Korkusuz
Ümit Zileli

Bir milyon aç insan!..

Ortaokul, lise yıllarında beynimize adeta çiviyle çakılmışçasına öğrendiğimiz çok önemli bir bilgiydi:

-Dünyada tarımsal olarak kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydik!

Hem kendimize fazlasıyla yetiyor hem de bol bol ihraç ediyorduk! Sonra aradan yıllar geçti; efendiler, Türkiye’nin daha fazla başı boş bırakılmasının sakıncalarını görmeye başladılar ve sözde “ekonomik reformlarla” ülkemizi Batı’ya sımsıkı zincirlerle bağlama projesini hayata geçirdiler!

Öyle ki; bugünün Türkiye’sinde bırakın ihracatı, kendimizi beslemekten bile aciz hale geldik! İhracatın yerini dünyanın her yerinden ithalat aldı; samanı bile dışarıdan almaya başladık! Kendi tohumumuzu kullanmamız bile yasaklandı, kullanana hapis ve para cezası getirildi... Tohum bu iktidarın “acayip kavgalı” olduğu İsrail’den, pamuk, aramızın “acayip gergin” olduğu Yunanistan’dan gelir oldu!..

Bildiğiniz bulguru, fasulyeyi, pirinci dahi dünyanın dört bir yanından ithal eder hale geldik. Güney Amerika’nın hastalıklı hayvanları bile canlı ya da kesilmiş halde Türkiye’ye, diğer bir deyişle insanımıza kakalanır hale geldi!

Kendi şirketlerimizde bazılarının dahi kendi halkını kazıkladığını da Tarım Bakanlı’ğının açıklamalarıyla öğrendik; etsiz sucuk yediğimizi, kıymanın içine “kanatlı” karıştırıldığını, zeytinin boyandığını okuduk, ekranlarda izledik!

-Yani hem aç hem sağlıksızdık bir bakıma!..

Tok açın halinden anlamaz!


Önceki gün Dünya Çiftçi Kadınlar Günü, dün de Dünya Gıda günüydü...

TBMM’de basın toplantısı düzenleyen Orhan Sarıbal, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) verilerini paylaştı. Önce satırbaşlarıyla bu dehşet verici verileri paylaşayım:

-Bugün dünyada yaklaşık 700 milyon kişi açlık çekiyor! 3 milyar insanın ise besleyici gıdaya erişimi yok! 2014 yılından beri açlık çeken insan sayısına Kovid-19 salgını ile 132 milyon kişi daha eklendi! Yarı aç yarı tok, günde birkaç dolarla geçinenleri de eklediğinizde rakam bir anda milyarın üzerine sıçrayıveriyor..

-Türkiye’de ise 1 milyon insan yatağa aç giriyor!

Kısacası gıda ile beslenme güvenliği sizlere ömür olmak üzere! Sarıbal, içinde debelendiğimiz “Yeni Dünya Düzeninde” tarımın stratejik bir alan, gelişmiş ülkeler için yeni bir “silah” olduğunu da açıkça vurguladı! Peki böylesine önemli bir konuda Türkiye ne yapıyor derseniz, yazının girişinde zaten yazdım; böylesine verimli, her türlü toprak ve kaynağa sahip olmasına rağmen  19 yıllık AKP iktidarında üretim de unutuldu, çiftçi de unutuldu, varsa yoksa “ithalat” denildi!

Tarım ve gıda ticareti 10 şirketin elinde!..


Aslında tarımda oyun son derece açık oynanıyor...

Fütursuzca oynanıyor desem daha doğru olur! 2017 yılında Uluslararası Sürdürülebilir Gıda Sistemleri Uzmanları Derneği Paneli’nin sonunda açıklanan “Tarım Ticareti Raporu” hangi “gayya kuyularında boğulduğumuzu” gayet açık anlatıyor. Ben de size anlatayım:

Dünyada 1.5 milyar insan tarımla uğraşıyor. Dünyada tarımsal üretimin yüzde 30’u büyük çiftlikler, yüzde 70’i ise çiftçiler tarafından yapılıyor. Şimdi gelelim en vahim meseleye; sıkı durun açıklıyorum:

-Tarımsal ürün ticaretinde 10 şirketin pazar payı yüzde 90!

-Gıda ve içeçek işlemede 10 şirketin pazar payı yüzde 90!

-Bitki koruma ilaçlarında 5 şirketin payı yüzde 84!

-Veteriner ilaçlarında 10 şirketin pazar payı yüzde 75!

-Tarım makinelerinde 10 şirketin pazar payı yüzde 65!

-Gübre sektöründe 10 şirketin pazar payı yüzde 28!

-Gıda ve içecek sektöründe 10 şirketin payı yüzde 90

-Tohumda 10 şirketin pazar payı yüzde 73!

-Avrupa’da mısır tohumunda 5 şirketin pazar payı yüzde 75!

-Avrupa’da şeker pancarı tohumunda 4 şirketin pazar payı yüzde 86!

-Avrupa’da sebze tohumlarında 5 şirketin pazar payı yüzde 95 (Monsanto Şirketi tek başına yüzde 24!)

Yanlış anlaşılmasın; ülkemizden değil, yaklaşık 8 milyar nüfusa ulaşan dünyadan söz ediyorum! Bunun adına düpedüz ne denir acaba? Yeni Dünya Düzeni buysa asıl adı belli:

-Emperyalizm-kölelik düzeni!

Biliyorum, pek iç açıcı bir yazı olmadı, hele bu günlerde... Hoşunuza gitmediyse, “moralimizi bozuyorsun, duymak istemiyoruz” ” diyorsanız yazın bana...

-Ben de Serdar ortaç “Reis’i” niçin çok seviyor?”, “Kim, kiminle nerede, nasıl?”, en iyi mekanlar, yemekler filan yazarım!..