Korkusuz
Can Ataklı

Boğaz’da bir gemi kazası ancak kaptan isterse yaşanır

BUNU YAZMAK GEREK

Boğaz’da bir gemi kazası ancak kaptan isterse yaşanır


Kanal İstanbul’u haklı göstermek isteyen iktidarın, akılda en kalıcı olabilecek argümanı “Boğaz’da yaşanan gemi kazaları” olabilir belki.

Ancak bu da gerçek değil.

Nedenini anlatayım.

Geçen hafta, en güçlü olduğu dönemde ANAP’ta İstanbul İl Başkanlığı da yapan Mecit Yılmaz’a uğradım Anadolu Kavağı’ndaki mekanında.

Tam da kazanın olduğu gündü.

“Olacak iş değil” dedi Mecit Bey, “Boğaz’da kaza olması mümkün değil, ancak kaptan isterse olur.”

Tabii şaşırdım. Gerçi Mecit Yılmaz tam bir denizci, kimsenin teknesi olmadığı yıllarda bile denizlere açılan bir tutkun.

“Niye?” diye sordum.

“İstanbul Boğazı’nın gemi trafiği kontrolü en yeni teknoloji ile yapılıyor. Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Güven Erkaya’nın hazırladığı proje ve Mesut Yılmaz’ın desteği ile kurulmuştu bu sistem” dedikten sonra anlattı;

“İstanbul Boğazı’nın birçok yerinde beyaz kuleler görüyorsun ya, işte onlar Boğaz’ın girişinden Çanakkale’ye kadar olan bütün trafiği denetliyor. Onlardan habersiz kuş uçması mümkün değil. Devlet aklıyla yapılan Montrö Antlaşması sayesinde, Boğazlar’ın kontrolü bizde. Rahmetli Erkaya’nın hazırladığı bu sistemle; gemilerin ve Boğaz trafiğini istediği kadar yavaşlatıp durdurma, tehlikeli tanker geçişlerini romörk kontrolüne alma, Boğaz dışında bekletme, gümrük kontrolü, acente hizmetleri, varsa hastalara müdahale hatta karantina altına alınması sağlanmıştır. Bugün İstanbul Boğazı’nda tek taraflı gemi seyrü seferi yapılmaktadır. O yüzden çarpışma kazaları sıfıra inmiştir.”

Kazaların sıfıra indiğini söylemesi üzerine Mecit Yılmaz’ın sözünü kestim, “Tamam bugünkü kaza çok belli ki kasıtlı, ama bir süre önce Kanlıca’da bir yalıya çarptı bir gemi?” dedim.

Mecit Bey güldü, “O kaptanın bilgisizliğinden” dedi ve o kazayı şöyle tanımladı;

“Geminin dümeni kilitlenmiş. Bu durumda hemen demir atılır, nitekim kılavuz kaptan demir atılması talimatını veriyor. Ama geminin kaptanı tornistan ile durduracağını düşünüyor. Hesap hatası yapıyor. Yoksa o kazanın da olması mümkün değildi.”

Eski ANAP’lı siyasetçi Mecit Yılmaz, “Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın da Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın da hakkı yenmez” dedikten sonra “Kurulan sistemle, Montrö’yü bahane ederek Türkiye’nin yeterli güvenliği sağlayamadığını iddia edebilecek ülkelerin önü kesilmiş oldu. Hani Amerikalıların Montrö’yü delmek için çabaladıkları anlatılıyor ya işte o hayal bu sistemle tamamen ortadan kaldırılmıştı” diye konuştu.

Mecit Yılmaz son olarak da “Boğazlar’ın güvenli olmadığını ileri süren yarım akıllılara aldırmamak gerek. Bilgileri yok ama fikirleri hep var bunların” dedi.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Akar’ın sınıra gitmesi, beklenmedik sonuçların habercisi olabilir


Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ı, tüm bakanlar arasında en çok dikkatimi çeken bakan olarak ayrı tuttuğumu yazmıştım bir süre önce.

Çünkü Akar diğer bakanların aksine “daha farklı” bir üslup içinde.

Gerçi konumu belki bunu gerektiriyor ama Akar’ın bazı temasları ve bunlarla ilgili açıklamaları bana göre çok dikkat çekici.

Örneğin Milli Savunma Bakanı, hafta sonunda yanına Genelkurmay Başkanı’nı ve diğer komutanları da alarak Suriye sınırına gitti.

Burada yaptığı konuşmada İdlib’teki gözlem noktalarını asla terk etmeyeceğimizi söyledi.

Akar ayrıca buradaki askerlerimize bir taciz olması halinde karşılık verme emri verildiğini de söyledi.

İdlib’de, Rusya ve İran’la varılan Soçi Anlaşması çerçevesinde asker bulunduruyoruz.

Bu anlaşmaya göre; AKP iktidarına düşen, bölgedeki IŞİD militanlarını etkisiz hale getirmek ve bölgeyi terörden arındırmak.

Ancak Suriye ve Rusya’ya göre, AKP iktidarı bu görevi yerine tam getirmiyor.

Rusya ile bu konuda aramız biraz limoni duruma gelmişken Akar’ın, “İdlib’ten çekilmeyiz, gerekirse de ateş açarız” sözlerini nereye koymak gerek bilemiyorum.

Şimdi üstüne bir de Libya krizi ekleniyor.

Akar bu konuda da “Bize verilen emri yerine getiririz” dedi.

Boşuna “Akar’ı dikkatle izliyorum” demiyorum ki.

ÇOK GÜLDÜM

Bir de küçük fıkra


Yılbaşı demek Milli Piyango ve büyük ikramiye demek aynı zamanda.

Gerçi son yıllarda Milli Piyango’nun da suyu çıktı biliyorsunuz.

Neyse konumuz bu değil, sadece ikramiye ile ilgili bölümü.

Adamın biri, her gece dua ediyormuş Allah’a.

“Yarabbim” diyormuş, “Yalvarıyorum sana, yılbaşındaki büyük ikramiye bana çıksın.”

Bir yıl, iki yıl, derken 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl sürmüş bu dua.

Bir gün meleklerden biri baş meleğe, “Efendim” demiş ezile büzüle, “Şu kul tam 30 yıldır yalvarıyor, yüce Rabbimize bir hatırlatsanız, belki bu kadar ısrarcı kulunun dileğini yerine getirir.”

Baş melek çatmış kaşlarını; “Yıllardır biliyorum o kulun dualarını” demiş biraz da öfkelenerek; “Ama bir kere bile bilet almadı ki.”

BUNU YAZMAK GEREK

En güzeli evde oturup karşılamak yeni yılı


Bugün yılın son günü.

2019’u bitiriyoruz.

Çok sıkıntılı geçti aslında bu yıl.

Ekonomik olarak hayli inişli çıkışlı dönemler yaşadık.

Buna karşı Türkiye’nin yüzünü güldüren, milyonlara nefes aldıran, umutlandıran yerel seçimler yapıldı.

Ne kadar da renkliydi değil mi bu seçimler?

Yıllardır bir yolunu bulup seçim kazanmayı ve sonra da “Atı alan Üsküdar’ı geçti” demeyi pek seven iktidar, 31 Mart’ta fena morardı.

Aynı anda Ankara, Adana, Mersin, Antalya elinden uçup gitti.

İstanbul’da gitmişti gitmesine ama “Nasıl olur?” dediler; “Onca hazırlık yapmıştık, sandık başkanlarına kadar her şey ayarlanmıştı, geri kalmamız mümkün değil, CeHaPe zihniyeti mutlaka bir şey yapmıştır” mantığı ile Seçim Kurulu’na emir verdiler ve tarihimizde görülmemiş biçimde bir daha seçim yaptırdılar.

Çok da iyi oldu.

İlk seçimde sadece 13 bin oy fark vardı ikincisi yapılınca fark 800 bine çıktı.

Erdoğan, muhtemelen hâlâ ne olduğunu anlamadığı için geçenlerde “Bir şekilde belediye başkanlığını kazandılar ama İstanbul’u biz kazandık aslında, belediye meclisi bizde” deyiverdi.

Güldük tabii haliyle.

Böyle bir yıldı işte.

Bugün de son gün.

Akşama yılbaşını kutlayacağız.

Bana sorarsanız ne yapacağımı; bu yıl yine evdeyiz.

Yaparız güzel yemeklerimizi, biraz televizyon, biraz belki gelen gidenlerle sohbet, hooop girmişiz yeni yıla.

Şimdiden hepinize kutlu olsun yeni yıl.

Herkese temennim şu; “Bu yıl herkes neden kurtulmak istiyorsa kurtulur inşallah.”

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Putin’le Libya görüşmesi nasıl geçecek?


Yeni yılla birlikte “çok önemli” gelişmeler yaşayacağız.

Öncelikle başımızda bir “Libya” sorunu var artık.

İktidar sanki Suriye’den hiç ders almamış gibi burnunu bu kez de Libya’daki iç savaşa sokmak istiyor.

AKP Genel Başkanı, Libya’ya asker göndereceğini söyledi.

Tabii “Gönderiyorum” demekle olmuyor bu iş.

“Formalite icabı” Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de onay vermesi gerekiyor.

CHP, İYİ Parti ve HDP sanıyorum “ret” oyu verecekler.

Buna karşı AKP ve MHP milletvekilleri saraydan gelen talimata uyarak Libya’ya asker gönderilmesine onay verecekler.

Yine iş bitmiş olmayacak.

Çünkü gönderilecek askerlerin ineceği yer yok.

Bu nedenle komşu ülkelerden birinde konuşlanması gerekecektir.

Mısır olmayacağına göre bu konudaki tek ülke Tunus. Ancak Tunus böyle bir maceraya girer mi, orası da meçhul.

Her ne kadar Erdoğan, ani bir Tunus gezisi yaptıysa da beklediği sonucu aldı mı, bu açıklanmadı henüz.

Belki “tek sorunumuz bu olsa” diye düşünmek gerek.

Rusya bu bölgede AKP iktidarının hoşlanmadığı, İhvancılara karşı olan Hafter güçlerini destekliyor.

Hatta bu nedenle Libya topraklarında gayrı resmi operasyonlar da yapıyor.

Ocak ayının başında, Erdoğan-Putin görüşmesi var.

İstanbul’da gerçekleşecek bu toplantıda Türkiye’nin Libya politikası görüşülecek.

İdlib’de Türkiye’den şikayet etmeye başlayan Rusya lideri Putin, muhtemelen Libya konusunda da baskıcı davranacaktır.

Amerika’ya inat, Rusya ile iyi geçinmek istenirken, bir de bakmışsınız Rusya ile daha beter hale gelmişiz.

Yeni yıl neler getirecek neler.