Korkusuz
Can Ataklı

Biz de milletteniz ama bilmiyoruz Ahmet Bey

BUNU YAZMAK GEREK

Biz de milletteniz ama bilmiyoruz Ahmet Bey


İktidar partisinde kavga kızışıyor.

Görünen o ki Erdoğan’ın siniri, soğukkanlılığının önüne geçmeye başladı.

Önceleri fazla önemsemediği ve tehlike olarak görmediği bazı muhalif isimlerden artık korkmaya başladığı anlaşılıyor.

Son günlerde Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Abdullah Gül gibi isimlere yönelik suçlamaları bunun örneği.

Erdoğan, bu isimlerin yolsuzluk yaptığını söyleyecek kadar öfke içinde.

Erdoğan öfkelenip yine bildik hakaretlere başlayınca karşı taraf da durmuyor.

Tabii bu AKP’li kesimin kavgaya girmesi çok ilginç sonuçlar verebilir.

Çünkü elbette birbirlerinin her şeyini biliyorlar.

Yani bir taraf “ifşaatta” bulunmaya başladığı an, diğer tarafın söyleyeceklerine de hazır olmalı.

Ancak şu anda asıl kavga henüz başlamış görünüyor.

Ahmet Davutoğlu, “Bunlar Halkbank’ı dolandırdılar” suçlamasına karşı, şimdilik temkinli açıklamada bulundu.

Erdoğan’ın başbakanlığa oturttuktan sonra, bir gece ansızın azlettiği Ahmet Davutoğlu, hakkındaki iddiaların asılsız olduğunu söyleyerek başladı kendini savunmaya.

Sosyal medya üzerinden üç sayfalık bir açıklama yapan, “Bu hem üniversiteye yönelen husumetin altında gerçek niyeti hem de devlet düzenimizin gelmiş olduğu durumu bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir” dedi her ne demekse.

Açıkçası ben pek anlamadım.

Ama Davutoğlu’nun asıl anlamadığım, daha doğrusu bilmediğim için yorum yapamadığım cümleleri şöyle;

“Kimin nereye savrulduğunu, kamu kaynaklarının hangi amaçla nasıl kullanıldığını, servet oluşturma bakımından kimin nasıl statü değiştirdiğini milletimiz daha iyi bilir.”

Davutoğlu “milletimiz” dediğine göre, bunun içinde ben de varım.

Ama inanın bu iktidar döneminde “servet oluşturma bakımından kimin statü değiştirdiğini” gerçekten bilmiyorum, hayır işin kötüsü hukuki nedenlerle tahminde de bulunamıyorum.

Öyle ya; biri hakkında tahminde bulunur da yanılırsam bu bir tür suç olacaktır?

Bunun ötesinde kimin nesi var bilmiyoruz.

Önemli isimler açısından bakarsak, bildiğimiz ise son derece mütevazı servetler.

Ama belli ki AKP’liler kendi içlerinde kimin nasıl ve ne gibi numaralarla zenginleşip sınıf atladığını, statülerini yenilediğini pek iyi biliyor.

Keşke “milletten, sadece kendilerini anlamasalar” da bizim de anlayabileceğimiz biçimde açıklamalar yapsalar.

Milletin geri kalanı da gerçekleri öğrense.

ŞAŞIRDIM

Amerika’dan sonra Davutoğlu da “mal varlığı” dedi


Bana mı tuhaf geliyor sadece bilemiyorum.

Ancak öyle sanıyorum ki Amerikan Temsilciler Meclisi’nde, Erdoğan’ın mal varlığının araştırılmasının istenmesi çok önemli bir şey.

Çünkü bugüne kadar hiçbir Türk yönetici veya siyasetçi ve de devlet adamı için böyle aşağılayıcı bir talepte bulunulmamıştı.

Konu Erdoğan’ın “mal varlığının ne olduğu” değildir asla.

Bunun bir yabancı ülkede dile getirilmesi ve bir şantaj aracı olarak kullanılmasıdır.

Türkiye’de pek çok kişi “dışarıya karşı birlik beraberlik ruhu” edebiyatı yapabilir bu durumda ama önemli olan bir Türk devlet adamının mal varlığının dış dünyada dile düşmesidir.

Muhalefet belli ki “milli birlik ve beraberlik içinde olmama” korkusuyla bu konuya hiç girmiyor bile.

Muhalefetten kimse ağzını açmıyor.

Ama durum AKP içindeki savaşta öyle değil.

Onlar muhalefet gibi çekingen değiller.

Ahmet Davutoğlu, açıkça Erdoğan’ı kastederek ortaya yepyeni bir mal varlığı tartışması attı.

Azledilmiş Başbakanlardan Ahmet Davutoğlu, eski partisinin Genel Başkanı Erdoğan’ın kendisine yönelik ağır suçlamalarına cevap verirken “Halk Bankası hakkında açılan tartışmayı anlamlı buluyorum. Bugün bir milat olmalıdır” dedikten sonra hayatta olan tüm başbakan ve cumhurbaşkanlarının kendileri ve ailelerinin mal varlıklarının araştırılmasını talep etti.

Şimdi bazı kişiler, “Davutoğlu, kendi mal varlığında bir artış olmadığını göstermek için öyle bir talepte bulunuyor” diyebilirler.

Ama öyle değil işte.

Davutoğlu, diğer başbakan ve cumhurbaşkanlarını işin içine katıyorsanız, demek ki en azından bazılarının servetlerinde aşırı yükselmeler olduğunu tahmin ediyorsunuz demektir.

Bu kavga daha çok büyüyecek inanın.

KOMİK

Dışişleri, çocuk gibi davranıyor


Önce şu haberi okumanızı rica ediyorum;

“Dışişleri Bakanlığı, Fransa’da bulunan ve Fransa’ya seyahat edecek Türk vatandaşlarının ülkedeki olumsuz koşulları dikkate almaları ve seyahatlerini bu doğrultuda planlamaları uyarısında bulundu.”

Biliyorsunuz Fransa’da hafta sonu genel grev vardı.

Başta Paris olmak üzere, ülkenin pek çok önemli kentinde hayat durma noktasına gelirken, çıkan olaylarda birçok kişi yaralandı, birçok iş yeri de hasar gördü. Bakanlık da bu olaylara karşı, kendi vatandaşlarını uyarıyor. Ne var bunda değil mi? Aslında bir şey yok da çok komik.

Çünkü bu uyarılar iyi niyetle, Türk vatandaşlarını korumak için yapılmıyor. Dışişleri Bakanı, kendince Fransa’ya ayar vermeye çalışıyor. Benzer olaylar Türkiye’de olunca Amerika ve bazı Avrupa ülkeleri kendi vatandaşlarını dikkatli olmaları yolunda uyarıyor ya, Çavuşoğlu da “Bizim onlardan ne eksiğimiz var, biz de süper ülkeyiz” diyerek böyle açıklamalar yapıyor.

Ne Fransa’nın ne başka bir ülkenin bunu ciddiye almayacağını biliyor, her zamanki gibi iç siyasette propaganda yapmaya çabalıyor.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Erdoğan’ın, Aydın Doğan güzellemeleri; bu kadar da olmamalı


Doğan Holding 60’ıncı yaşını büyük bir gece ile kutlamış.

Gecenin “onur konuğunun” Erdoğan olacağını daha önce yazmış ve “Bu ismin yazılmasıyla davetli diğer isimlerin gidip gitmeme tereddütlerinin ortadan kaldırıldığını” da belirtmiştim.

O gece, hafta sonunda yapıldı.

Erdoğan, gecede bir konuşma yaptı. Ama ne konuşma.

Aydın Doğan’ı yere göğe sığdıramadı. Elbette “Demesin bunları” diyemem ama hem bizzat Aydın Doğan’a bugüne kadar söylediklerini hatırlayınca bu tür konuşmalar bana çok tuhaf geliyor ve içimden “Bu kadar da olmamalı. İnsanlar biraz da omurgalı olmalı” demek geçiyor. Bu arada böyle bir gece Aydın Doğan’ın “ikbal günlerinde” yapılmış olsa, en azından kendi gazete ve televizyonlarında boy boy fotoğraflar yayınlanırdı. Diğer medya da mutlaka geceye gereken önemi verirdi.

Oysa onca debdebe, şatafat medyada neredeyse yer bile almadı.

Aydın Doğan, medyasını baskı ile satarak ne hale düştüğünü de görmeli.

YENİ ÖĞRENDİM

Hoparlör icat edilene kadar ezan sesi nasıl duyuluyordu?


Artık aklı başında AKP’lilerin bile tepki gösterdiği çok yüksek sesle okunan ezan konusu, pek çok kişinin de gündemine girdi.

Adeta bir “tabu” gibi korunan ezan konusunda farklı görüş ve bilgiler de gelmeye başladı bana.

Örneğin, İzmirli bir okurum bundan iki ay önce hem CİMER’e hem de İzmir Müftülüğü’ne başvurarak, “Hiç olmazsa bir ya da iki vakit namazı için ezanın minareye çıkılarak canlı okunmasını” talep etmiş. Okurum; “ezanının, müezzin tarafından canlı olarak okunması sonucu çok büyük bir kesimin bugüne kadar böyle bir şeyi görmediğini, oldukça fazla ilgi çekebileceğini belirttiğini” söylüyor.

CİMER’den bir cevap gelmemiş ama İzmir Müftülüğü, “Camilerimizde ezanlar hoparlör ile duyurulmaktadır, bu naif önerinize teşekkür ederiz” cevabı vermiş.

Ne ilginç değil mi, cevaba bakın.

Ama izleyicim üstelemiş, bir daha sunmuş önerisini. Bu kez “İnsanlar hoparlöre rağmen ezan sesini duyamıyor, bu nedenle şikayetler alıyoruz. Ezan sesinin daha yüksek olmasını isteyenler çok” cevabı gelmiş.

Müftülük bu konuda samimi ise şunu da açıklamalı: Hoparlör, elektrik bulunduktan sonra icat edildi. Şunun şurasında 100 yıllık geçmişi bile yok. Oysa İslam dini 1450 yıldır var ve yüzyıllardır ezan okunuyor. Bugün hoparlörle bile ezan sesi duyulmuyorsa hoparlör icat edilmeden önce ezan sesi nasıl duyuluyordu?

Bu arada ezan ile ilgili yazılarımdan sonra mesaj kutuma pek çok okurum, “Müezzinler oturdukları yerden ezan okumasın, hoparlör kullanılsa bile müezzinler minareye çıkmalı ve ezanı oradan okumalı” önerisinde bulundu.