Korkusuz
Can Ataklı

Bırakın artık boş laflar etmeyi de, gereği neyse onu yerine getirin...

ANALİZ

Bırakın artık boş laflar etmeyi de, gereği neyse onu yerine getirin...


Amerika ile S-400 sorunu nedeniyle sorun yaşanıyor.

Tabii ister istemez “acaba?” da diyorum.

Çünkü yaşanan bu sorunun saray iktidarına çok yaradığı kesin.

Bir taraftan Amerika’nın bütün talepleri harfiyen yerine getirilirken öte taraftan iç kamuoyuna yönelik “dik duruyoruz, Amerika’ya da kafa tutuyoruz” edebiyatı yapılabiliyor.

Bunları defalarca yazdık, söyledik.

Şimdi konunun çok önemli bir başka tarafına gelmek istiyorum.

Ama dün yine yüreğimiz dağlandı.

İki özel harekât polisimiz hain bir saldırıda şehit edildi, üç polisimiz de yaralandı.

Milli Savunma Bakanlığı, saldırıyı PKK/PYD terör örgütünün düzenlediğini açıkladı.

Açıklamada çok önemli bir cümle var.

Bakanlık diyor ki: “Saldırıda güdümlü füze kullanıldı.”

PKK/PYD’nin elinde “güdümlü füze” ne arıyor?

Bu teknoloji Amerika veya Rusya’da var.

Yani PKK bu füzeleri ya Amerika’dan ya Rusya’dan almış olabilir.

Elbette Amerika’dan almış olma ihtimali çok daha yüksek, çünkü Pentagon bugüne kadar on binlerce TIR dolusu silah ve mühimmat gönderdi PYD’ye.

Saray iktidarı ise ilk günden bu yana sadece “Ey Amerika” diyor, hepsi bu.

Ancak Biden’ın gelişi ile işler bir parça terse dönüyor gibi görünüyor.

Biden, Suriye konusunda Temsilciler Meclisi’ne yazdığı mektupta, Türkiye’nin bölgede Amerikan ulusal güvenliği için ciddi tehlike yarattığını, yaptığı askeri operasyonlar yüzünden IŞİD terörü ile mücadeleyi baltaladığını söyledi.

AKP genel başkanından şu yazıyı yazdığım ana kadar bir tepki gelmemişti bu sözlere.

Ama konuşma görevini Dışişleri Bakanı’na vermiş, o çıkıp konuştu.

Her zamanki gibi sadece gürültü çıkardı bakan.

Biden’in yazdığı mektubu “kopyala yapıştır” yöntemine benzetti, “Amerikan yönetimi Kongre’ye mektup yollarken ya da Amerikan halkına bilgi verirken doğruyu söylemiyor” dedi.

Sonra da ekledi; “PKK ile YPG arasında hiçbir farkın olmadığını çok iyi biliyorlar. Bu terör örgütüne çok iyi destek veriyorlar. Bu ABD kanunlarına göre suç. Burada bulunma amacının da DEAŞ ile mücadele olmadığını biliyoruz. DEAŞ ile mücadele eden dünyadaki tek ordu bizim ordumuz.”

Çavuşoğlu, daha sonra da akıl verdi: “Türkiye’yi suçlamak yerine ABD kendi yanlış politikalarından vazgeçsin. Ayrıca; Amerikan halkına da kongresine de daha dürüst davransın.”

Çavuşoğlu’nun bu açıklamasından sadece 36 saat sonra PKK/PYD muhtemelen Amerikan yardımı ile kendilerine verilen bir güdümlü füze kullanarak özel harekât polisimize saldırdı.

AKP iktidarı sadece konuşuyor.

Ama sıra gereğini yapmaya gelince susup oturuyor.

PYD burnumuzun dibinde.

150 binin üzerinde militanı var.

Hepsi Amerika’dan getirilen üniformaları giyiyor. Amerikan silahları ile donatılmış durumda, Amerikan zırhlıları, ağır silahları ve savunma sistemleri ile eğitim görüyor.

Her şey gözümüzün önünde yaşanıyor.

İki de bir Amerika’ya “Sen teröristleri koruyorsun” denileceğine, bir gece ansızın binersin tepelerine.

Bunu yapamıyorsan sözlerin boş boş konuşmanın ötesinde bir anlam taşımaz.

KOMİK

Yalanın da böylesi


Kural değişmedi.

Erdoğan’ın gençlerle yaptığı söyleşi saray görevlileri tarafından banda alındı.

Propaganda işlerine bakan Fahrettin Altun çekilen bantta gerekli montajları yaptıktan sonra bunları saray medyasına dağıttı.

“Hepiniz aynı anda, saat 21.00’de bu bandı yayınlayacaksınız, bir dakika bile sekmeyecek ya da kendi başınıza bir başka saatte yayınlamaya kalkmayacaksınız” talimatını da verdi.

Sıkıysa uyma tabii...

Cümle saray medyası saat tam 21.00’de Erdoğan’ın Adana’da gençlerle buluşmasını sanki canlı yayınmış gibi sundu.



Abdülkadir Selvi dünkü köşesini bu gençlerle buluşmaya ayırmış.

Tıpkı basketbol yazısında olduğu gibi bu toplantıyı da bol bol övmüş.

Bir merakı varmış gazetecilik yapıp onu da sorup öğrenmiş.

“Bu buluşmaya çağrılar gençler nasıl seçiliyormuş?”

Sarayın propaganda işlerine bakan kişisi cevaben “Özellikle Cumhurbaşkanımız ile iletişime geçmek isteyenleri tespit ediyoruz” demiş.

Gençlerin ne soracaklarına da hiç karışmıyorlarmış, onlar özgür iradeleri ile soru soruyormuş. Aksi halde sohbet doğal olmazmış.

Yalandan kim ölmüş ki?

Abdülkadir Selvi nedense, “Peki şu gençleri nasıl takip edip buluyorsunuz?” diye sormamış.

Gazetecilik yaptı dediysek o kadar da değil.

Bİ SORSLIM BAKALIM

Bir kere de karnınızdan konuşmayın...


Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci İnci, Sabah gazetesine konuşmuş.

Birkaç gün önce üniversitede yaşanan olaylara değinen rektör öğrencileri tıpkı “reisi” gibi teröristlikle suçlamış.

Konuşmasında bir bölüm var, size de aktarayım;

“Benim rektörlüğe atanmamla birlikte bir sakinleşme oldu. Kampüs normal hayatına dönmeye başladı. Sonra kampüs açıldı. Eğitim öğretime başladık. Ne olduysa bir şekilde bir yerden düğmeye basılmış gibi. Rektörün arabasının önünü kesmek, üniversitede huzursuzluk çıkarmak, böyle olaylarla karşılaştık maalesef. Eğer bu seviyeye getirilmişse, öğrenciler eğer bu hale getirilmişse o zaman bu bir yere dayanıyor. Yani bunun arkasında bir şey var bir arayüz. Bu bir projenin parçası. O zaman bir proje var. Buradan bir şey çıkarılacak. Daha büyük bir boyuta ulaşacak.”

İktidarın adamları hep aynı şeyi yapıyor, hep karnından konuşuyor.

Yok düğmeye basılmış, yok arkalarında bir şey varmış, yok bu bir projeymiş.

Madem öyle yönetici siz değil misiniz, karnınızdan konuşmak yerine neyse gerçek ortaya koyun, kim bu düğmeye basanlar, proje nedir ve kimler yapar, adlı adınca açıklayın.

Ama hep mağduru oynama, hep kendine biat etmeyeni suçlama, hain, terörist deme.

Bir de unutmadan rektöre şunu söylemek isterim; “Yahu biraz sevin öğrencilerinizi, siz de öğrenci olmadınız mı, nedir bu kin nefret ve düşmanlık?”

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Dinci örgütler vurunca susuyorlar nedense...


Yine kahrolduk dün.

Suriye’nin Azez bölgesindeki Mare ilçesinde saldırıya uğrayan 2 özel harekât polisimiz şehit oldu.

Olayın üzerinden saatler geçtikten sonra Milli Savunma Bakanlığı resmi açıklama yaparak, saldırıyı “güdümlü füze” kullanan PKK/PYD terör örgütünün yaptığını bildirdi.

Burada dikkat çekici olan şu; Milli Savunma Bakanlığı saldırı PKK’dan gelirse hemen açıklama yapıyor ve isim veriyor. Oysa saldırı dinci bir terör örgütü tarafından yapıldıysa nedense açıklamalarda isme yer verilmiyor.

Bunun son örneğini 11 Eylül’de gördük.

IŞİD El Kaide çizgisindeki “Ebu Bekir Sıddık’ın Yardımcıları Seriyyesi” adlı dinci terör örgütü iki askerimizi şehit etti.

Bakanlık açıklamasında dinci örgütün adından hiç söz edilmeden, “İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde arama tarama faaliyeti sonrası intikal halinde olan bir unsurumuza yapılan saldırı sonucunda iki kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş, üç kahraman silah arkadaşımız ise yaralanmış ve derhal hastaneye sevk edilmiştir” denildi.

Sanki dinci örgütün askerimizi şehit ettiğini açıklarlarsa, bundan iktidarın zarar göreceğini düşünüyorlar.

İRONİ

İşte bayıldığım gazetecilik: Ne o ne bu...


Medyamızın “yüce yazarlarından” Ahmet Hakan’ın dünkü yazısını yine keyifle okudum.

Altın Portakal yarışmasında Tamer Karadağlı ile Nihal Yalçın arasında geçenleri kaleme almış.

Her zamanki gibi “yüce gazetecilik” ustalığını konuşturmuş ve “Ne o ne bu” demiş.

Şöyle girmiş yazısına Ahmet Hakan: “Altın Portakal Film Yarışması’nın ödül töreninde sunuculuk yapan Tamer Karadağlı ile ödül alan Nihal Yalçın arasındaki sorunu, hiçbir etki altında kalmadan, zerre kadar politik bir anlam yüklemeden, kadın/erkek meselesine indirgemeden şöyle yorumluyorum: İkisinin hallerine de güldüm. İkisinin hallerini de tuhaf karşıladım. İkisinin halleriyle de dalgamı geçtim. Peki hangisinden yanayım? Hemen söyleyeyim: İkisinden yana da değilim.”

Sonra neden Tamerci olmadığını yazmış.

“Sergilediği çocuksu sabırsızlık, insanı çileden çıkaracak cinstendi. Sergilediği kabalık, hepimizi utandıracak boyuttaydı. Ağzıyla burnuyla yaptığı mimikler, resmen kafa bulmalıktı. Yakalandığı anda yan çizmesi, feci korkakçaydı” demiş.

Nihalci olmadığını da şöyle açıklamış;

“Ödül törenlerinde yapılan klişe konuşmaların şahını yapıyordu. Öyle kaptırmıştı ki kendini konuşmaya, etrafında ne döndüğünün farkında bile değildi. Hele konuşmanın sonuna sırf alkışa oynamak için sıkıştırdığı slogan... Aman aman!”

İşte bu tür gazeteci-yazarlığa bayılıyorum.

Çünkü hiçbir riski yok.

“Hem ona hem buna” deyince bir sürü insan da, “Hah işte bak, tarafsızlık budur” diyor ahmakça.

Yazar da prim yapıyor.

Alan veren razı olunca bana ne aslında tabii.