Erdoğan İBB Başkanıydı...

Siirt’te okuduğu şiirde “suç unsurları” bulunduğu iddiasıyla yargılandığında:

Yanında durmuştum...

Kendisine yapılanlara karşı:

Yargıyla kavga etmiştim...

Bundan haberi olmalıydı...

Zira...

O günlerde bTV’de haftada bir gün tek başıma ve 2 saat süreyle:

Haftanın olaylarıyla bazı köşe yazılarını yorumluyordum...

Haliyle...

Erdoğan’a yapılanın antidemokratik olduğunu...

Yargı’nın şiiri değil, Erdoğan’ın siyasi kimliğini ve inançlarını yargıladığını savunuyordum...

Nitekim birilerinin(!) şikâyeti üzerine:

“Suç olan fiili ve suçluyu övmek” iddiasıyla basın savcısı ifademi aldı ...

Ancak...

Çok kısa bir süre sonra:

Takipsizlik kararı verdi...

Bunun üzerine Adalet Bakanlığı “Yargı’ya hakaret” suçlamasıyla ifademin alınmasını istedi...

Bu defaki Savcı, hem de Ağır Ceza’da kovuşturma talep etti...

Duruşmaya çıktım...

İlk celsede beraat ettim...

İşte o günlerden bir gün (O dönemde VIP’ten uçuyordum) VIP minibüsünde karşılaştık Erdoğan’la...

Yanında Melih Gökçek ve Binali Yıldırım da vardı...

Erdoğan elini uzatıp yanaklarımdan öperken:

“Bizimkiler bile beni sizin kadar kalpten savunamıyor abi” dedi...

“Ben sizi savunmuyorum ki Yargı’ya karşı koruyorum” cevabını verdim...

Erdoğan’la o günden sonra bir kere bile karşılaşmadık...

Ne ben onu aradım...

Ne o beni aradı...

Ama bu arada:

Başbakanlığının birinci yılı dolarken beni Tercüman’dan kovdurdu...

İlerleyen yıllarda da videolarımda kendisine hakaret ettiğim iddiasıyla sık sık:

Yargılanmamı ve hapse atılmamı istedi...

Şimdilik durum iyi...

Sadece bir dosyadan (“Erdoğan ve Putin dondurmayı yalayarak yediler” dediğim için):

1 yıl 20 gün hapis cezası aldım...

Diğerlerinin (Şimdilik) hepsinden beraat ettim...

Günün sözü

“Türkiye, kişileri ve kimlikleri değil eylemleri ve söylemleri yargılamaya başladığında gelişmiş ülkeler sınıfına girecektir...”.

Memduh Bayraktaroğlu

O ERDOĞAN’A İHTİYAÇ VAR

Gördüğüm o ki...

Putin’in kendisine karşı takındığı son tavırdan...

Biden’ın İsrail’e samimi desteğinden...

Türkiye’deki siyasal İslâm ve Milliyetçilerin Filistin’in yanında değil...

Kişisel çıkarlarının yanında yer aldıklarını gördükten sonra...

Erdoğan nihayet:

Yıllardır aldatıldığını...

Bahçeli’nin hiçbir bakanlık istemeden...

Hükümette görev almaktan uzak...

Ama...

Kendisine yakın durarak...

Nasıl içten pazarlıklı bir hesabın içinde olduğunu fark etti...

Ve...

Yanındakilerin kendisini:

“Para ve makam ağacı” olarak gördüklerini anladı...

Umarım yine o ilk yıllarında olduğu gibi:

Bilmediğini bildiği günlere döner...

Umarım yine başbakanlığının ilk yıllarında olduğu gibi:

Öğrenmek isteyen...

Bilenlere danışmayı erdem olarak kabul eden Erdoğan olur...

Çünkü...

Bugünlerde o Erdoğan’a çok ihtiyacımız var...

AYIP OLAN İŞTE O

Erdoğan’ın mütevazı hatta yoksul bir ailenin çocuğu olduğunu...

Belediye Başkanlığı seçimlerine gidilen süreçte:

Gecekonduda ve kirada oturduğunu biliyoruz...

Ve...

Az gelişmiş hatta gelişmiş bütün ülkelerde yoksulluğun aynı zamanda:

Cehaleti ve görgüsüzlüğü tetiklediği de bir başka acı gerçek...

Peki...

Cehalet ya da görgüsüzlük ayıp mı?..

Çetin Altan bu konuda şöyle diyordu:

“Köylülük değil köylü kalmak ayıptır...”.

Ben de ustamızdan mülhem şöyle diyorum:

“Cahil ya da görgüsüz olmak değil; cahil ya da görgüsüz kalmak ayıptır...”.

SÖYLENENLERE İNANIYORDU

Erdoğan henüz başbakan, hatta milletvekili bile değilken, Beyaz Saray’da Başkan George W. Bush tarafından kabul edilmişti (10 Aralık 2002...).

Ve...

Alışıldık olduğu üzere Bush kendisine “Tayyip” diye hitap edince o da öğretildiği gibi Başkan’a, küçük adıyla yani:

“George” diye seslenmişti...

Türkiye’ye dönünce o sahneyi ailesi başta olmak üzere yakın çevresine:

Nasıl da ballandırarak anlatmıştı...

Dünyanın en güçlü devlet adamına...

ABD Başkanı’na; küçük adıyla hitap edecek kadar yükselmişti...

Ancak...

O gün partideki görevleri gereği yanında bulunanlar (Ailesinden olmayanlar) gerçekten:

Akıllı...

Deneyimli...

Bilgili ve...

Görgülü insanlardı...

Ve ona şöyle demişlerdi:

“Yine de size küçük isminizle hitap edildiği için ve siz de ona aynı şekilde küçük ismiyle hitap ettiğiniz için gururunuzun okşanmasına izin vermeyin, çünkü bu samimi tavırlar ABD ve Başkan’ının Türkiye’yi ve sizi de süper güç olarak gördüğü anlamına gelmez, yaptıkları alışıldık ABD diplomatik üslubundan başka bir şey değildir...”.

İlerleyen yıllarda Erdoğan’ın yanında işte o ilk başbakanlık yıllarında olduğu gibi kendisine acı da olsa doğruları söyleyecek birileri yoktu...

Çevresi:

Yalakalar tarafından çevrilmişti...

Bu bencil hesapçı sığ ama kasaba kurnazı tipler Erdoğan’a günde beş on defa:

“Siz jeostratejik olarak dünyanın süper güçlerinden biri olan Türkiye’nin Başbakanısınız” diyerek gaz veriyorlardı...

Yani bunlar tipik:

Kişiyi “yiğitsin” deyip canından...

“Cömertsin” deyip malından eden tiplerdi...

Ve işin fenası:

Erdoğan bunların söylediklerine inanıyordu...

FAKİR AMA TEMİZ KASABA ÇOCUĞU

Erdoğan ilginç bir kişilik...

Kazanabilmek için gerekliyse:

Yenileşmeyi ve yenilenmeyi kabul edebiliyor...

Ancak...

Cehaleti ve görgüsüzlüğü yenen hemen herkesin yenemediği tek kötü huy...

Onda da var:

Eziklik...

Evet...

Bu insanlar ezikliği bir türlü yenemiyorlar...

Cehaleti ve görgüsüzlüğü yenerek kendilerini geliştiren ve demokratik ülkelerde kişisel yeteneklerini kullanarak zirveye tırmanan bu kişiler...

Yıllarca, kendilerini ezdiklerine inandıkları:

Kişi, kişiler; kurum veya kurumlara karşı sürekli:

Kibirli bir tavır takınıyorlar...

İBB Başkanı olduğunda...

O güne kadar kendisine küçümseyerek baktıklarına inandığı:

Politikacı...

Gazeteci...

Ve iş insanlarını nasıl aşağıladığını:

Çok yakınlarından defalarca dinledim...

Ama...

Zor ve kendisini ezik hissettiği günlerde yanında duran veya kendisine yardımcı olanlara karşı ise nasıl mütevazı olduğunu hem bizzat yaşadığım...

Hem de medyada yapılan haberlerden öğrendim...

Eskinin görgülü aile büyükleri bu tip insanları sever...

Onlardan:

“Fakir ama temiz kasaba çocuğu” diye söz ederlerdi...

Peki...

Ben bunları neden anlattım?..

Bir diğer yazıda okuyun lütfen...

UNUTTU O UNUTTUUU

Bahçeli, yaklaşık 60 saat kadar önce yaptığı bir açıklamada şöyle dedi:

“Eğer bugünden itibaren 24 saat içinde ateşkes sağlanamazsa, saldırılar durmazsa, mazlumların üzerine bombalar bırakılmaya ısrarla devam ederse, milletimle açık açık paylaşıyorum ki, Türkiye süratle devreye girmeli, tarihi, insani ve inanç sorumluluğunun gereği her neyse yapmalıdır. Gazze’yi koruma ve kollama misyonunu üstlenmek bize ecdadımızın mirasıdır...”.

Çok kişi:

“Eyvah, savaşa mı giriyoruz” diye heyecanlandı...

Ben ise çok rahattım...

Çünkü başta Erdoğan olmak üzere...

Dünyada hiçbir karar verici Bahçeli’yi ciddiye almıyordu...

Nitekim Bahçeli esip gürlediğini unuttu bile...

GÜNÜN ŞAKASI

Kemal Bey’e:

“Ne zaman sıkı muhalefet edeceksiniz?” diye sormuş gazetecinin biri...

“CHP iktidarında” diye cevaplamış Kemal Bey...

“CHP ne zaman iktidar olur?” sorusu gelmiş bu defa da...

“Ben genel başkanlıktan ayrıldıktan sonra” demiş...

Bir başka gazeteci:

“Ne zaman ayrılacaksınız peki” diye sormuş:

“Ben bilmem” diyerek boynunu bükmüş Kemal Bey:

“Tanrı bilir...”.