da gazetelerde yayınlanan soru cevapları görünce ekliyorum; “Elbette uçakta değilim ama, bana kalırsa aslında soru sorulmuyor, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı bir iki dakika içinde fotoğraf çekildikten sonra gazetecileri Erdoğan’ın yanından uzaklaştırıyor, uçaktan inerken hepsine birer ‘sorduğunuz sorular ve aldığınız cevaplar biraz Anadolu Ajansı tarafından size ulaştırılacak, bunları aynen yayınlayın’ talimatı veriyor. Gazeteciler de bu talimata uyarak AA’dan gelecek metni bekliyorlar ve sonra kendi çalıştıkları kurumlara veriyorlar”

Bugüne kadar kimse bu iddiama karşı bir şey söylemedi.

Soru sorulmadığını nereden anlıyorum.

Onu da anlatmıştım daha önce.

Eskiden bu tür gezilerde cumhurbaşkanı/başbakan ile mutlaka tek tek fotoğraf da olurdu.

Her gazeteci hangi soruyu sorduysa kendi gazetesinde bunu öne çıkarırdı.

Böylelikle gazetelerin başlıkları da farklı olurdu.

Oysa Erdoğan’la geziye giden gazetecilerin hiçbiri “Bu soruyu ben sordum” demiyor.

Çünkü öyle bir soru yok.

Hepsi hazır veriliyor, bu durumda kimse soru sormamış olduğu için hiçbir gazeteci de “Bu soru benim sorumdu” diye ortaya çıkamıyor.

Erdoğan’ın son Türkmenistan gezisinde ise bütün bunları aşan çok daha vahim ve aynı oranda komik bir durum yaşandı.

Erdoğan 15 Aralık günü Türkmenistan’dan dönerken “güya” gazetecilerin sorularını cevaplamıştı.

Ancak ondan bir gün önce 14 Aralık’ta İBB başkanı Ekrem İmamoğlu “YSK üyelerine hakaret ettiği” iddiasıyla hapse mahkum edilmiş bir de üstüne siyaset yasağı konmuştu.

İmamoğlu 14 Aralık günü halkı Saraçhane’ye davet etmiş ve görkemli bir miting yapmıştı.

Ertesi gün, 15 Aralık’ta ise Saraçhane’ye bu kez 6’lı masanın liderleri de gelmişler ve ikinci bir görkemli miting düzenlemişlerdi.

O sırada Erdoğan Türkmenistan’dan dönen uçaktaydı ve kendisi dahil herkes bu durumu biliyordu.

Ama Erdoğan’a sorulan! sorular ve verilen cevaplar! arasında bu konu hiç yoktu.

Bu mesleğin doğasına aykırı bir durumdu.

Bu kadar önemli bir gelişmeyi gazeteciler nasıl olur da sormazlardı?

İsmail Saymaz iki gün sonra bu konuya açıklık getiren bir yazı yazdı.

Buna göre gazeteciler bu soruyu sormuşlardı ve cevabını da almışlardı.

Buna karşı tam uçaktan inileceği sırada Erdoğan’ın danışmanları duruma müdahale etmişler ve “Bu bölüm yayınlamayacak” talimatı vermişlerdi.

Bana kalırsa soru cevap olmadığı için böyle bir sorunun sorulmuş olması zor zordu.

Ancak bir ihtimal fotoğraf çekilirken bir gazeteci korkusunu yenip “Efendim İmamoğlu’nun durumu ile bir şey söyleyecek misiniz?” diye sormuş olabilir.

Erdoğan da boş bulunup bir cevap vermiştir herhalde.

Ama sonra “Şimdi bunun zamanı değil” diye düşünmüş olmalılar ki sansür getirmişler.

Şimdi gelelim konunun en can alıcı noktasına.

İsmail Saymaz bunu yazdı, pek çok haber birimi de bunu yayınladı.

Ancak ne gariptir ki, o geziye götürülen gazetecilerin hiçbiri bir açıklama yapmadı.

Bu nasıl gazeteciliktir, bu nasıl meslek ahlakıdır ve en önemlisi bu nasıl bir onurdu böyle?

Bu iktidar her şeyin içini boşaltırken gazetecilik mesleğinin de içini boşalttı.

Hiçbir yeteneği, bilgisi, kültürü, nitelikli yaşam biçimi olmayan bir sürü insan gazeteci kisvesi altında piyasaya sürüldü.

Çok acıklı bir durum.

Bİ SORALIM BAKALIM

Erdoğan’ı davet eden Katar Şeyhi Arjantin devlet başkanını neden davet etmedi?


Katar’daki dünya kupası finaline Erdoğan’ın dev A-330 uçağı, makam ve koruma araçları için de iki askeri kargo uçağı ile gitmesi eleştirilere neden oldu.

Sadece birkaç saatlik gezi için bu kadar para harcanmasını pek içlerine sindiremeyen AKP’nin yandaşları ilginç bir savunma bulmuşlar.

Diyorlar ki “Erdoğan final maçına Katar Şeyhinin davetlisi olarak gitti.”

Davet olunca para harcanmamış olduğunu kastetmek istiyorlar besbelli.

İyi de Katar Şeyhi Erdoğan’ın bütün masraflarını da mı üstlendi?

Ayrıca takımı dünya kupasına katılma hakkı bile olmayan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı finale davet edilirken, finali oynayan takımlardan biri olan Arjantin’in devlet başkanı neden davet edilmedi?

“Erdoğan kendi gitmedi ki, davetliydi” diye saçma sapan yorumlar yapanlar bunu düşünmüşler midir acaba?

SORDUM ÖĞRENDİM

İşte gazetecilerin uçakta Erdoğan’a “güya” sordukları sorular


Hem hapse mahkûm edilen hem de siyaset yasağı konan İBB başkanı Ekrem İmamoğlu ile ilgili Erdoğan’a tek soru soramayan sözde gazetecilerin ne sorduklarını öğrenmek istedim.

Bu konuda tek kaynak Anadolu Ajansı.

Çünkü güya sorulmuş olan sorular ve cevapları uçakla götürülen gazetecilere verilen tam metni öğrenmek istedim.

Bakın bu gazeteci denilen kişiler adına Erdoğan’a neler sorulmuş; (hepsini koymadım)

- Son yıllarda Türk dünyasının birlik ve beraberliğinin yeni bir siyasi ufuk haline geldiğini, yapılan ziyaretler ve atılan somut adımlarla görüyoruz. Geleceğe yönelik birlik ve beraberliği geliştirecek farklı adımların atılması bekleniyor mu?




- Çocuk istismarı bahanesiyle CHP’nin 28 Şubat’ı hatırlatan bir tavır içerisinde olduğunu görüyoruz. (Yoruma bakar mısınız?) Muhafazakâr kesimi rencide eden, hatta tehdit eden bir dil kullanıyorlar. Aynı zamanda altılı masada 28 Şubat’ın savunucuları ile mağdurları oturuyorlar. Bu, onlar arasındaki makası da açıyor. Siz CHP’nin bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun için 28 Şubat zihniyetinin bir kalıntısıdır ya da oylarına talip oldukları muhafazakâr kesime karşı yaptıkları takiyenin bir göstergesidir denilebilir mi?

- Almanya’da darbe girişimi şüphesiyle bir grup insan tutuklandı. Terör örgütü nitelemesi yaptılar ve darbe girişimi soruşturması açıldı. Fakat Türkiye’de olanlarla kıyaslanacak bir durum orada gözükmüyor şu anda. Bunu yapan bir ülke aynı zamanda hem terör örgütü PKK’yı hem de darbeci terör örgütü FETÖ’yü aynı anda ülkesinde barındırıyor. (Kurulan bağlantı harika! değil mi?) Bu haberi duyduğunuzda ne hissettiniz? Almanya biraz Türkiye ile empati yapar diye düşündünüz mü, beklentiniz var mı?

- Bir çocuğun 6 yaşında yaşadığı iddia edilen olay hepimizin vicdanını sızlattı. Çocuklara olan hassasiyetinizi ve bu konuda tavizsiz olduğunuzu biliyoruz. (Bilmedikleri yok.) Bu suçlara yönelik daha caydırıcı cezalar ve çocukları koruma noktasında bir eylem planı ortaya konabilir mi?

- Tarihi bir seçime gidiyoruz. Yasaklarla mücadele etmiş bir lider olarak sizce kız çocuklarının eğitim durumu, kadınların toplumdaki, siyasetteki yeri istediğiniz seviyeye ulaştı mı? Bir de kadınlar üzerinden siyaset yapanlara (Kim bunlar?) bir mesajınız olacak mı?”

Size bir şey diyeyim mi; Hiçbir gerçek gazeteci böyle soru sormaz. Sorula bile bunlar ancak teke tek yapılan ve derinlikli bir içerik taşıması istenen özel röportajlarda sorulabilir.

Hele muhalefeti suçlayan, hatta alay eden biçimde cümleler kurup sonra bunu soru gibi sunmak ise olacak iş değildir.

YENİ ÖĞRENDİM

Demirtaş 6’lı masanın elini rahatlattı


İktidarın ve yandaşlarının “HDP ile kurulacak her ilişki teröre hizmettir” türündeki ağır baskıları sonucu muhalefet HDP ile ciddi bir görüş alışverişi yapamıyor biliyorsunuz.

Gerçi bu hava biraz dağılıyor.

HDP’nin bir eski milletvekilinin polis tarafından tokatlanması ve eş başkanın bile kendi parti binasına girememesi üzerine başta CHP genel başkanı Kılıçodaroğlu olmak üzere 6’lı masanın üyelerinden tepkiler geldi.

Hapisteki Selahattin Demirtaş ise yaptığı açıklama ile muhalefetin elini biraz da olsa rahatlattı.

Demirtaş tek taraflı olarak “Erdoğan ve iktidarına karşı demokrasiyi ve hukuku kurtarmak için herkesin elbirliği ile yürümesi gerektiğini” söyledi.

Yaptığı paylaşımda “kucaklaşma” önerisinde bulunan Demirtaş “Stratejik açıdan dünyanın en çok yetkiye sahip koltuğu almak için seçime gidiyoruz. Hepimizin amacı, bu makamı gerçek sahibine yani halka teslim etmek olmalıdır. İsimler üzerinden tartışma yürütmek, belirttiğim amaçtan sapmak anlamına gelir” dedi.

HDP’nin eski eş başkanı bu kritik döneme yetki veya koltuk paylaşımı olarak bakmanın tarihi fırsatı heba etmek olduğunu belirterek şu saptamada bulundu; “Türkiye Cumhuriyeti hepimizindir, dolayısıyla hepimiz sorumluluk alarak halkın yararı için fedakârlık yapmakla görevliyiz.

Koltuk hayallerinin değil, özgürlük ideallerinin peşinde koşmak halka karşı onur borcumuzdur. Artık kısır tartışmalara son verip canla başla çalışmak gerekir. Şimdi dışlama değil, ilkeler etrafında buluşma ve kucaklaşma zamanıdır.”

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Vural Paşa için ne ordudan ne de emekli komutanlardan bir kişi bile başsağlığı dilememiş


Bir intikam davası olarak sürdürülen ve 14 emekli generale ağır hapis cezalarının verildiği 28 Şubat davası mahkumlarından emekli korgeneral Vural Avar cezaevinde vefat etti biliyorsunuz.

85 yaşındaki Vural Avar, 20 gün kadar önce banyoda yere düşüp kaburga kemiklerini kırmıştı.

Bir hafta önce ise hastaneye götürülen Vural Paşa için doktorlar “Ne yaşı ne sağlığı hapishanede kalmasına engel değildir” diye rapor düzenlemişlerdi.

İntikam duyguları ile vicdan yoksunluğu böyle bir sonuç veriyor ne yazık.

Dün Vural Avar’ın aile yakınları ile görüştüm.

Hem çok üzgündüler hem de şaşkındılar.

Çünkü Vural Avar için ne halen görevdeki subaylardan ne de emekli olanlardan biri kişi bile arayıp baş sağlığı dilememiş aileye.

Bu nasıl bir korkudur, bu nasıl bir karakterdir anlayamıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri ve özellikle komuta konseyinin bu kadar vefasız davranması bana göre ibret verici bir durumdur.